“Büyük bir kapsam olarak galaksiyi kendine konu edinen bir hikâye yazmak istedim. Bunu yapmak için Roma İmparatorluğu’nu alıp onu çok daha geniş bir çerçevede yorumladım. Bunun için üçlemedeki toplumsal sistem Roma İmparatorluk sistemine çok benzer; hikâyemin çatısı buydu.”
Küçük yaşlardan beri bilimkurguya ilgi duyan ve 12 yaşından itibaren de kısa öyküler kaleme almaya başlayan Isaac Asimov, türün gelmiş geçmiş en önemli yazarları arasındaki yerini koruyor. Öyle ki “bilimkurgu” ve “edebiyat” sözcükleri yan yana geldiğinde, çoğu okurun aklında beliren ilk isim. Bilimkurgu edebiyatı nezdindeki tanınmışlığının en önemli nedeniyse, türe hak ettiği saygınlığı veren bir yazar oluşunda yatıyor. Zira Asimov, hayatı boyunca kaleme aldığı 500’den fazla yapıtıyla, 50’li ve 60’lı yıllarda yükselen pozitivist dünya görüşünün ve uzaya açılma eksenli sert bilimkurgu akımının öncü ismi.
Asimov’un ortaya koyduğu bu ürünlerin, uzay yarışının hızlandığı ve yeni gezegenlere yayılma hayallerinin kurulduğu, Ay’a henüz yeni ayak basıldığı, dolayısıyla insanlığın doğayı kontrol etmesi ve dönüştürmesi adına önünde hiçbir engel olmadığı kanısının yaygınlaştığı, bilime duyulan inancın ve endüstriyel üretimin büyük boyutlara ulaştığı bir çağın dışavurumları olduğunu da belirtmek gerek.
Isaac Asimov’un ilk kitabını henüz 20’li yaşlarının başındayken yazmaya koyulduğu Vakıf, üretilmiş en önemli bilimkurgu roman dizilerinden biri. Başlangıçta kısa öyküler şeklinde kaleme alınan ve daha sonra bir üçleme hâline getirilen eser, âdeta incelikle yaratılmış galaktik bir destan olmasının yanı sıra tescilli bir edebiyat şaheseri de. Öyle ki, bilimkurgu edebiyatının en prestijli ödülünü dağıtan Hugo Komitesi‘nce bir kereye mahsus olarak “Gelmiş geçmiş en iyi bilimkurgu/fantezi üçlemesi” ödülüne layık görüldü. Üstelik bu ödülü, “Yüzüklerin Efendisi” gibi bir başyapıtı geride bırakarak kazandı.
Hiç kuşkusuz Vakıf Serisi’ni bu denli tarihi ve önemli kılan şey, hayal gücünü zorlayan yaratıcılığında gizli. Bu ölümsüz seri, ustalıkla örülmüş kurgusu, hız kesmeyen temposu, her defasında okurunu ters köşeye yatırmayı başaran kitap sonlarıyla içinde merak ve keşfetme duygusu barındıran her canlıyı cezbetmeyi sürdürüyor. Özellikle bireysel arzuların rakip güçleriyle toplumsal kaçınılmazlığın kadim mirası arasındaki çatışma üzerine oturtulmuş anlatısı, eserin felsefi yönünü bileyip keskinleştiriyor. Dolayısıyla sadece bilimkurgu edebiyatından hoşlananların değil, düşünmekten ve sorgulamaktan haz duyanların da keyifle okuyabileceği bir seri.
“Vakıf’ı yazarken esas olarak, psikotarih bilimi dediğim şeyi ifade etmeye çalıştım. Bu bir anlamda determinizm ile özgür irade arasındaki mücadeleydi. “
Serinin yayım sırasına göre birinci, kronolojik sıraya göreyse üçüncü kitabı olan Vakıf, milyonlarca gezegene yayılmış Galaktik İmparatorluk’un adım adım çöküşe doğru ilerleyişinin ve Hari Seldon adında bir matematikçinin bu çöküşün ardından ortaya çıkacak karanlık çağları asgari düzeye indirme çabalarının hikâyesi. Hari Seldon, adına “Psikotarih” dediği ve gelecekle ilgili olasılıkların önceden hesaplanabileceğini ileri süren kuramsal bir disiplin geliştiriyor. Disiplinin dayanak noktası ise kuantum mekaniği. Hari Seldon’a göre tek tek bireylerin hareketi önceden tahmin edilemez, ama kentilyonlarca insandan oluşan galaktik bir toplumun geleceği hesaplanabilir.
Hari Seldon, psikotarih bilimini kullanarak Galaktik İmparatorluk’un çökeceğini ve galaksiye binlerce yıl sürecek bir barbarlığın hükmedeceğini öngörüyor. İnsanlık, bu karanlık çağlar boyunca tüm bilgi ve birikimlerini kaybedecek; bir karmaşa ve şiddet sarmalına bulanacak. Galaktik İmparatorluk’un çöküşünü engellemek için artık çok geç, İmparatorluk çökecek! Hari Seldon bu gerçeğin farkında; ama öylece durarak uygarlığın felaketine de seyirci kalamaz. Bir şeyler yapmalı, ama ne yapılabilir?
Hari Seldon’ın bu çıkmazı aşmak için psikotarihe ve zekâsına sığınmak dışında yapabileceği fazla bir şey yok. Binlerce yıla yayılacak dâhiyane bir plan geliştiriyor! Eğer planı başarıya ulaşırsa, insanlığın yaşayacağı karanlık çağlar önemli ölçüde kısalacak ve çökmüş olan uygarlık küllerinden bir kez daha doğacak. Hem de çok daha güçlenmiş bir şekilde! Seldon, galaksinin dış sarmal kollarından birinde yer alan ve doğal kaynaklarının yetersizliği yüzünden kimsenin önemsemediği Terminius adlı bir gezegende Vakıf’ını kuruyor. Vakıf, galaksinin çeşitli yerlerinden devşirilmiş ve her biri kendi alanında uzman bir grup bilim insanı için tam anlamıyla bir kale ve sığınak görevi üstleniyor.
Vakıf’ın görünürdeki amacı, insanlığın bilgi birikimini toparlayıp muhafaza etmek için bir Galaktik Ansiklopedi hazırlamak. Böylelikle, karanlık çağlar boyunca unutulacak tüm bilgiler bu muazzam ansiklopedide saklanacak ve yeni kuşaklara aktarılacak. Dolayısıyla insanlık, bir gün karanlık çağlar bitince her şeye sıfırdan başlamak zorunda kalmayacak. Hari Seldon tüm ince ayarlamaları yapıyor, ileride Vakıf’ın karşılaşabileceği tüm zorlukları önceden öngörüyor ve buna karşı önlemler alıyor. Ama içinde yaşadığımız evren, Seldon gibi bir dâhinin bile öngöremeyeceği sürprizlerle dolu…
Serinin ilk kitabı Vakıf, birbirinin devamı niteliğindeki beş öykünün birleşmesinden oluşuyor. İlk kez Gnome Press tarafından 1951 yılında romanlaştırılan eserin “Psikotarihçiler, “Ansiklopedi Uzmanları”, “Valiler” ve “Tüccarlar” adlı ilk dört öyküsü, 1942-1944 yılları arasında Astounding Magazine‘de yayımlandı. Kitabı oluşturan beşinci ve son öykü “Prensler” ise kurguya daha sonradan eklendi. Her ne kadar ana karakter Hari Seldon olarak benimsense de, roman iki yüz yıla yayılmış geniş bir zaman aralığında geçiyor ve dolayısıyla kendisinin hayatına dair çok fazla ayrıntı okuyamıyoruz. Gençlik yılları, aile hayatı ve en önemlisi de psikotarih bilimini bulma ve geliştirme süreci bu ilk kitabın kapsamına girmiyor. Bu tip detayları, serinin yıllar sonra yazılmış son iki kitabı olan Vakıf Kurulurken ve Vakıf İleri‘de öğrenme şansına erişiyoruz.
Ancak psikotarih bilimi sayesinde geleceği önceden hesaplamış olan Hari Seldon, kurduğu Vakıf her çıkmaza girdiğinde bir kurtarıcı edasıyla ortaya çıkıyor ve önceden kaydettiği holografik görüntüler sayesinde takipçilerine kılavuzluk ediyor. Birkaç yüzyıla yayılmış böylesi bir romanda sık sık zaman atlamaları görmek ve çeşitli karakterlerle karşılaşmak son derece doğal. Salvor Hardin, Gaal Dornick, Linmar Ponyets, Hober Mallow gibi isimler, ilk kitabımızın öne çıkan tiplemeleri. Dahası her biri inandırıcı, zeki ve ayrıntılı tasvir edilmiş karakterler olarak okuru kendilerine kolayca ısındırmayı da başarıyor.
“Şiddet beceriksizlerin son sığınağıdır…”
Romanın göze çarpan en önemli noktalarından biri de şiddete karşı aklı ön plana çıkaran olay örgüsü. Asimov’un tüm yapıtlarına hâkim olan bu tutumunu, ateşli bir hümanist oluşuyla açıklamak mümkün. Asimov, lazer tabancalı delikanlıların metal sütyenli kızları kurtardıkları ucuz bilimkurgu eserleri vermekten her zaman kaçındı. Yazınsal metinleri, yoğun bilimsel ve felsefi temeller üzerine kuruluydu. Şiddet ve özellikle de nükleer silahlar, onun yapıtlarında hep tiksinilecek son çareler, hatta çözümsüzlükler olarak sunuldu.
Vakıf, Asimov’un bu uzlaşmacı ve şiddet karşıtı anlayışının doruk noktası mahiyetinde. Vakıf, cılız varlığına yönelik her türlü tehlikeden zekice stratejilerle sıyrılmayı başarıyor. Hatta önüne çıkan engelleri bir bir ve zarifçe aşarken, biz okuyucular Asimov’un dehasına bir kez daha hayran kalıyoruz. Vakıf’ın bu kıvrak ve şiddetten uzak zekice hamlelerinin merkezindeyse bilim, ticaret ve din piramidiyle karşılaşıyoruz. Vakıf, bu üç önemli unsuru kullanarak her türlü tehdidi savuşturuyor ve dahası bir zamanlar gölgesinde uysalca konakladığı tüm güçleri teker teker hâkimiyeti altına alıyor. Hatta bir zaman geliyor ki, yıkılan imparatorluğu küllerinden doğurabilecek tek güç konumuna yükseliyor.
Edward Gibbon’ın yazdığı “Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi’ adlı kitabından ilham alan Asimov, literatüre ölümsüz ve epik bir eser bahşetmeyi başardı. Devamında yazılan altı romanla galaktik bir destana dönüşen eser, hayal gücünün sonsuzluğunda macera dolu bir yolculuğa çıkmak isteyenler için de cezbedici bir ilk adım niteliğinde. 1983 yılında Altın Kitaplar’ın “İmparatorluk” adıyla dilimize kazandırdığı eser, 2000’lerde İthaki Yayınları tarafından bir kez daha okura armağan edilmişti. Ancak aşılamayan telif sorunları ve bir türlü yapılamayan yeni baskıları nedeniyle temini zorlaşmış, sahaflarda astronomik fiyatlara alıcı bulur hâle gelmişti.
Neyse ki sorunlar aşıldı ve İthaki bu güzide seriyi tekrar raflarla buluşturdu. Üstelik bu sefer yayım sırasına riayet ederek okurun takdirini de topladı. Seri, gözden geçirilmiş çevirileri ve ruhuna sadık kapak tasarımlarıyla kitaplıklardaki yerini almayı bekliyor. Eğer hâlâ bu şaheserle tanışma fırsatına erişemediyseniz çok şey kaçırdığınızı belirtelim. Üstelik Asimov’un kıvrak zâkasından sağdığı uçsuz bucaksız bir kurgusal evrene dalmak bilimkurgu açlığınıza da iyi gelecek…