“Sadece yazın demek istiyorum. Sayfalar dolusu saçmalayın. Aptal olun, duygusal olun, içinizden gelen her sese kulak verin. Dil bilgisi kurallarını, teknik ve biçimsel alanda bilinen tüm kurallarla beraber ihlal edin, dökün, devirin. Kendi keşfiniz olan olmayan her türlü kelimeyi kullanın, şiirsel bir biçimde, düzyazı bir metinde, ya da elinize geldiği gibi bir çırpıda yazılan anlamsız sözlerle öfkelenin, sevin, alay edin. Ta ki yazmayı öğrenene kadar…” (Virginia Woolf)
Danell Jones, ABD’de yirmi yıla yakın bir süredir yazarlık dersleri veren, doktorasını İngiliz edebiyatı sahasında almış ve ünlü yazar Virginia Woolf hakkında uzman derecesinde bilgi sahibi olan bir akademisyen. Kaleme aldığı, Timaş Yayınları’ndan 2014’te çıkan “Virginia Woolf’tan Yazarlık Dersleri: Yedi Derste Yazma Sanatı”, Jones’un Woolf’a dair bildiklerinden yola çıkarak hazırladığı bir proje. Kitabın, cevabını vermeyi amaçladığı soru: “Eğer Virginia Woolf bir yazarlık dersi veriyor olsaydı, öğrencilerine neleri öğütlerdi?” Zaten anlatım da, hayali bir sınıf ortamında 2000’li yılların yazar adaylarının öğretmen Woolf’la yazmak üzerine yaptığı zaman ötesi sohbetler üzerinden ilerliyor.
Virginia Woolf’un yazarlık serencamının izini sürebileceğimiz kendi günlükleri, yazmak isteyen kadınlara hitaben kaleme aldığı “Kendine Ait Bir Oda” ve genç yazarlara seslendiği “Genç Bir Şaire Mektup” –Çünkü Woolf, yazının en kâmil formu olarak şiiri görüyordu- adlı eserlerini temel alan Jones’ın kitabında yer alan tavsiyelerden bahsetmeden evvel, Woolf’a dair birkaç tanıtıcı cümle sunmak yerinde olacaktır.
1882’de Londra’da hayata gözlerini açan Virginia Woolf, 20. yy. edebiyatında “bilinç akışı” tekniğinin öncülerinden ve en başarılı temsilcilerinden biri olmuştur. Bu tekniği esas alan edebiyat ürünlerinde, olaylar ve karakterler dış bir gözün onları betimlenmesi yoluyla değil, karakterlerin karşılaştıkları olaylara ilişkin duygu ve düşüncelerinin okura yansıtılması yöntemiyle anlatılır. Özetle, özneler kişiler değil bilinçlerdir ve zaman, olayların ilerlemesiyle değil olayları duyumsayan bilinçlerin algı sıçramalarıyla akar. Woolf, bilinç akışı tekniğiyle “doğurduğu” Mrs. Dalloway, Dalgalar, Deniz Feneri gibi şiir-romanlarında -Woolf romanları için kullanılması elzem bir ön takı!- zaman ve mekânı tamamen aşmayı hedeflemişti. Bir dönem aşkla bağlandığı Vita Sackville-West adlı kadına ithaf ettiği Orlando adlı romanında ise, yüzlerce yıl boyunca yaşayan ve bu süre zarfında biyolojik cinsiyeti erkekten kadına dönüşüme uğrayan bir diplomatın öyküsünü anlatmaktadır. Woolf’un kelimeler dünyasıyla yaptığı yoğun alışverişin getirdiği zihinsel yükü kaldıramayan aklı, onu ruhsal bir bunalımın içine düşürmüş, 59 yıllık ömrüne ceplerine doldurduğu taşlarla kendisini evlerinin yakınındaki ırmağın “dalgalarına” bırakarak 1941’de noktayı koymuştu.
Danell Jones’ın kitabında Woolf’tan ödünç alarak aktardığına göre, yazarlık yolunda atılacak ilk adımlar, kişinin kendine ait bir çalışma yeri ve zamanı olması. Eğer bu çalışma yeri müstakil bir odaysa çok daha iyi elbette, ama buna imkân yoksa evin bir köşesi de bu amaca dönük olarak parsellenebilir ve o köşe diğer ev ahalisi için “girilmesi yasak bölge” ilân edilebilir. Kendine ait çalışma zamanından kasıt ise yazar adayının onu fuzuli olarak meşgul eden her şeyin aşırılığından – televizyon, internet, arkadaş sohbetleri vb. – bağımsızlığını kazanması ve günün belirli bir vaktini yazmaya ayırması. Bu bağımsızlığı kazanmak, kitabın ifadesiyle “evin meleğini” öldürmeyi gerektiriyorsa bu da yapılmalı. Evin meleği, vaktini 7/24 eşine, sevgilisine, çocuklarına, ev ya da ofis işlerine ipotekleyen anlamında… Kelimelerle hem dem olabilmek için zihnin bir alanının yaşamın rutininden özerk kalması gerekiyor.
Kişinin etrafındaki olaylara ve insanlara dair farkındalığını artırması da yazarlık yolunda atılacak diğer adımlardan. Bunun için de Jones, Woolf’un ağzıyla, yürüyüş yapmayı ve bu yürüyüşler esnasında karşımıza çıkan nesnelere ve canlılara dikkat etmemizi öğütlüyor. Onları dikkatle gözlemlemek, zihnimize yaptıkları çağrışımlar selinde yol almak demek. Mesela bir kafede otururken yan masadaki insanları –elbette fark ettirmeden!- süzebilir ve onlar için hayat hikâyeleri uydurabilirsiniz. Şu yaşlı teyze, hangi yılın Türkiye güzeliydi? Ya kaldırımda yatan dilenci, bir zamanların Milli Piyango büyük ikramiye talihlisi değil miydi? Şu çimlerdeki garip nesne acaba komşu yıldız sisteminden bir uzaylının Dünya’da yaptığı piknikten geriye kalmış olabilir mi?
Günlük tutmak, kitapta bilhassa üzerinde durulan başka bir tavsiye. Gün aşırı ya da günü gününe olamasa da, yazar adayının yaşadıklarını, yaşadıklarına dair duygu ve düşüncelerini düzenli kaydetmesini Woolf çok önemsiyor. Günlük aynı zamanda, roman / öykü karakterlerinin ilk kez hayat bulacağı, şiir dizelerinin eskizlerinin yer alacağı bir çalışma defteri, hatta zihne üşüşen kelimelerin serbestçe dans ettiği bir oyun bahçesi olarak da kullanılabilir. Ama tabii kendine ait bir kalemle… Her yazar adayının, kelimeler dünyasıyla gerçek dünya arasında köprü görevi gören, kendine ait özel bir kalemi olmalı ve yazmak için bu kalemi kullanmalı.
Kitapta, kurgu ve karakter yaratma, anlatım, biçim, bakış açısı gibi değişik konularda daha pek çok “Woolf-Jones tavsiyeleri” yer almakta. Her bir bölümün sonunda Jones, yazmayı dert edinenlerin kalemlerini güçlendirecek ev ödevleri sunmuş. “Virginia Woolf’tan Yazarlık Dersleri”, yazmayı isteyen, ama bunun için bir pusulaya ihtiyaç duyan her yazar adayının okumasının faydalı olacağı bir kitap. Buna bilimkurgu yazmak isteyen yazar adayları da dâhil. Unutulmamalı ki, bilimkurgunun büyük ustalarından Ursula K. Le Guin de pek çok yazısında ve konuşmasında, Woolf’a atıf yapmaktan geri kalmıyordu. Bilhassa cümleleri kaleme alırken kelimelerin ritmi konusunda sürekli Woolf’u örnek vermesine Guin’in “Zihinde Bir Dalga” kitabında rastlıyoruz. –Ki bu kitabın ismi de Woolf’un “Dalgalar” romanımsısına (çünkü Dalgalar kesinlikle romandan öte bir şey) açık bir gönderme-
Dileyenler, Jones’un “Virginia Woolf’tan Yazarlık Dersleri” kitabının ardından, Woolf’un ölümüne dek 27 yıl boyunca tuttuğu günlüklerden kocası eliyle düzenlenmiş, İletişim Yayınları tarafından 2008’de Türkçe’ye kazandırılan “Bir Yazarın Güncesi”ni de okumalı. Bu güncede satırlar boyunca ilerlerken, Woolf’un ileride herhangi bir romanında karşımıza çıkacak karakterlerin ilk doğduğu ana şahit olmak müthiş bir deneyim.