Bilim şimdiki kuramsal limitlerinin ötesine taşıp zamanda yolculuğun formülünü bulabilseydi, bu belki de en çok tarihçilerin işine yarardı. Geçmişe ait birtakım bulgular-belgeler, üzerinde mesai harcanan ve aydınlatılmaya çalışılan dönemle ilgili muğlak veya kesin bilgiler verse de, aynı vakanın farklı dünya görüşündeki tarihçiler tarafından tamamen zıt yorumlandığı da oluyor. Sonuçta tarih, pozitif bilimler gibi gözlem veya deneye dayalı, ölçümler yapılabilen bir bilim dalı değil. Dolayısıyla tutkulu bir tarihçinin kayan bir yıldızla veya değişik durumlarda tutacağı muhtemel dilek, belki de üzerinde çalıştığı döneme gidip gerçeği kendi gözleriyle görmek olacaktır. Ne var ki bu dilek de yaşadığımız çağda sadece bilimkurgu romanlarına yaraşır bir öykünün konusu olabilir, tıpkı bu yazının kaleme alınmasını sağlayan Kıyamet Kitabı’nda gördüğümüz gibi.
Bazı kitaplar okur görüşü açısından keskin ve zıt noktalar yaratabilir. Okurların bir kısmı eseri övgü dolu sözcüklerle yorumlasa da bir kısmı tam tersi bir yerde durabilir. Uç noktaların dışında, ortalarda bir yerde konumlanan okur sayısı ise söz konusu romanlar için daha azdır. Kıyamet Kitabı birbirine zıt yorumlar alma kapasitesine sahip bir eser izlenimi uyandırıyor. Bilimkurgu okuru durduğu yer bakımından kendini edebiyatın spesifik bir alanında konumlandırmış ve farklı ilgi, merak dürtüleri sonucunda okuma edimlerini çeşitlendirmişse de türe dair genelgeçer beklentileri olması doğaldır. Bunu birtakım topluluklarda tartışılan kitap veya filmler hakkında yapılan değerlendirmelerden de görebiliriz. Kıyamet Kitabı ise okurun bilimkurgu türünü özellikli bir şekilde konumladığı noktaya bir katman daha ilave etmeye aday bir eser.
Zaman Yolculuğu ve Sapmalar
Başkarakterimiz Kivrin Engle çağımızın ilerisinde, 2050’li yıllarda yaşayan bir tarih öğrencisidir. Döneminin kendisine sunduğu teknolojik nimetlerden faydalanıp zamanda iki haftalık yolculuk yapma şansı yakalar. Görevi Orta Çağ İngiltere’sine indikten sonra oraya ait ne varsa gözlemlemektir. Üniversitesi gerekli tüm ayarlamaları yaptıktan sonra Kivrin’i on dördüncü yüzyıla gönderir. Karmaşık hesaplamalar, defalarca yapılan testler, değerlendirilen olasılıklar, alınan tedbirler ne kadar titiz bir şekilde gerçekleştirilmiş olursa olsun, zaman yolculuklarında bazı kaymalar her zaman ihtimal dahilindedir ve bu durum Kivrin için de geçerlidir. Hedefi 1320 yılı olan Kivrin, Orta Çağ’a vardığında acaba zamanda bir kayma olmuş mudur, olduysa hedefinden ne kadar uzaktadır bunu bir süre bilemez.
Aktüel zamanda yani Kivrin’in gerçek dünyasında da yolunda gitmeyen, hatta ölümcül gelişmeler baş gösterir. Ekip, İngiltere’de alevlenen bir salgının çok kısa sürede yayılmasından dolayı tüm kontrolünü kaybeder. Orta Çağ’a inişin hesapladıkları gibi gerçekleşip gerçekleşmediğinden de, zamanda yolculukta kayma olup olmadığından da emin değillerdir. Tüm bu sorulara cevap verecek teknisyen de romanın gerilimine de uygun bir şekilde aniden rahatsızlanmıştır. Proje ekibi kötüye gidişin iki haftadan fazla süreceği endişesi taşıdığı için Kivrin’i bir an önce kendi zamanlarına geri getirmeye karar verir. Ancak geçiş sırasında salgının Kirvin’in Orta Çağ’ına bulaşma riskinden dolayı gerekli izni alamazlar. Buraya kadarlık kısım hikâyenin sadece başlangıcı, gayet hacimli eserimiz sonrasında çok daha fazlasını sunuyor. İyi bir hikâyede, sonun henüz başlangıçta verilmesi gerektiği söylenegelmiştir. Görüşün en büyük destekçisi Homeros’un destanlarıdır. Romanı okumaya başladıktan sonra, yazarımız Connie Willis’in de aynı biçimde düşündüğünü anlıyoruz.
Bilimkurgu Her Zaman Geleceğe mi Bakar?
Bilimkurgu eserlerinde insanoğluna musallat olma kapasitesi yüksek kimi menfi durum, nesne, teknoloji, davranış, salgın, felaket ve gelişmelerin gelecek yansımasını okumaya alışığız. Böylesine kötü koşullarda sınanmak, iradesi ve inancı test edilen insanın tüm bu olumsuzluklara karşı koyma yeteneği ve derinliğini gözler önüne sermek yazarlar için bir amaçtır. Bu cinsten bir kıyamet senaryosunu geleceğe yerleştirmekse daha tercih edilesidir, çünkü gelecek belirsizliği bize sınırsız alanlar yaratır. Türün işlevselliği de önemli ölçüde bu özelliğinden ortaya çıkar. Kıyamet Kitabı’nda insanı ve yaşamı yıkıma uğratma kapasitesine sahip unsurları görmek için bu kez perspektif değiştirip geçmişe bakıyoruz, söz konusu bu nitelik eserin özgünlüğüne katkı sağlıyor.
Bununla birlikte Nebula ve Hugo ödülleri kazanmış Kıyamet Kitabı’nı sadece bir bilimkurgu romanı olarak değerlendirmek hikâyenin sahip olduğu derinliği görmemizi engeller. Roman aynı zamanda bir tarihsel dönem manzarası da çiziyor. Her şeyden önce Rönesans’ın habercisi olan Orta Çağ’a ait ayrıntılı tasvirler, genel kültür anlamında da okur için bir tatmin yaratıyor. Öyküde on dördüncü yüzyılın seçilmiş olmasıysa bir tesadüf değil. Bu yüzyılda Avrupa’yı kırıp geçiren, kıta nüfusunun önemli kısmının göçüp gitmesine neden olan veba salgınları hakkında herkes ayrıntılı veya yüzeysel bir şeyler duymuştur. Kıyamet Kitabı, Orta Çağ Avrupa’sının yaşadığı kıyamet yıllarını tüm trajedisiyle, kurgunun imkanlarını sonuna kadar kullanarak, insana dair tüm duyguların etrafında dolanarak, etkili bir şekilde ortaya döküyor. Kara Ölüm diye adlandırılan veba o dönemde Avrupa nüfusunun üçte birini eritirken yaşanan çaresizlik, çekilen acı, hastalığa yüklenen ilahi anlamlar, insanın öfkesi ve şefkati, gökyüzünü sarıp sarmalayan salgın tabakası okurun türlü hisleri derinlerde duymasını sağlıyor.
Bilimkurguyla Gelen Orta Çağ Portresi
Kivrin’in egzotik zaman yolculuğu gezisi bize neyin ipuçlarını veriyor? Orta Çağ’ın mimarisi, sosyal yapısı, günlük rutinleri, zenginlik ve yoksulluğu, tıbbi müdahaleleri, kişisel bakım-temizlik alışkanlıkları, hastalanma vakaları, ortalama yaşam süresi gibi detaylar öykünün akışı içinde çarpıcı bir şekilde yüzeyde beliriyor. Vebaya kurban giden sadece belli bir azınlık için hazırlanabilen mezarlar, illete yakalananları bekleyen mutlak son için onlar daha yaşarken kazılan mezarlar, tüm bu süreçte kaybedilen umut, yoğun maneviyata rağmen hissedilen çaresizlik döneme hâkim dehşet atmosferini, kara ölümün portresini hakkıyla çiziyor. Salgın hastalık söz konusu olduğunda kimi durumlarda mecbur kalınan karantina uygulaması ve onun yarattığı korku dalgası da eserin bir parçası.
Kurgusal anlamda, geçmiş ve şimdide yaşananların paralel bölümlerle aktarılması, yavaş başlasa da bir süre sonra temposunu artıran romanın akıcılığını güçlendirmekle kalmayıp merak öğesine de tazelik kazandırıyor. Paralel bölüm geçişlerinde Kivrin’in Orta Çağ’dayken tuttuğu sesli kayıtların deşifrelerinin verilmesi, eserin yapısal bütünlüğünde kuvvetli bir ağ örülmesini sağlıyor. Özellikle çocuk ve genç karakterlerin realist bir bakış açısıyla, gerçeğe yakın resmedilmesi, okurun roman kişileriyle kurması muhtemel empatiyi kolaylaştırıcı bir etki temin ediyor.
Teknoloji Öngörüsü ve Kurgu
İleri bir tarihte geçen bilimkurgu öykülerinde mekânın yaşadığımız dünyaya, zamanın da kullandığımız takvime ait olması yazar açısından büyük bir risktir. Bundan dolayı yazarlar genelde farklı güneş sistemleri, ekolojik yapılar, uzak galaksiler ve onlara özgü orijinal takvimler kurgulayıp öykülerini yapılandırırlar. Burada risk, yakın geleceğe ait bazı teknolojik gelişmelerin, kurgulanan tarihsel aralıkta kestirilmemesinden kaynaklanır. Bilimkurgunun en uç temalarından birinin esas nesnesi olan zaman makinası Kıyamet Kitabı’nı cazip kılsa da, bir kısım okur 2054 teknolojisinin -zaman makinası hariç- günümüzden bile geride kaldığı düşüncesine kapılabilir.
Eserin öyküsü ve öyküyü genişleyen söylemi bu teferruatı benim için önemsiz kıldı. Buna rağmen her okurun beklentisi farklıdır. 2050’li yılların insanlarının iletişimde sadece kablolu telefon kullanmaları, kullanım yoğunluğu yüzünden telefon hatlarının lokal olarak hizmet veremez hale gelmesi, zamanda yolculuk yapmaya olanak sağlayan bir teknolojik gelişme elde edilmişken iletişimde yaşanan bu tıkanmalar öyküye, atmosfere, gelecek ve geçmiş zaman arasında örülen katmanlara kendini veremeyen okurlar için bir zafiyet unsuru olabilir. 1992 gibi yakın bir tarihte yayımlanan eserin tek talihsizliği internet, e-posta, cep telefonu gibi hayatımızın vazgeçilmez iletişim teknolojilerinden mahrum kalmasıdır belki de.
Değişmeyen Tahlike, Salgınlar
Gelecek veya geçmiş, hangi zaman dilimi olursa olsun insanın zaafı ve mücadelesi benzer. Son haftalarda dünyaya korku salan Corona Virüsü salgınının yaşattıkları, Orta Çağ’daki veba bakterisine karşı ne yapacağını bilmeyen insanların geçirdiği yazgının modern bir versiyonu gibi, zaman ve perdeler farklı ama sahne aynı. Dünya tarihinde kitlesel ölümlerin en etkilisinin salgın hastalıklarla geldiğini düşünürsek bu korkunun kültürel veya bilinçdışı kaynağını daha net anlayabiliriz. Yedi yüz yıl önce vebaya karşı savunmasız, yabancı, eli kolu bağlı kalan ile şimdi bir virüsün ardından küresel anlamda mücadeleye girişen insan aynı kaderi paylaşıyor.
Örneğin, yaşam koşulları, pislik, altyapı eksikliği ve bakımsızlıktan yayılan kolera vibriyonu ve onun neden olduğu salgın hijyenik önlemlerle büyük oranda halledilse de epidemi riskine dair faktörler değişkenlik gösterebiliyor. Bugün Corona ancak yarın ne olacağını bilemiyoruz. Tanımlanamayan, fark edilse bile önlem alınması yılları bulan virüsler, özellikle genetik müdahale yeteneğinin geliştiği bu çağda insanoğlu için tehlike, panik ve korku yaratmaya devam edecek gibi görünüyor. Çağlar, yüzyıllar akıp gitse de zaaflar tam anlamıyla onarılamıyor, sadece şekil değiştiriyor. Bu durum ise bizi savunmasız kılıyor.
İthaki Yayınları‘nın okurla buluşturduğu Kıyamet Kitabı, bilimkurgu tutkunları için kuşkusuz heyecan verici, birçok disiplinin iç içe geçtiği farklı bir deneyim sunacaktır. Ancak romanın sadece bilimkurgu okurlarına hitap ettiğini söylemek ona haksızlık olur. Eser çok katmanlı yapısı, konu bakımından sahip olduğu çeşitlilik ve sunduğu bakış açısıyla tarihe ilgili okurlar için de dikkati üzerinde topluyor.