”Küçücük bir dünyada büyük insanlar olarak kalmak mı istiyoruz, yoksa uçsuz bucaksız bir dünyada küçük insanlar olmak mı?
İngiliz astronom Fred Hoyle tarafından 1957 yılında yazılan Kara Bulut (The Black Cloud), 60’lı yılların ortasında Dünya’ya doğru gelen bir bulutsuyu ve bu sorun üzerinde tartışan bir grup bilim insanını konu alıyor. Çevirisini Gül Korkmaz’ın yaptığı eserin kapak görselinde ise Hamdi Akçay’ın imzası bulunuyor. Bilimkurguda kıyamet ve kıyamet sonrası dünya çokça işlenen temalar arasında. Örneğin H. G. Wells’in Dünyalar Savaşı romanında kıyamet robotların istilasıyla gerçekleşirken, Richard Matheson’ın Ben, Efsane romanında bu tema zombi diyebileceğimiz yaratıkların varlığıyla hayat buluyor. Yazar Fred Hoyle’ın ilk bilimkurgu romanı olma özelliğini taşıyan Kara Bulut ise kıyameti kozmik bir etkene dayandırarak işliyor.
Kara Bulut’ta olaylar siyah bir bulutsunun keşfiyle başlıyor. Aslında birçok gözlemevi tarafından izlenilmesine rağmen, bulutsuyu ilk keşfeden Knut Jensen oluyor. Jensen’in aldığı görsellere ve yapılan araştırma sonuçlarına göre, bu bulutsu saniyede 70 km/h ile Dünya’ya doğru geliyor. Tabii elde edilen bilgiler hem bilim çevrelerini hem de dönemin büyük devletlerini kargaşaya sürüklüyor ve kıyametin sesleri gizliden gizliye tüm devletleri etkisi altına alıyor. Olaylar, pek çok ülkeden gelip bir araya toplanan bilim insanlarının kendi aralarındaki tartışmalarıyla devam ediyor.
Dizi ve filmlerde olduğu gibi edebiyatta da okuru konuya adapte etmek oldukça önemli bir beceri. Okurunu ilgi çekici bir açılış ve hikâyeyle kıskıvrak yakalayan eser, son sayfasına kadar merak unsurunu kullanmaktan çekinmiyor. Ayrıca yazar Fred Hoyle, konuyu işletirken bir yandan da mesleğiyle ve matematikle ilgili inanılmaz bir bilgi aktarımına girişiyor. Astronom ve gözlemciliğin ne olduğu, burada çalışanların neler yaptığı ve somut çalışmaların hangi aşamalardan geçtiği çok yoğun bir şekilde aktarılıyor. Hikâyenin gelişme kısmında, uzmanların olası sorunlar üzerindeki hesaplamalarına ve devlet yetkilileriyle olan fikir çatışmalarına tanıklık ediyoruz. Bulutsu keşfedilmiş ve gezegenimize doğru geldiği kesinleşmiştir. Knut Jensen ve Doktor Marlow, konuyu diğer uzmanlarla görüşür. Yaklaşık 13 ay sonra Dünya’ya ulaşacağı tahmin edilen bulutsu ya doğrudan Dünya’yı etkisi altına alacak ya da önce Güneş’e ulaşacaktır. Fakat her iki olasılığın da insanlığı etkileyeceği kesindir. Üçüncü bir ihtimal ise bulutsunun hem Dünya’yı hem de Güneş’i teğet geçmesidir. Çok düşük bir ihtimal olsa da bazı uzmanlar ümitlidir.
Amerika, Almanya ve Rusya’nın öne çıktığı hikâyede, bilim insanları bulutsuyla ilgilenirken bir yandan da siyasi çıkarlarını düşünen devlet yetkilileriyle uğraşmak zorunda kalıyor. Bu noktada ülkelerin bilim alanındaki tutumlarına yer veren Hoyle, bilimin ve ona hizmet edenlerin çektiği zorlukları da gözler önüne seriyor. Zeki ve lafını esirgemeyen Dr. Kingsley, yapılan keşfin ve yaşanacak olayların insanlıkla paylaşılmasını istese de bunu başaramıyor ve gizlilik fikri üstün basıyor. Çünkü bulutsu, Dünya’da yaklaşık iki ay sürecek bir buzul çağını tetikleyecektir ve ortaya çıkabilecek kargaşanın önüne geçebilmek için bu bilginin kamuoyundan gizlenmesi gerekmektedir.
Bulutsunun bize ulaşmasıyla birlikle Dünya karanlığa gömülecek, sıcaklık zamanla düşecek ve yaşam büyük bir darbe alacaktır. Çoğu kişiye göre öncelikli çözüm, seçilmiş bir azınlığı yer altında inşa edilecek mağaralara hapsetmektir. Ancak bilim insanları, bulutsunun Dünya’yı ve Güneş’i kuşatması hâlinde hiçbir önlemin işe yaramayacağı fikrindedir. Artık tek kurtuluş yolu, bir müddet bizi karanlığa gömen bulutsunun sonrasında yoluna devam etmesidir. Ne var ki korkulan olur ve Güneş’i tamamen karartan bulutsu, tahmin edilenden daha uzun süre kalır. Yaklaşık 750 milyon kişi hayatını kaybeder.
Bilim insanları sorunlar, çözümler ve diğer etkenlerle mücadele ederken bol bol coğrafi bilgilerle ve matematikle haşır neşir oluyoruz. Özellikle bilim insanlarının teorileri ve tartışmaları, tekrar tekrar okunması gereken pasajlar arasında yer alıyor. Kurgu içerisinde bilimden uzak karakterlerin olması ve bilim insanlarının bu kişilere olayları en sade şekilde aktarmaya çalışması, kuşkusuz biz okurların da derin bilimsel teorileri anlamasını kolaylaştırıyor. Ancak hikâyede, Kingsley dışındaki karakterlerin derinlemesine işlenmediğini de belirtmek gerek. Bu yüzden karakterlerle bağ kurmada ve onların duygu dünyasına girmede zorlanabiliyoruz. Ayrıca Hoyle, hikâyenin sonunda bilimselliği bir kenara bırakarak bizleri şaşırtıcı ve düşündürücü bir olaylar bütünüyle karşı karşıya getiriyor.
Kısacası, Richard Dawkins’in en sevdiği bilimkurgu romanı olan Kara Bulut, betimlemelerden uzak cümleleriyle, okurunu oyalamadan hızla sonuca giden keskin geçişleriyle ve bilgilendirici tarzıyla dopdolu bir okuma deneyimi vadediyor.