Man Booker ödüllü George Saunders’ın yazar kimliğini açıklamaya çalışırken bilinen tüm basmakalıp kelimelerin ve tanımlamaların dışına çıkmak gerekir. Örneğin sürükleyici, merak uyandırıcı, çok katmanlı, özgün bir dile sahip tarzı, farklı eserler için dile getirilebilecek ifadeler aslında eser veya yazarın genelde öyle olmadığının ipuçlarını verir, zorlama etiketlerdir. Kimi yazarlar bu nitelikleri eserlerine işlemek için özel çaba sarf etseler de, daha önce karşımıza çıkmayan tarzda bir metinle bizi baş başa bırakan diğerleri için birkaç laf etmek icap ettiğinde, çoğunlukla kolaya kaçıp yine az önce sıraladığım kelimeleri ağzımızdan kaçırırız. Çünkü o metinler bir güzellik vadetseler de okuru aslında tekdüze bir değerlendirmeye götürmekten başkasını yapamazlar.
Değerlendirme anlamında okuru zorlayan metinler daha çok yenilikçi olmalarıyla, kalıpların dışına çıkmalarıyla bunu başarırlar. Hâliyle söz konusu bu basmakalıp kelimelerin hiçbiri ilk defa karşılaştığımız o yazar ve bizi şaşkına çeviren eseri için yeterli gelmeyecektir. İkna Ulusu tam da böyle bir öykü kitabı olduğu için onu yorumlamak da klişe ifadelerin ötesinde bir bakış gerektiriyor. Kısacası onun hakkında bir şeyler söylemek, öyküleri ne kadar çok sevseniz de muhtemelen kolay olmayacaktır. İkna Ulusu’nda yer alan öyküleri birden çok türe göre ele almak hem sınırlayıcı yaklaşımdan uzaklaşmamızı hem de doğru bir görüş açısı yakalayabilmemizi sağlayacaktır. Bilimkurgu, distopya, kara mizah veya gerçeküstü, ona ne derseniz deyin, sonunda yazarın o an okuduğunuz söz konusu öykü için neden böyle bir anlatı yolunu seçtiği üzerine kafa yormanız olasıdır. Burada bilimkurguya daha yakın okurlar olarak on iki öykünün bir kısmını bilimkurgunun zihin açıcı gelecek manzaralarına, bazılarını ise distopyanın ürkütücü atmosferine dahil etmek bizim için kaçınılmaz görünüyor.
Benim Frapan Torunum isimli öyküyü ele almak, İkna Ulusu’nu komple tepeden görmeye yardım edecektir. Eser insanların kendi tercihlerine göre reklam içeriklerine maruz kaldıkları bir sistemi ve bu sistem içerisinde yaşamak zorunda kalan kişilerin en ufak bir istek, heveste bile karşısına çıkan duvarları mizahi bir dille ele alıyor. Özel reklamlar sadece o kişiye görünür ve işitsel odaklayıcılar aracılığıyla özel reklamları sadece o kişinin duyması sağlanır. Etrafına ne kadar çok bakınıp reklam mesajı alırsan senin için o kadar iyidir. “Sizi bu kadar iyi tanımamız, istediğiniz ve ihtiyaç duyduğunuz şeyleri bulmamıza yardım edebilmemiz harika değil mi?” Hepimiz bir şeyler almaya zorlanan bireyleriz ve Saunders’ın bu çılgınlığın nereye kadar gidebileceğine dair tuttuğu ışık gerçekten korkutucu oluverir.
İkna Ulusu her şeyden önce tüketim toplumuna, insanların bir şeyler satın almaları için yaratılan ve içeride-dışarıda hemen her yerde devreye sokulan türlü reklam aygıtına karşı eleştirel bir yaklaşım sergiliyor. Bunun en iyi örneklerinden biri de kitabın ilk öyküsü Konuşabiliyorum. ÇocukSevgisi isimli bir şirketin satış görevlisi, öğle yemeği arasında ürün iadesi talep eden bir müşterisine mektup yazar ve öykünün kurgusu bu bağlamda şekillenir. “Konuşabiliyorum” isimli bir maske, yenilikçi ve gerekli bir eğitim aracı olarak sunulur. Bebeklerin yüzüne takılan bu maske, sık kullanılan işitsel kalıpları tanımak ve bu kalıplara sanki bebek konuşuyormuş gibi karşılık vermek gibi bir özelliğe sahiptir. Maske farklı modellere sahiptir. Satış temsilcisi üründen memnun kalmayan müşterisine Konuşabiliyorum’un neden harika olduğunu anlatırken diğer modelleri tanıtmak ve onları tavsiye etmekten de geri durmaz. Mektup sürüp giderken insanların doğdukları andan itibaren tek tip bir birey hâline gelmeleri için neler yapıldığı veya yapılabileceğine dair rahatsız edici bir fikir ediniriz.
Saunders bu eleştiriyi, farklı bir öyküde ünlülere benzemek için estetik yaptıran insanların yaşadıklarıyla da ele alır. 2006’da yayımlanan İkna Ulusu’nun o günden bu yana eleştirisinin güçlendiğini, insanların artık ünlülere benzemekten ziyade kaş, göz ve yanaklarını tektipleştirmek için estetik operasyonlara yönelme çabalarından görüyoruz.
İkna Ulusu, toplumların geleceği nasıl inşa edilmemelidir sorusuna içindeki öykülerle bir cevap arıyor. O öykülerden biri de Jon’dur. Öykü, bebeklik döneminde ebeveynleri tarafından satılan insanların dış dünyadan yalıtılmış bir tesisteki hayatlarına değinir. Tesisteki bu özel kişiler birtakım ürünlerin değerlendirilmesi ve reklamlarla kitlelere ulaştırılmasında görevlidir. Görsel medya denilen şey sadece reklamlardan ibarettir. Söz gelimi herhangi bir durum karşısında o durumu karşılayacak bir cümleyi, ifadeyi kitaplardan veya filmlerden alıntılamak yerine Yer İmleri denilen reklam sahneleri kullanılır. Jon bu yalıtılmış dünyadan çıkmak ister ancak bu adım kolay olmayacaktır, onu çeşitli tıbbi işlemlerden geçeceği bir merkeze alırlar. Dış dünyaya uyum sağlamadan önce tesiste elde ettiği tüm tecrübeler ondan alınacaktır. Bu süre boyunca belki kişiliğinden mahrum kalacak, ağzından çıkan cümleler yer aldığı reklamların metinlerinden ibaret olacaktır. Öyküde yer alan, daha doğrusu reklam unsuru olan nesneler daima kayıtlı ticari marka sembolü ile ifade edilir. Öykü belki de artık özel hayatı tehdit eden kurumsal yaşamın insanların özgür iradelerine set çektiğine dair bir resim çizer.
Kitabın en etkileyici öykülerinden biri de 93990’dır. Borazadine isimli bir ilacın geliştirilme sürecinde kobay olarak kullanılan bir grup maymun üzerinde gerçekleştirilen işlemler bir rapor hâlinde sunulur ve gerçek bir distopya atmosferine sahiptir. Deney gruplarına farklı dozlarla verilen ilacın malum sonucu ölümcüldür. Bu şekilde maymun grupları tek tek ortadan kalkar. Bir tanesi hariç, 93990 koduna sahip olan maymun. Yüksek dozlara karşı bile semptom göstermeyen bu küçük, çelimsiz maymunun öldürmesi için ne kadar artırılırsa artırılsın hiçbir doz yeterli gelmeyecektir. 93990’nın artık ölü olan arkadaşları ilaç onları nasıl etkiledi diye otopsiye alınırken, 93990 ise ilaç onu neden öldürmedi diye öldürülür ve bedeni otopsiye alınır. Zayıf da olsanız güçlü de olsanız, sizi pazarlamak için içinizde ne varsa alan bir sistemle yaşamak zorundasınızdır.
Kitabın en ilgi çekici öykülerinden biri de Amerikalı Brad Carrigan’dır. Açıklayıcı metinleriyle bir senaryo diline sahip olan öykü, hayatları gerçekten de birer senaryodan ibaret olan insanları anlatır. Sürekli değiştirebilir bu senaryodan olsa gerek, öykünün gerçeküstü bir yapısı vardır. Özellikle mekânlardaki değişimler ve karakterlerde bunu fark etmek mümkündür. Bencilliğe karşı merhamete ve paylaşmanın iyileştirici olduğuna inan Brad isimli kahramanımız bir şeyleri değiştirmek istese de, senaryo sürekli daha da kötüye gider. İşin ilginci ise karakterlerimiz de bir senaryonun parçası olduklarının farkındadır. Doğumdan ölüme kadar bizim için karar veren birileri vardır, ister ailevi isterse kurumsal olsun, onlar toplumu inşa etme konusunda dur durak bilmeden çalışırlar.
George Saunders toplumu un ufak ettiği hâlde sebebini fark edemediğimiz yakıcı duygulara değiniyor. Dünya ve toplumlar bir şekilde dizayn edilmiştir ve çevremizde gördüğümüz her şey bir şeylerin reklamı, propagandası olmaktan ibarettir. Reklamlar, fikirler bir şeyleri daha çok satabilmek, kitlelere entegre edilmek için sürekli karşımızdadır. Onlara maruz kalmadan geçirebileceğimiz bir gün bile yoktur. “Gerçek şu ki, bu aptal sistem döndüğümüz her yerde acıya yol açıyor.” Dolayısıyla bu metinlerde kendi gerçekliğimizin farkına vardığımızda bizi saran bir hüzün de mevcut.
İkna Ulusu, öykücü yönüyle öne çıkan yazara ait belirli özelliklerin bütününü yansıtmaya yakın bir eser. İçinde yer alan on iki öykünün, farklı sahne ve yaklaşımlara sahip olsalar da hemen hemen aynı atmosferde kimlik bulduğunu görüyoruz. Saunders ele aldığı karakterlere bir ses, ortak bir dil verme konusunda zorlanmıyor. Kurgu, mekân ve karakterlerin gerçekçi veya gerçeküstü bir anlatıyla sunulması her öyküyü farklı bir düzleme yerleştirse de onların bir bütünün parçası olduklarını her şeye rağmen anlıyoruz. Saunders’ın üçüncü eseri olan İkna Ulusu’nda artık edebi anlamda neyi nasıl yapmak istediği konusunda kendine inandığını ve güvendiğini hissediyoruz. Çoğu öyküde yer alan ticari marka sembollerini -onun hiç hoşuna gitmeyeceğini düşünsek de- belki Saunders’in öykü isimlerinin yanına da koymak bu bakımdan mümkün.
Delidolu Yayınları’nın titiz bir çalışmayla okura sunduğu İkna Ulusu’nu Niran Elçi Türkçeleştirdi.