uzak dunyalar kapak

Bir Yaz Gecesi Rüyası: Uzak Dünyalar

Doğu Yücel, ilk eseri Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları (2000)’ndan beri yazdığı eserlerle oldukça dikkat çeken ve spekülatif kurgudaki hüneriyle türler arasında yaptığı geçişleri âdeta sanatsal bir izlenceye dönüştüren yetenekli bir isim. Fantastiğin sınırlarını zorlarken korkuya cesurca adımlar atarak en ilkel duygulardan biriyle âdeta oyunlar oynuyor ve bu da yetmezmiş gibi bilimkurgunun haylaz sorularını da irdelemekten geri durmuyor. Bu noktada Mitat Karaman ile açtığı absürt mizah penceresine de ayrıca değinmek lazım. Maceraları, “Mitat!” ismiyle Süleyman Arda Eminçe’nin yönetmenliğinde uyarlanan yerli Şvayk, Yücel’in kıvrak zekâsını olanca maharetiyle sergilemesine imkân tanıyor.

Burada ilginin yöneltilmesi gereken nokta ise bilimkurgu başta olmak üzere spekülatif türlerin sorduğu bu haylaz soruların ana akım diye tabir edilen eserlerden özü itibariyle pek de farklı olmaması. “İnsanı insanı insanca anlatma,” gibi cümlelerin nasıl dillere pelesenk hale gelerek “klişe” sayıldığını da böyle yorumlamak gerekir. Bir kavram, yorum ya da tanım mevzubahis meseleyi açıklamada yeterince mahirse onun yerini zaten başkasının almasına gerek kalmaz. Buna yaşama dair sorulan temel sorular da dâhildir. Varlığına değer katmak ya da içerdiği değeri irdelemek isteyen her bir zihnin sorgusu aynı yerde birleşir; ister bilimkurgu olsun, ister polisiye, ister realist bir drama…

Bu yazıya ilham veren Uzak Dünyalar, 2023 yılında Günışığı Kitaplığı’nın Köprü Kitaplar serisindeki 29. kitap olarak yayımlandı. Konusuna kısaca değinecek olursak, hayatında kökten bir değişiklik yaşayan ve buna alışma sürecinde olan Arda’nın ve taşındıkları Çeşme’deki yeni dostlarının başına gelen maceralardan bahsediliyor. Arkadaşları arasında tıpkı onların her biri gibi kendini bulma ve ifade etme sorunları yaşayan Arda, meteor yağmuru sırasında denk geldikleri beklenmedik bir misafir vesilesiyle bu sorunlara bambaşka açılardan bakma fırsatı buluyor. Ancak bu macera öylesine anlaşılması güç noktalara kadar ulaşıyor ki, birçok şeyin sorgulanmasına da yol açıyor.

Bunların en başında arkadaşlık kavramı geliyor. Bir insan arkadaşı için neler yapabilir ya da nelerden vazgeçebilir, gibi sorulara yanıt arayan Yücel, Arda’nın hem anlatıcı hem de karakter olarak aktardıkları aracılığıyla soruya yalnızca geçiştirme maksadıyla yanıt aramadığını, bilakis derinlerine inerek kendi hayatından ve gözlemlerinden edindiklerini işliyor, irdeliyor ve sunuyor gibi. Arda’nın Batu’yla başlayan kırılması, bu bağlamda değişim için gereken gelişim arkını ortaya çıkarıyor; sıkı arkadaş bağlarının bir koza misali örülüşü de böylece mümkün hâle geliyor. Dolayısıyla ilk çıkarım, arkadaşlık için en önemli eylemin fedakarlık olduğunu gösteriyor. Yeri geldi mi arkadaşından ve hatta kendinden bile ödün vermen gerektiği bilhassa vurgulanıyor.

İkinci nokta ise beklenmedik misafirin, Arda’nın dışındaki Ege, Bulut, Sedef ve özellikle Dicle gibi grup üyelerine kendilerine dair farklı bir bakış fırsatı tanıması. Uzaydan gelen bu yolcunun yaptığı yalnızca birtakım görüntüler göstermek ve hayatlarına bu bağlamda ufak dokunuşlar yapmak. Ancak bu dokunuşların “ufak” olarak nitelenmesine bakmayın, bazen doğru zaman ve yerde yapılan minnacık müdahaleler devasa değişimlerin yaşanmasına yetebiliyor. Noksanlarını kabul etme, onlarla barışma ve yola devam edebilme gücünü de o bahsi geçen “ufak” dokunuşların yarattığı etkiyle yapabiliyoruz. Kelimelerin müzikal gibi akıp giden tesiri, tam da zarif bir piyes tadında. Herkesin yeri, rolü ve repliği belli; fakat etkisi kişinin kendi yaralarının nerede olduğuna bağlı. İlhan Berk’in deyimiyle; “yarası yarasına denk geleni sevmek…”

Anlatının karakterler arasındaki sevgi ve iletişimi bu doğrultuda şekillendirdiğini söylesek tam da yerinde bir yaklaşım olacaktır. Elif’in görünenin çok ötesinde olanları sunması, Arda’nın Dicle’de kendini bulma süreciyle oldukça ilintili. Misafir diye tanımladıkları ziyaretçi nasıl ki muhtemelen yüz binlerce kilometre öteden bilinmeyene bir mektup iletiyorsa, Elif de Arda’nın kendi duygularıyla arasında bir mektup iletmesini sağlıyor ki aslına bakılırsa bu okura da mesaj niteliğinde. Zira duygularımızla, hayallerimizle ve benliğimizle aramıza ördüğümüz duvarlar oldukça kalın ve aşılmaz vaziyette; bu da zihnimizi kendi hücrelerimize çevirerek bizi birer tutsak kılıyor. Oysa tam tersi pekâlâ mümkün.

Bu süreçte Arda ve arkadaşları pek çok olay yaşıyor elbette. Batu’nun babasıyla olan anlaşmazlığı, Dicle’nin cesaretine rağmen içten içe sakladığı yaraları ya da Ege’nin sesini bulana dek kısık kalan isyankâr ruhu… Fakat nihayetinde aklımızda epeyce hoş his ve tatlı bir ses bırakıyor. Hırslarıyla yaşamaya, arzuları ve doymak bilmez istekleriyle yaşamı tanımaya, tanımlamaya alışmış insanların aksine hayat bunlardan ibaret değil. Bunu görmek için de yıldızları izlemek, gecenin o tatlı nemini koklamak ve duygularına kulak vermek oldukça önem arz ediyor.

Bunu kimileyin evrenleri aşan devasa bir taşa kazınmış bir mektup sağlıyor; şayet size henüz denk gelmediyse, Uzak Dünyalar’a açılan bu hayal penceresine bir şans vermenin tam zamanı gibi.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu animelerinde kadin temsilleri

Bilimkurgu Animelerinde Kadın Temsilleri

Gerek bilimkurgu gerekse anime endüstrisi, erkek izleyiciye yönelik olduğuna dair talihsiz stereotiplerle boğuşuyor. Son yıllarda …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin