Bilimkurgu edebiyatında peş peşe distopya örneklerinin yayımlandığı bir dönemdeyiz. Bununla da kalmıyor, her fırsatta ütopyaları ve distopyaları konuşuyor, tartışıyoruz. Ütopyalar devri mi kapandı yoksa hakkını veremediğimiz ütopyalar kendi distopyalarına mı dönüşüyor sorularına cevap aramaktan henüz bıkmadık. Çağımızın koşulları ve genel kötümserliği başka türlüsüne imkân tanımıyor anlaşılan. Gülbike Berkkam’ın, 2019 yılında yayımlanan ve FABİSAD 2023 GİO Ödülleri’nde özel ödül alan romanı Güneşi Yanında Taşıyan Adam‘ı da belirsiz gelecekte geçen bir distopya olarak bu akımda yerini buluyor. Daha önce FABİSAD’ın 2013 GİO Ödülleri’nde öykü birincisi olan, öyküleri çeşitli seçki ve dergilerde yer alan Gülbike Berkkam yabancısı olduğumuz bir isim değil.
Bu kez yapay zekânın kontrolünde yaşayan bir toplum söz konusu. Devletlerin dünyayı paylaşamadıkları uzun ve acılarla dolu bir savaş döneminin ardından yapay zekâ Nuit stratejik hamlelerle, birbiriyle savaş hâlindeki devletleri birer birer hizaya getiriyor ve insanlara özlemini çektikleri barışı sunuyor. Birbirleriyle savaşmayı bırakan insanlar kendi yarattıkları cehennemden kurtulmanın sevinciyle Nuit’e istediği her şeyi veriyor, giderek onun kölesi hâline geliyorlar ve bunun farkına bile varmıyorlar.
Aşılamaz sınıfsal katmanlara bölünen toplum, gökyüzünün görülemediği şehir tabanı ve gökdelenlerin kuşattığı yukarısı olarak da birbirinden kesin olarak ayrılmış durumda. Yukarıda yaşayanlar, zekâ derecelerine göre yerleştirildikleri işlerde çalışıyor, varlıklarını sürdürebilmek için sürekli alışveriş yapıyorlar. Gökyüzünün görülemediği şehrin tabanında yaşayanlarsa açlık ve sefaletle başa çıkmanın yolunu uyuşturucularda buluyor. Derken “aşk” çıkıyor karşımıza! Üstelik her anlatıda olabilecek hâliyle sadece bir aşk hikâyesi olarak değil, aşkın insanlığın tek kurtuluşu olduğunu anlatarak ve bu sırada aşkın hastalıklı hâllerini serinkanlı bir mesafeyle irdeleyerek. Lacan, aşkı insanın kendisinde olmayan bir şeyi talep etmeyen birisine vermesi diye tanımlamıştı. Aşk bu hâliyle bile imkânsıza yakın dururken, duyguları, toplumlarına hükmeden yapay zekâ tarafından çarpıtılmış olan insanlar için ihtimal kapsamına dahi giremiyor.
“(Nuit’i) Seçtiler ve istedikleri karşılığı aldılar. Nuit, insanları birer yıldıza dönüştürdü. Nesillerdir insanlık adım adım özgüvenle dolduruldu. Herkes özel, herkes hayranlık uyandırıcı bireyler olduklarına inandırıldı. Artık sokakta, işte gördüğün her bir insan diğerinden üstün olduğuna inanıyor. Kendinden bir derece hoşnut olan bir insanın kendinden başka bir insana âşık olması, hatta değer vermesi psikolojik olarak imkânsızdır.”
Roman giderek derinleşip, katman katman soyulurken, önemli bir hikâye daha katılıyor anlatıya. Böylece, birkaç kuşak önce Mars’a gönderilmiş ve artık Marslılar olarak anılan kolonistlerin yeniden Dünya’ya dönmek istediklerini öğreniyoruz. Dünyalılar bu eski hemşehrilerini yeniden gezegenlerine kabul edip etmeme konusunda fikir ayrılığına düşüyor. Onların artık Dünyalı değil, Marslı olduğunu düşünenler paranoyanın eksik olmadığı bir muhalefet çabasına girişirken, ne olursan ol yine gel diyen karşı gruptakiler yüzlerce yıl Mars’ta yaşamış insanlardan öğrenilecek çok şey olduğunu düşünüyor.
Çok kabaca bakıldığında kitabın okura içinden çıkılamaz bir kaos sunduğunu düşünmek mümkün ancak Gülbike Berkkam, bu meselelerin her birini ayrı ayrı ve incelikli bir şekilde ele alıyor, sağlam çizilmiş karakterler üzerinden kusursuz bir şekilde anlatmayı başarıyor. Romanın ana karakterlerinden Han’la çıktığımız yolculuk boyunca Zia, Azra, Ender, Yuma ve diğerleriyle tanışıyor, tutarlı diyaloglar ve iç konuşmalarla, giderek hızlanan olay örgüsünü her yönüyle takip edebildiğimiz gibi, bu distopik dünyanın derinliklerindeki karanlığı da kavrayabiliyoruz. Yazarımız bizi karanlık bir dünyanın sınırlarında dolaştırırken çoğu zaman asıl meselenin distopik bir dünyada hayatta kalabilmek değil, insanın en yalın hâliyle kendi duygularıyla başa çıkabilmesi olduğunu düşündürüyor okura aynı zamanda.
Güneşi Yanında Taşıyan Adam, ayrıntılı parlak dokunuşlarla dolu evren tasavvuru, anlattığı hikâye ve karakterleriyle iyi bir bilimkurgu romanından beklenebilecek okuma zevkini cömertçe sunuyor bize. Nuit dünyasını anlatırken iş alanlarının çeşitliliğinden insanların sosyalleşme tercihlerine ya da kıyafetlerinden evlerinin dekorasyonuna kadar hiçbir ayrıntıyı atlamamış Gülbike Berkkam. Bunu yaparken kelimelerini tam olması gerektiği kadar kullanıyor, ne abartarak okurun imgelemini yoruyor ne de yetersiz anlatarak eksik bırakıyor. Sadece bilimkurguyla da sınırlamıyor çerçevesini. Okur hiç beklemediği bir anda polisiye anlatı geleneğinin klasik unsurlarıyla karşılaşıyor.
Bu hoş sürprizler romana ayrı bir hava katarken, belki de tıpkı aşk gibi hiç değişmeyecek şeyler olduğunu göstermesiyle okur için bir kerteriz noktası vazifesi görüyor. Tonu ustaca koyulaşan gerilim unsurlarıysa bir an olsun rahatlamaya izin vermiyor. Bu gerilime en çok karakterlerin gelişiminde tanık oluyor, gözlerimizin önünde giderek kararan ruhlara tanıklık ediyoruz. Tüm bu yönleriyle Güneşi Yanında Taşıyan Adam, iyi bilimkurgu iyi edebiyattır sözünün ne kadar doğru olduğunu gösteriyor bize. Yerli bilimkurgu edebiyatında önemli bir yer edineceğine inandığımız bu çarpıcı roman, umarız hak ettiği ilgiyi görür ve yeni baskılara ulaşır. Gülbike Berkkam’ın yazarlık macerasının ise keyifle okuyacağımız yeni eserlerle süreceğinden kuşkumuz yok.