Distopya, bilimkurgu edebiyatı içerisinde sağlam bir geçmişe sahiptir. Distopyalar ciddi ve karanlıktır. Tıpkı kabusların beyni kötü senaryolara hazırlaması gibi okuyucuyuları muhtemel bir kötü geleceğe karşı uyarır. Bazen uyarıdan ziyade sadece çarpıcılık ön plandadır. Onca yıllık distopya geleneği, bir çeşit kovalamacanın (sistem ve karşıtları arasında) yüksek temposunda arka plan olarak kalır. Artık elimizi sallasak distopyaya çarpıyoruz zaten, hâliyle birbirinin tıpkısı, hemen hemen aynı tonda kötücül kehanetlerde bulunan “alışılageldik” distopyalardan ortalık geçilmez hâlde. Bilgisayar oyunları, romanlar, filmler, animeler… Liste uzayıp gidiyor ve aslında şu an gerçek hayatımız da bir distopya sayılır. Çevresel ve ekonomik kriz, pandemi, giderek yükselen göç sorunu ve milyonlarca kişiyi bulan dev bir mülteci trafiği…
Artık gerçek hayatımız bile bir distopyayken, edebi eserlerden nasıl bir orijinallik bekleyebiliriz? İşte, bu listede bahsedeceğimiz 10 eser, distopyaya yepyeni ve “tuhaf” bir bakış açısı kazandırmayı başarıyor…
Hafıza Polisi – Yoko Ogawa
Yoko Ogawa, Japonyalı bir yazar. Tuhaf ve karanlık hikâyeleri ile biliniyor. Ellinin üzerinde kurgusal ve kurgu dışı eseri var. Kalem oynattığı tek alan bilimkurgu değil. Hafıza Polisi, Kafka ve Orwell tarzı distopyaların birbirine geçtiği bir ada ülkesini ele alıyor. Bu adada gizli polis sadece insanların değil aynı zamanda kavramların da ortadan kaybolmasına yol açıyor…
Bir sabah bu ülkede uyanan vatandaşlar artık şapkaların ve kitapların olmadığı bir dünyaya gözlerini açıyor ve bundan haberleri dahi olmuyor. Çünkü gizli polis bu kavramları yalnızca fiziksel dünyadan değil aynı zamanda insanların hafızalarından ve zihinlerinden de söküp alıyor. Hafıza Polisi, kelimenin tam anlamıyla bir kâbus…
A Planet For Rent – Yoss
José Miguel Sánchez Gómez ya da edebiyat dünyasında bilinen ismiyle Yoss, Küba’nın bilimkurgu dalındaki en büyük temsilcilerinden. Yirminin üzerinde edebi eser üretmiş, Küba’da ve dünya çapında atölyeler düzenlemiş ve Tenaz isimli bir heavy metal grubunda solistlik yapmıştır. Bu yazarı henüz Türkçede okuma şansımız olmadı.
A Planet For Rent isimli distopyası, İngilizceye çevrilmiş ilk eseri. Bu eser bir nevi Küba, kapitalizm ve Castro eleştirisi. Oldukça cesur, karanlık ama aynı zamanda renkli bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Gelecekte, uzaylı istilasına uğrayan bir dünyayı konu alıyor. Dünya o denli büyük bir ekonomik ve çevresel yıkıma uğruyor ki, en nihayetinde gezegeni kurtarmak uzaylı kolonicilere kalıyor. Uzaylılar bu yıkıntı gezegeni ele geçirip turistik bir merkeze dönüştürüyor. Artık yıldızlararası sert bir bürokrasinin esiri olan insanların daha iyi bir hayat için pek bir çıkış yolu kalmıyor. Koloni polisi için çalışmak, kara borsada iş kovalamak, uyuşturucu satmak ya da bir çeşit sanatçılık; kendilerini uzaylı turistlere pazarlamak… Eğer böyle yaşamak istemiyorsanız, derme çatma (ve illegal) uzay gemilerine atlayıp gezegenden kaçabilirsiniz…
Antilop ve Flurya – Margaret Atwood
Margaret Atwood ve distopya denildiği zaman akla ilk başta Damızlık Kızın Öyküsü geliyor, lakin yazarın son derece ilginç başka distopyaları da var; Antilop ve Flurya gibi. Bu kitap MaddAddam üçlemesinin başlangıcı ve post-apokaliptik bir gelecekte geçiyor. Dünya artık laboratuvar üretimi insansıların sağda solda gezindiği bir harabeden ibaret ama romanın başkahramanı sayesinde sık sık kıyametin yaşanmadığı geçmişe dair geri görümler okuyoruz.
Kıyametten önceki yıllar adeta bir distopya. İnsanlık birtakım şirketler tarafından pasifize edilmiş durumda. Organik yaşam adeta bir oyun alanına dönüştürülmüş. Yapay organ üretilen çiftlikler, aşırı nüfus sorununu “gizlice” çözecek Viagra benzeri haplar, insanlığın giderek yüksek teknolojili ama mantıksız bir distopyaya sürüklenmesi… Derken, bu distopyanın bir çeşit kıyamet ile yıkılması ve bunun ardındaki kişiyi görüyoruz. Günümüzde genetik mühendisliği ve hayvan vücutlarında insan organı yetiştirme projeleri giderek hız kazanırken böylesi bir distopya çarpıcılık kazanıyor.
Beni Asla Bırakma – Kazuo Ishiguro
Never Let Me Go ya da dilimizde bilinen ismiyle Beni Asla Bırakma, 2005 yılında Kazuo Ishiguro’nun Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasından seneler önce basılmıştı. Ishiguro bu roman sayesinde rüşdünü zaten ıspatlamıştı. O gergin ve minimalist üslubu ile romanı normal gerçeklikten tuhafa doğru ustaca sürüklemişti.
Yazarın bu eseri ilk başta sahiden de hiçbir “tuhaflık” göstermeyen, sıradan bir ortamda başlar. Hatta okuyucu bunun öylesine bir gençlik romanı olduğunu bile düşünebilir. Kitap hakkında daha fazla bilgi vermekten kaçınacağız çünkü fazlası sürprizbozan olarak kabul edilebilir. Yine de Ishiguro’nun verdiği şu demeci okumakta fayda var.
“Metaforik diyarların cazibesini daima hissetmişimdir ve asla tam manasıyla bir realist olmadım. Yapmaya çalıştığım tek şey evrensel bir anlatı sunmaya çalışmak. Yeni nesil yazarların mesajlarını verebilmek için distopik dünyalar ya da alternatif gerçeklikler gibi klasik bilimkurgu öğelerini kullanması beni heyecanlandırıyor.”
Gun, with Occasional Music – Jonathan Lethem
Jonathan Lethem, kitapları Türkçeye de çevrilmiş bir yazar. Sıra dışı bir stili ve türler arası yaptığı baş döndürücü geçişlerle biliniyor. Bundan kasıt; yüksek edebiyat ve popüler kültürü ustaca harmanlayabilmesi. Bu listede bahsettiğimiz romanı ise henüz Türkçede yok. Distopya içerisinde geçen bir dedektif kurgusu ile karşı karşıyayız.
Karakterimiz geleceğin San Francisco’sunda bir cinayeti çözmeye çalışır. Dünya ilginç şeylerle dolup taşmaktadır. Örneğin konuşabilen hayvanlar (ki bunlar organize suça bile karışmış durumdadır), aşırı derecede zeki bebekler, karma kredi kartları ve tabii keman seslerine sahip silahlar…
Duplex – Kathryn Davis
Duplex son derece karmaşık, unutulmaz ve ilginç. Bir okuyanın bir daha aklından çıkması kolay değil. Ne yazık ki Türkçede bulunmuyor. Peki bu kitap tam olarak hangi alana giriyor? Bilimkurgu? Distopya? Fantazya? Dehanın uğradığı çoğu eserde olduğu gibi, bu eseri de bir kılıfa sokmak zor. En iyisi bütün alanlardan biraz aldığını söylemek.
Kitap tam olarak, karanlık bir Amerikan masalı diyebiliriz. Twilight Zone benzeri bir banliyöde geçiyor. Her şey karanlıkta ve gerçek dışı birçok şey ortalarda serbestçe geziniyor. Body-Without-Soul denen sapık bir büyücü, öğrencileri yanlışlıkla paramparça eden küçük robotlar, insanötesi Aquanotlar… Roman fazlasıyla Amerikan kültürüne hitap ediyor, ancak bu durum yazılmış en ilginç distopyalardan biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
The Warren – Brian Evenson
Brian Evenson korku edebiyatının günümüzdeki ustaları arasında anılıyor. Çoğu eserinde distopik ve apokaliptik unsurlar bulunuyor. Listemizde yer alan The Warren isimli çalışmasında ise varoluşçuluk felsefesini, body horror isimli korku alt dalı ile buluşturuyor ve bunu kıyamet sonrası bir düzleme aktarıyor.
X diye bilinen bir varlık, kıyamet sonrası dünyada hayatta kalan tek kişi olduğunu sanıyordur. Lakin kendisinin bir “kişi” olup olmadığından bile emin değildir. Tehlikeli arazilerde keşif yaparken kendine hiç benzemeyen bir varlıkla karşılaşır. Bu, bütün gerçeklik algısını ters yüz eder. Böylece okuyucu, giderek daha karanlık, gizemli ve değişken hâle gelen bir dünyanın içine çekilir.
Secret Rendezvous – Kōbō Abe
Kobo Abe kimi zaman Japon edebiyatının Kafka’sı olarak nitelendirilir. Bu listede andığımız eserinde sahiden de Kafkaesk bir kurgu çıkarıyor ortaya.
Karakterin karısı hastaneye kaldırılır. Adam, karısını bulmaya çalışırken dev bir hastane labirentinde kaybolur. Adeta Kafka ve Dali eserlerinin iç içe geçişini andıran bir kurgu. Felsefe yapan doktorlar, imkânsız hastalıklar, yarı at bir güvenlik şefi… Yarı satirik, yarı kâbus… Okuduktan sonra bir süre boyunca hastanelerin yakınına bile uğramak istmeyeceksiniz.
Rüyanın Öte Yakası – Ursula K. Le Guin
Romanın başlarında dünya oldukça kötü bir durumdadır, iklim değişikliği ve nüfus yoğunluğundan dolayı çevresel bir yıkım yaşanmaktadır. Bütün dünya genelinde savaşlar patlak vermiştir. Lakin birdenbire gerçeklik değişir… Ve sonra yine değişir ve sonra yine değişir. Peki bu nasıl oluyor? Gönülsüz bir kahramanın rüya görmesi ile…
Bu gönülsüz kahraman gördüğü rüyalar sayesinde dünyanın hatta evrenin bile gerçekliğini etkileyebilmektedir. Bir bilim adamı da bu özelliği fark edip, daha iyi bir dünya yaratma çabasına girişir… Fakat bütün girişimleri ters teper. Örneğin nüfus sorununa çözüm bulmaya çalıştığı zaman bir salgın hastalık insanlığı yıkıma uğratır. Dünya barışını sağlamaya çalıştığı zaman da uzaylı kaplumbağalar Dünya’yı istila etmeye başlar; bunun sonucunda da insanlık sahiden kendi aralarında savaşmayı bırakıp “barışır” ama bu sefer de uzaylılara karşı mücadele etmek zorundadırlar. Zorla dayatılan bir ütopyanın, distopya olarak geri tepeceğini gösteren bu eser, gerçekliğin dehşet verici değişimiyle de PKD’ye selam gönderiyor.
Mevki Uygarlığı – Robert Sheckley
Robert Sheckley’nin en başarılı eserlerinden biri olan Mevki Uygarlığı, iyiliğin hor görüldüğü, suçun kanun sayıldığı etkili bir hiciv. Ranzasında uyanan adam, kim ve nerede olduğunu bilmiyor. Kapısına gelen korumanın dediğine göre ismi 402. Sandığı gibi bir hastane odasında da değil. Sonradan öğrendiğine göre adı Will Barrent, cinayetten suçlu bulunduğu için Omega gezegenine sürgün edilmiş. Ve Dünya’dan sürülmeden önce, tüm suçlulara yapıldığı gibi hafızası silinmiş.
Suçluların kontrolü altındaki, yeni gelenlerin ortalama hayatta kalma süresinin üç yıl olduğu vahşet dolu ceza gezegeni Omega’da ölmemenin tek yolu ise öldürmekten geçiyor. Mutlak hukukun hüküm sürdüğü ancak söz konusu kanunların alt sınıflardan gizli tutulduğu, yeni sürgünlerin hayatlarına hiyerarşinin en dibinde başladıkları bu acımasız gezegende tutunmak için Will Barrent’ın da elini kana bulamaktan başka çaresi olmayacak.
Mevki Uygarlığı, kafasını ilerlemeyle bozmuş bir Dünya’nın karanlık yansıması.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade | Kaynak