Bazı kitaplar birden fazla kez okunmayı hak ediyor. Kim Stanley Robinson’ın Kızıl Mars’ı da bu kitaplardan. Tıpkı Dune ve diğer epik bilimkurgu eserleri gibi, Kızıl Mars da teknoloji, çevre ve karakterler olmak üzere çeşit çeşit anlatıya sahip. Yazarın her söylediğine katılmak mümkün değilse de kitap fazlasıyla okunmaya değer.
Robinson, kitabı NASA’nın da Rusya’nın da hayallerinde göreceği büyük araçlar ve cihazlarla donatmış. İlk yüz astronot-kolonist Mars’a Dış Uzay Mekiği Bölümü’nde yapılan devasa bir uzay aracıyla gidiyor ve buradan sonra da cihazlar gitgide gelişiyor. Bazıları kaotik Dünya’dan geliyor, bazıları ise Mars’ta yapılıyor: Gezegeni yaşanılır hale getirmek için devasa zeplinler, genetik mühendislik eseri mikroorganizmalar, bütün bir şehri kaplayacak mega kubbeli hafif çadırlar ve daha niceleri… Hikaye geniş bir haritayı, çeşitli teknoloji harikalarını ve uzun bir zaman skalasını içinde barındırıyor. Medeniyet Mars’ta inşa oldukça hayati araçlar da gitgide karmaşıklaşıyor ve bu araçlar, karakterleri Mars yüzeyinde gezdirip öyküyü şekillendiriyor.
Robinson’ın Mars yüzeyine ışık tutan tasvirleri, okuyucuyu İlk 100’ün ulaşmasından ve dünyalaştırma sürecinden itibaren sürekli daha fazlasını görme isteğiyle sürüklüyor. Üstelik bu kayda değer tasvirlerin birçoğu, 90’lardaki büyük keşiflerin de öncesine dayanıyor. Kitabın başlarında Sibiryalı mühendislik dehası Nadia Cherneshevsky, kurguya bir kaza ile giriyor ve kitabın bir diğer dikkat çekici karakteri olan Ann Clayborne ile birlikte jeoloji araştırmasına katılmayı kabul ediyor. Birlikte Mars’ın kuzey kutbuna giderken, Robinson yüzeyi şu şekilde betimliyor:
“Gökyüzü koyu kırmızı, bulanık ve mattı, yalnızca güneşin biraz batısında daha hafifti. Ann’ın bahsettiği bulutlar gökyüzünde çok yüksekte duran parlak sarı şeritler gibiydi. Kumda bir kısım ışığa yakalandı ve kum tepeleri bariz bir şekilde morumsu oldu. Güneş küçük bir altın düğme gibiydi ve onun altında iki akşam yıldızı görünüyordu: Venüs ve Dünya. Güneş ufuğa dokunduğunda kum tepeleri gölgelere dönüştü. Küçük düğme gibi güneş batının siyah çizgisine doğru battı. Şimdi gökyüzü kestane rengi bir kubbeyi andırıyordu. Tepedeki bulutlar karanfil pembesiydi. Yıldızlar her yerde yanıp sönüyordu ve gökkubbe canlı koyu bir menekşe rengine büründü. Kum tepelerini ise elektrik rengi sarmıştı. Öyle ki alacakaranlık bir deniz esintisi gibi siyah ovanın üzerinde dalgalanıyordu.”
Robinson, kitabında okurun merak duygusunu tatmin etmeye yetecek kadar Mars’ın doğal çevresini ve yüzeyini ayrıntılı bir şekilde adeta portreleyen tasvirler kullanmış. Ama aynı zamanda Mars’ın dönüştürülmüş halini ve insanlar tarafından inşa edilmiş yapıları tasvir etmekte de iyi iş çıkarmış (Özellikle devam kitapları olan Yeşil Mars ve Mavi Mars’ta). Okurken buraları ziyaret etmeyi çok istediğinizi fark edebilirsiniz. Hikayeyi bazen üçüncü tekil şahıs gözünden değil de karakterlerin gözünden anlatmak da Robinson’ın anlatımda kullandığı etkili bir yöntem. Bu sayede okuyucu Mars’ı ve Mars’taki topluluğu çok farklı perspektiflerde görebiliyor. Nadia’nın inatçı perspektifinden tutun da Ann Clayborne’un saplantılı hüznü ve John Boone’un gamsız coşkusuna kadar… Her birinin bakış açısı kendine özgü, inandırıcı; genellikle sevilebilir ve bir o kadar da hatalı.
Bir röportajında Robinson, Mars Üçlemesi‘ndeki amacının ütopik bir kurgu yaratmak olduğunu söylüyor. Kızıllar Mars’ı kendi saf madeni halinde bırakmayı isterken, yeşiller ise onu Dünya’ya benzer bir hale getirmek istiyor. Konservatizm (ya da kapitalizm) kaçınılmaz bir şekilde irrasyonel ve yıkıcı olarak betimleniyor. İlk Yüz’deki yalnızca tek bir üye kapitalist ve o da Robinson’ın bütün karakterlerinin bakış açısına göre yozlaşmış ve aptal bir tipleme olarak beliriyor. Kurgudaki idealistler (ve tabii kahramanlar) marksist, anarşist ya da liberal. Zaten romanın ana konusunu yaratan da Kırmızılar, Yeşiller ve kapitalistler arasındaki bu gerilim. Politik ayrılık açıkça vurgulansa da Robinson sonraki romanlarında yaptığı gibi politik bir açıklama sunmuyor. Yazarın politik bakışını kabul eden okuyucular, kitabın bu yönüyle bir sorun yaşamayacaklardır, ancak ekonomi betimlemesinin biraz puslu olduğu konusunda uyarmak lazım.
Sonuç olarak, Robinson’ın geniş vizyonu ciddiye alınmayı hak ediyor. O kadar ki bütün bunlara cevaben bir “Marslı Ütopyası” bile yazılabilir. Çünkü yazar etkileyici bir tasarımla gelecek dünyayı gözler önüne sermiş. Mars Topluluğu’nun, Robinson’ın şerefine bayrağını yeşil mavi ve kırmızı yapması bir hata değil. Çünkü yazarın çalışması Mars’a yerleşecek herkese ilham niteliğinde. Belki Mars’ta ne yapılacağı ve ne çeşit bir topluluk kurulacağı henüz bugünün konusu değil, ancak Robinson’ın eseri gelecekteki olası tartışmalara dair şimdiden fikir verir nitelikte…
Hazırlayan: Kadir Tanrıverdi