İmam Hatip Lisesi’nden kaçıp punk rock ve heavy metal alemlerine dalan eski cemaatçi bir genç kadının büyülü-gerçekçi tarzdaki romanı olarak nitelendirebileceğimiz ilk kitabı Pelin’den sonra, Murat Arda bu defa da okuyucularını Taksim Bahçesi’nde bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. 2013 yılının çağdaş Beyoğlu’sunun ayaklanma günlerinden, bir zaman tünelinden geçerek Osmanlı’nın çöküş dönemlerine bir seyahat olarak kurgulanan kitap, hem Gezi Parkı’nın tarihine hem de insanlık komedyasının geldiği noktaya fantastik bir bakış açısı getiriyor.
Ruhumu din, dil, mezhep, milliyet, cinsiyet ve ırka dair tüm aidiyet bağlarından soğan gibi soyup çırılçıplak bırakan roman; Taksim Bahçesi
Deniz Ünsal: Hepimiz bir Lazarus idik, dirilmiştik o günler… Üstelik de bir peygambere ihtiyaç duymaksızın… Geleceği parselleyip benliklere temlik koymaya yeltenenler nasıl da kaçmıştı meydanlardan ardına bakmaksızın… O destan üzerine çok yazıldı, okuduk, ancak henüz kimseler romanını yazmamıştı. Fantastik sürrealizmin yeraltı edebiyatının çırılçıplak realizmiyle çeşnilendiği bir ilk örnek olan Taksim Bahçesi, Murat Arda’nın o unutulmaz “Güzel günler göreceğiz çocuklar…” güzellemesini Gezi günleri ile harmanlayıp duvarlara serkeşçe yapıştırdığı bir kolaj adeta.
Ağır romanın sağından atıp solundan kaçan yeni bir kült, insanı İndiana Jones kamçısı yemiş gibi dumura uğratan betimlemeler; Taksim Bahçesi
Deniz Ünsal: Keşke bu satırları ben yazsaydım diyeceğiniz kadar size ve o efsane günlere ait, üzerine yorum değil sonsuz teşekkür yazılabilecek tarifsiz bir manzume Taksim Bahçesi. Zaman-mekan algısının iç içe geçtiği, olayların vuku bulduğu dönem ve yaşamların hep güncel olduğunu hissettiren, en sert ve yumuşak söylemleri bir arada harmanlamayı başararak kendinizi yaratılan bu sayko ortamın içinde var olmanızı sağlayan bir emek ürünü Taksim Bahçesi. Hem dünümüz, bugünümüz, yarınımız olsun dercesine…Uzun sarı saçları, mavi gözleriyle kendisini “Çingene Viking” olarak tanımlayan Arda, Taksim Bahçesi’ni “Saykodelik-Gerçekçi” bir roman noir olarak nitelendiriyor.
Whitesnake’ten Is This Love çalarken Namık Kemal köprüsünden vakvakları ürkütmeden geçen, gerçeküstü varoluşun insan tasviri; Taksim Bahçesi
Murat Arda: Büyülü Gerçekçilik, fantastik roman ve bunun gibi alternatif türler denildiğinde akla gelen yazım biçimlerinden biraz farklı bir üslup deniyorum. Ümit Alan’ın deyişiyle “çok zamanlı” bir kitap Taksim Bahçesi. Kara mizah ile roman noir’ın Ferit Edgü ciddiyetiyle harmanı, sokak diliyle Nazım Hikmet’in zamansız estetiğini birleştirme çabası, sınır tanımaz ama ahlaklı bir Jack Kerouac ile edepsiz bir Sait Faik bileşimi diyebilirim. Tarih ile fantazmanın düşsel bir çizgi roman naifliğiyle flörtü…
Dolunay gibi gelgitler, doğru ve yanlış etrafta boyna raks eder? Kulağa fısıldanan güçlü bir ses; “Geldikleri gibi giderler.” Taksim Bahçesi
Murat Arda: Belleğin intikamının peşinde bir roman Taksim Bahçesi. Hepimiz bir gün yok olacağız. Gezegenimiz dahil her şey gelip geçici. Taksim Bahçesi de, bundan hareketle mutlu ölebilmenin felsefesinin peşinde bir roman. Hayatın anlamını bilemiyoruz ama mutlu ölmenin yollarını keşfedebiliriz.
Tufan öncesi Nuh’un Gemisine bu defa hayvanlar salınıp insan çifti dolarken Musa’nın Boğazı Kızıldenizle birleştirdiği roman; Taksim Bahçesi
Murat Arda: Milyonlarca ışık yılı ötedeki geçmiş zaman nebulalarının yıldız tozu torunlarıyız. Hepimiz yıldızlardan geldik, yıldızlara gideceğiz. Kibirden, hırstan ve gündelikliğin hapishanesinden arınarak, bir kelebek gibi huzurla o büyük anı yakalamak, tekrar bir nebulaya dönüşmek. Ateş böceği bilgeliğiyle bu dünyaya veda etmek. İnsanlar doğuyor, büyüyor ve göçüyor. Bunun hakkını vermek gerek. Küçük hesaplar, algılarımızın hep odaklandığı şu fenomenal dünyadaki rol gerçekliğimiz acaba gözlerimize nasıl bir perde örtüyor? Bir su kaplumbağası ile, bir sincap ile, bir karga ile ya da bir yaprak ile neden empati kuramıyoruz? Atalarımız dört ayakları üzerindeyken bunu kısmen başarmıştı bence. Taksim Bahçesi, adına hayat dediğimiz “bu büyük şakanın” beyhudeliğinin anlamının ve bir yanıyla da insanın kendi doğasını keşfetmenin peşinde bir metin. Son nefesimizi vermeden önce “Bu neydi?” sorusunu bir roman formatında dile getiriyor.
Carlos Castenada’nın ruhu fetheden Don Juan öğretileri ve şehvet dolu De Sade’nin etcil Kazanova’sı arasında bir düello gibi Taksim Bahçesi.
Murat Arda: “Çağımın yazarıyım. Peyami Safa’yı taklit edemem. Şişman ve terbiyeli bir züppe yazar gibi davranamam. Kendim gibi olabilmenin peşindeyim. Başkasının bana imaj-makerlık yapıp okuyucunun ihtiyaçlarına göre steril metinler yazdırması bana göre değil. Sertlik, edepsizlik, ahlak-dışılık ama aynı zamanda hayata meftunluk doğamda var. Pelin adlı ilk romanımı reddeden yayınevinin kadın genel yönetmeni “bu kitapta çok fazla seks ve küfür var” diyerek burun kıvırmıştı mesela kitaba. Sanırım kendisini ornitorenkler dünyaya getirdi.
Ali Sami Yen işgal güçleri tarafından yıkılırken; General Harington Kupasını papazın çayırından İnönü Stadına taşıyan roman: Taksim Bahçesi.
Murat Arda: Geçmişin İstanbulu’na meditasyon yaparcasına bir yolculuk, asırlar-arası bir seyahat, kafası güzel bir metin vaadediyor Taksim Bahçesi. Bugün ile, dün ile ve gelecek ile eğlenceli ama kara roman tadında bir bağ kurmanın şifrelerini içeriyor. Pelin adlı romanımla bazı ortak özellikler de taşıyor, en az onun kadar keskin ve sert bir roman. Türk mitolojisinden heavy metal kültürüne, marksizmden saykodeliye ilginç bir sentez olduğunu düşünüyorum Taksim Bahçesi’nin.Taksim Bahçesi’ndeki zaman yolculukları okuyucuyu yüzyılın başındaki Dersaadet zamanlarına götürüyor. Ama aynı zamanda da romanın büyük bir bölümü Gezi Parkı’nda, Taksim Ormanı‘nda geçiyor. Çoğu yerde gerçek-üstü ve saykodelik bir anlatım sözkonusu.
Kıçına fitil yemiş gibi saldıran adi zarboların biber gazına karşı, şaman ayiniyle hazırlanan müthiş karışımlar laboratuarı; Taksim Bahçesi
… “Hintkeneviri benim için olağandı” diyordu ağacın dalında ağzında kaşar peyniri, kara gözlerini sevecence ona dikmiş bakan kadirşinas kuzguna. “Yıldızlar altında çıplak yatmak, tüm gökdelenlerin yıkılıp her yerin çayır çimen yapılması ve o düzlüklerde çırılçıplak koşmak, kedilerle yarışmak, sincaplarla yârenlik etmek, bir solucan deliğinden geçip sarsıla sarsıla, döne döne, cıraklaya vıraklaya kara delikte kavuşacağını umduğu kırmızı götlü, yeşil benekli ama oynak kalçalı bir uzaylıya âşık olmak, yerin altından apansızın ortaya çıkan bir çukurdaki merdivenden aşağıya inmek ya da tarihöncesinden işveli bir Neandertal’a gönül kaptırmak” –tek sorun Neandertal’in istenmeyen tüyleriydi tabi, Brezilya ağdası nedir bilmesine imkân yoktu- “Ne olursa olsun mutlu uyumak ve mutlu uyanmaktır tek kaygım ve hiçbir şey beni şaşırtamaz şu dünyada…” diyordu Erkin… (kitaptan)
Kadim semtin içine dolmuş tüm ecinniler ve ötekilerin Edebiyat-ı Cedide’nin rahleyi tedrisatından rock ‘n’ roll eşliğinde geçişi; Taksim Bahçesi
Murat Arda: Gezegen ile, Kozmos ile bir olma duygusuna erişme kaygısı diyebilirim buna. Bir sokak köpeğinden daha değerli değiliz. Bazı devlet büyüklerinin böbürlenmeleri ve kendilerini fazla önemsemeleri beni çileden çıkarıyor. Taksim Bahçesi’ndeki bir kutiğin patisi hepsinden daha önemli benim için. Sokak köpeklerini çok seviyorum ve onlarla yaşadığım kanlı bir muharebeyi de kitapta devrimci köpeklerin sınıf savaşı sekanslarında anlatıyorum. Çocukken önce kavga eder sonra arkadaş olurduk büyüdüğüm Şenlikdede Mahallesi’nde.
Sovyet generalleri çökerken Atatürk’ün ilelebet payidar kalacağı öngörülmemiş anıtını Rus güzelleriyle keşfeden Erkin roman; Taksim Bahçesi.
Murat Arda: Sokak köpekleri ile serüvenim de bir benzeri ve onlar da fantastik Taksim Bahçesi’nin birer kahramanı oluverdiler.Taksim bu ülkenin kalbi gibi. Yüzyıllardır böyle; isyanın ve yaşamın da merkezi gibi Taksim Bahçesi. O mıntıka, şatafatı da gördü yıkımı da; direnişi de gördü tükenişi de. Umarım yeniden küllerinden doğan bir Anka kuşu gibi, “eskisi gibi” hayatın simgesi olmayı da görecektir. Atalarımızın iki ayağının üstüne dikildiği, hatta sudan karaya çıktığı o zamansız günlerden bu yana devam eden mücadelelerinin farklı bir ölçekte simgesi de diyebiliriz Taksim Bahçesi için.
Erkin’in başını saran ecinniler kazan gibi kaynatıyor Taksim’i. Yanında Rum güzeli, en güzel dostu ise kadirşinas bir Ermeni; Taksim Bahçesi
Murat Arda: Erkin adlı bir heavy-metal diskjokeyinin “Harikalar Diyarı” Taksim Bahçesi’ndeki ağaçların arasından işittiği bir fısıltının peşine düşmesiyle gelişiyor tüm hadiseler. Ağaçlar da başrolde… Biliyorsunuz; orada toprağın altında bin bir milletten atalarımız var ve halen yaşamlarını sürdüren de 60 civarında ağaç türü onlara yoldaşlık ediyor –ki bana göre romanın asıl baş kahramanları onlardır-. Bu ulu ağaçların kaderini de, atalarımızın mirasını da, yaprakların gölgesinden yararlanmak isteyen mahlukatı da Bruno’yu yakan zihniyetin güncel akrabalarına emanet edemeyiz. Elbette ki hepimizindir Taksim Bahçesi.
İlk kitabı Helin’e inatla yayınevi ararken yeni bir romanın altyapısını oluşturan Erkin’in, Beyoğlundan zamantüneline girişi; Taksim Bahçesi
Murat Arda: Taksim Bahçesi, ekolojik bir itiraz romanı ve kitaba ismini veren Taksim Bahçesi’nin gizemli sakinleri de kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptir. Kimdir bu ikamet edenler? Ağaçların yanı sıra, Gobi Zıplayan Sıçanları’na ve On iki Ulusun libidosu yüksek kralı Yiğit Abdullah’a da haksızlık etmeyelim; Taksim Bahçesi’ndeki rollerinin hakkını verelim. Şaka bir yana, eski adıyla Taksim Bahçesi ya da şimdinin Gezi Parkı, yüzyıllardır varlığını sürdüren bir kamusal alan; kalender bir ormandan bize miras kalan son doğa çırpınışı. Taksim Bahçesi bu coğrafyada yaşamış ve yaşamamış tüm insanlığa, tüm canlılara aittir ve roman bu saptamaya sadık ilerliyor. Kitapta, tarihi ve gerçek karakterlerle ağustos böcekleri, devrimci hayaletler ile çam ağaçları başrolde. Tüm bu canlıların yolları, Taksim ormanının derinliklerinde bir zaman tüneli içerisinde kesişiyor.
Federico Garcia Lorca ruhuyla direnen savaşçı şairlerin Memlük Cem ve Malumatçı Necmi arasında Michael Owen hızına erişimi; Taksim Bahçesi.
Murat Arda: Gerek edebiyat gerekse sinema dünyası gerekse de farklı disiplinlerden sanatçılara kadar birçok etkilendiğim isim var. Taksim Bahçesi’ne ben janr olarak saykodelik gerçekçi diyorum, bu her ne kadar benim tarifim olsa da kitaba akraba sayabileceğim çok fazla isim var. Elias Canetti’den Ingvar Ambjørnsen’e, Jodorowski’den Nazım Hikmet’e, Theodoros Angelopoulos’tan William Burroughs’a, Sait Faik’ten Mandrake ve Kızılmaske’ye, Krzysztof Kieslowski’den Kaptan Swing çizgi romanlarına ve hatta Cervantes’e kadar geniş bir akrabalık bağının olduğunu düşünüyorum Taksim Bahçesi’nin. Tabi ki annemin komik hikayelerinin de etkisini yadsıyamam.
Oğuz Aral ve Bedri Koraman’ın, Toraman’ı, kara elmas diyarı Üzülmez tesislerinde adaşı İbrahim’le barıştırır gibi bir roman; Taksim Bahçesi.
… İnsanın bazen tüm kozmos ile bağ kurduğu o coşku anları olur ya; gelecek ve geçmiş artık iç içe geçmiştir; milyarlarca yıl önce patlayan bir yıldızın tozudur sizi hapşırtan ve İskenderiye kütüphanesini koruma altına alan bal dudaklı, cezbedici leğen kemikli Hypatia’nın kömür karası saçlarının arasından kopup gelir sergüzeşt bir lavanta kokusu burnunuza ve o an kendinizi yoldaş gibi hissedersiniz La Manchalı yaratıcı asilzade ile… Hani olur ya bazen, Sokrates’in şerefsiz Atina bürokrasisi karşısındaki isyanını ta içinde duyarsın ya da İbn-i Rüşd sanki arka mahallede felsefe muhabbeti yaptığın emekli, tatlı bir üniversite hocası gibi sana yakın gelir. Belki de aşk kelimesine en yakın duyguları çağrıştırabilecek bu gibi esriklik anlarını yaşıyordu işte kıvırcık kafa; tüm evren ile, şimdi ve gelecek ile, dün ve yarın ile, Jüpiter ile ve Kimmeryalı Conan’ın Crom’u ile bir olma duygusu, tüm bedenini ve ruhunu öyle bir sarmalamıştı ki gözlerinden yaşlar akmasına sebep verecek kadar uhrevi bir çılgınlığa tutulmuş gibi hissetti kendini … (kitaptan)
*Alıntılar Barkın Arslan’ın Twitter’da Taksim Bahçesi ve Murat Arda’ya dair yazdıklarından derlenmiştir.
Hazırlayan: Deniz Ünsal