Tutku tatil arası vermez! Kendi nesnesine sımsıkı tutunur ve aralıksız, cumartesileri pazartesilere bağlayarak varlığını sürdürür… Arkadi ve Boris Strugatski kardeşlerin romanı “Pazartesi Cumartesiden Başlar” böyle bir durumu ifade ediyor. Yazarların ifade ettiği gibi Hemingway romanlarına özgü “biraz kederli, umutsuzluk içinde, soğuk ve hem şeytani, hem de insani” bir gönderime sahip olan isim, bayramların olmadığı her şeyin aralıksız devam ettiği bir dünyayı betimliyor… Daha doğrusu bir tutkuyu…
Roman bir bilgisayar programcısı olan A.İ. Privalov’un, yolculuk esnasında YOKHİÇ Enstitüsü’nde (NIIChaVo) çalışan iki otostopçuyu arabasına almasıyla başlıyor. Kendilerine gösterilen bu iyiliğe karşılık olarak otostopçular bu zeki bilgisayar programcısını cimri mi cimri bir kadının evinde, olağanüstü yeteneklere sahip bir divanın bulunduğu odada misafir ederler ve olaylar bir anda karmaşıklaşır. Çok geçmeden Privalov, Enstitü çalışanları arasına katılır. Böylece kiralık arabasıyla bir sınır hattında seyahat eden kahramanımız, sahip olduğu bu farklı ve garip olanı görme istencinin peşine takılarak olağanüstüye geçiş yapar. Bu, temel düzeyde planın dışına çıkma, güzergahı terk etmedir.
YOKHİÇ büyü ve bilimin iç içe geçtiği, Merlin gibi büyücülerin kendilerine yer buldukları, tarihi ve doğayı farklı bir gözle görmenin mümkün olduğu bir yerdir. Örneğin işiniz başınızdan mı aşkın, hemen kendinizin bir kopyasını üretip iş yükünüzü hafifletebilirsiniz. Peki ya, harcandıkça geri dönen bir beş kopek bozukluğunuz olsaydı da sınırsız maden suyu içebilseydiniz? Ya da dönüştürücü ile gerçekliği farklı bir düzlemde deneyimleme imkânına sahip olsaydınız!
Olasılıklar sınırsız! Pazartesi Cumartesiden Başlar, her biri kendi özgülünde ayrı bir hikâye olabilecek, epizotlara ayrılmış, bir bilimkurgu eserinden bekleneceği gibi gerçekliğe karşı bakışımızı değiştirip, ona “yamuk” bakmayı sağlayan Strugatski Kardeşlerin güzel bir romanı. Romanda Rus peri ve çocuk masallarına, tarihsel figürlere göndermeler bolca önünüze çıkarken, İthaki’nin çevirisinde bu göndermeleri daha iyi anlamak için dipnotlar verilmiş. Roman bilim ve büyü arasındaki ince çizgiyi, A. C. Clarke’ın yeterince gelişmiş bir teknolojinin büyüden farksız olacağı sözünde olduğu gibi ete kemiğe büründürüyor. Bu geçişkenlik bilimkurgu ile sağlanıyor. Böylece romanı okurken tekinsizlik hissini de terk etmeden, yeniliğin nerden fırlayıp önünüze dikileceğini merakla bekliyorsunuz.
Roman bu durumu oldukça basit bir biçimde yapıyor. Kişiyi çevresindeki “sıradan” nesnelere farklı bir gözle bakmaya zorluyor. Onlardaki olasılıkları, geleceği çokça farklı düzenler içinde sunan, dolayısıyla sizi de artık siz olmayan biçimde yeniden kurgulayan bir geleceğin olanaklarını göstererek yapıyor. Böylece en önemli sorun “modern” yaşamın sıradanlaşması, heyecanını kaybetmesi, kısır döngülere bağlıymış gibi görünmesi olmuyor. Her gün aynı yolu yürüse bile orayı farklı bir gözle görebilmenin olumsallığı ortaya konuyor. Çevre aynı gibi görünse de onu algılayan özne farklılaştığı, yeniliğe açık hale geldiği için de her adım yepyeni bir olanaksıza geçiş olabiliyor.
Bu durum ise hemen hemen bir “bütünlük” duygusuna sahip kendisini “olmuş bitmiş”, “tamamlanmış” sayan kişiler için zor bir durum elbet. Böyle bir bakış açısının zamanı kavrayış biçimi zorunluluklar halindedir. Yarın ne olacağını, kaçta uyanacağını, bu uyanışın ona nasıl bir iş planı çizdiğini, bu güzergahta neler bulunduğunu ve sonunda ne bula(maya)cağını bilmektedir. Peki, gerçekten öyle midir? Yoksa aslında bir davranış, etki tepki ilişkisi midir? Roman bu konuda oldukça net biçimde davranışın esas sorun olduğunu ortaya koyup, gelecekteki oluşacak milyonlarca olasılığa kapımızı açmayı salıklıyor.
Yenilik ve umut hemen yanı başınızdadır. Örneğin sıradan bir masanın üzerindeki sıradan bir kalemde; o kalemle yazabileceklerinizdedir. Belki de her sabah tedirgince, sırt ağrılarıyla uyandığınız kanepenizde ya da yatağınızda, o “divan”da, oluşmuş M-alanı sırtınızdaki ağrılar yoluyla size “özel bir mesaj” göndermiştir de, siz bu mesajı bir türlü doğru yorumlayamıyorsunuzdur! Belki bu mesajı “doğru” biçimde yorumladığınızda oda ve içindekiler size çok farklı bir dünyanın kapısını açacaktır! Bunun için küçük bir adım atmak yeterlidir!
Pazartesi Cumartesiden Başlar, bilimkurgu tutkusunu tatillerde terk etmeyen, hep güneşli pazartesilerde yaşayan bilimkurguseverlerin okuması gereken bir serüven.
Unutmayalım!
“Herkes için tek bir gelecek yoktur…”