Voltaire, ünlü Candide romanından önce Sirius ve Satürn’den Dünya’yı ziyarete gelen devasa yaratıklar ile ilgili hikayeler de yazmıştır. Kuşkusuz Voltaire, Bilimsel Romantizmi kuran yazarlar zincirindeki en önemli halkalardan biridir. Gerçek adıyla François-Marie Arouet, 1695’de Paris’te doğdu. 1718’de Voltaire adını seçti. Kısa süre içinde kıskanç bir zekâ, yorulmak bilmeyen bir reformcu ve araştırmacı bir zihin olarak ün yapmaya başladı. Edebiyatın yanında bilimsel araştırmalarla da ilgilendi. 1733-1744 yılları arasında Château de Cirey’de ikamet etti ve burada seçkin bir araştırmacı olan Marquise Émilie du Châtelet ile bilim, metafizik ve romantizm üzerine çalışmalar yaptı. Kızılötesi ışığın varlığını öngörmüş, kinetik enerji kuramını desteklemiş, fizik üzerine kapsamlı bir çalışma yazmış, kadınların eğitimini savunmuş ve Sir Isaac Newton’un Principia Mathematica‘nın hala standart olarak kabul edilen bir Fransızca çevirisine imza atmıştı.
Voltaire, Newton’un optik ve yerçekimi teorileri üzerine yoğunlaştı ve fikirlerini Newton’un Felsefesi başlıklı çalışmasında popülerleştirdi. Bunlar, Voltaire’nin keyifli geçen az sayıdaki mutlu yıllarındandı. Çenesini tutamaması, sayısız, kaçınılmaz sürgün ve yargılanma ile sonuçlandı. Château de Cirey’den önce İngiltere’ye birkaç yıl sürgün edilmişti. Büyük Frederick’in önceleri beğenisini kazansa da sonrasında kendisiyle ters düşünce, misafir edildiği Cenevre’den kovuldu ve Paris’e dönmesine ancak 83 yaşına geldiğinde izin verildi. Bu onun son seyahati oldu. Voltaire, Tanrı’ya olan inancını asla kaybetmedi. Hatta ölüm döşeğinde, ” Tanrıya taparak, arkadaşlarımı severek, düşmanlarımdan nefret etmeyerek ve batıl inançlardan tiksinerek ölüyorum,” dedi. Son sözleri Katolik Kilisesine bir göndermeydi. Kilise gömülmesine izin vermeyen bir bildiri yayınlayınca, arkadaşları tarafından gizlice gömülmek zorunda kaldı.
Voltaire Büyük Frederick’in himayesi altında olduğu günlerin sonlarına doğru bazı bilimsel romantizm eserleri yazdı. Önceki dönemde yaşayan Bergerac’a benzer bir şekilde, eserleri içinde bulunduğu toplumun eleştirisini yapan aydınlanmacı hicivlerdi. Plato’nun Rüyası (1756), Candide’nin (1759) felsefi bir öncülüdür. Candide’de Voltaire, kitaba ismini veren kahramanını Swiftvari (Jonathan Swift) bir dünyadaki maceranın içine atar. Aydınlanmacı iyimserliği, sadece bardağın yarı dolu tarafını değil, “tüm olası dünyaların içinde her şeyin en iyi şekilde çalıştığı” inancını yansıtmaktadır. Bu, “Hayırsever bir Tanrının yarattığı dünya nasıl bu kadar kötülük barındırır?” sorunsalını inceleyen bir yaklaşımdır.
Voltaire tüm bunları saçma bularak, iyimserliği ve iyimserleri hicivsel bir şekilde eleştirir. Onun bu eleştiri oklarına devlet, din ve hatta tüm resmi görevliler de hedef olur. Platon’un Rüya’sı bu eleştirilerin bir incelemesidir. Plato spesifik olarak dünyanın yaşam için ne kadar uygun olduğu sorusunu irdeler. Bu soruyu açıkça ifade etmek yerine Platon’un zihninde Demiurgos‘un evreni/kozmosu yaratması ile başlayan bir rüyanın içine yerleştirir. Demiurgos gnostisizm öğretisinde fiziksel evreni yaratan varlıktır ve bu nedenle de tabi ve kusurlu bir varlık ile kötülüğün bizzat kendisi olmak arasında değişkenlik gösterir. Bunun nedeni gnostisizm’de fiziksel evrenin de bariz biçimde kusurlu olmakla tamamen kötülükten ibaret olmak arasında değişkenlik göstermesidir.
Hristiyanlıkta popüler bir imge olan ölümden sonra ruhun cennete doğru yükselmesi aslında hiç de Hristiyan bir imge olmayıp, Hristiyanlığa arka kapıda sızan ve 1900 yıl boyunca Hristiyanlığın en makbul sapkınlığı olarak yerleşip kalan gnostik bir imgedir (teolojik açıdan Hristiyanlık yalnızca bedenin değil, tüm evrenin mükemmelleştirilmiş bir fiziksel dirilişini kabul eder). Ruhun, Demiurgos’un üzerinde yer alan ve özgürlüğe kavuşturan gerçek bilgiyi ya da “gnosis’i” bildiren gerçek Tanrı’dan yardım görerek acılarla dolu bu dünyadan kurtuluşu gnostisizmin amacıdır. Makul bir şekilde, Voltaire yaratmayı Demiurge’un sorumluluğuna, Demiurge’a iş yapan Demigorgonlara havale eder. Kendilerine duyduğu kibirden dolayı Demigorgonlar, Demiurge’u keser ve kötü dünyanın ona nasıl rahat bir hayat vereceğini izlerler.
“Geri kalanın ne yaptığını görene kadar oldukça iyi ve hoş dedi Demigorgonlar.”
Burada, Voltaire, argüman yoluyla düşünmekten çok, alaycı olarak anılan eleştirmenlere özgü bir şekilde kendi savlarını zayıflatıyor. Kendisi bir Deisttir, aslında standart teodise argümanların özgür irade ve zorunluluktan geldiğini belirtir, sadece zayıflıklarının kaynağının kendi zayıf sunumları olduğunu öne sürer. Belki de bu, konu ile ilgili çelişkili fikirlere sahip olduğunun açık kanıtıdır. Demigorgon kabuğuna çekilmiş, savunmadadır; bilim evrenin yaşam için nasıl yontulduğu konusunda onu saf dışı bırakmıştır. Soru, “Dünya’nın tesadüf sonucu oluşmuş ya da yaratılmış olmasından çok, evrimsel olarak mümkün olan dünyaların en iyisi olabilir mi?” biçimine dönüşmüştür.
Eğer gerçekten mümkün olan dünyaların en iyisi olabiliyorsa, bizim de kendimizi bunun derin enginliğinde büyük bir sarsıntıda hissetmemiz için hala bir neden yok. Micromegas (1752) öyküsünde, uzaylı kahraman 120.000 feet uzunluğunda, 1200 yaşın üzerindedir ve Sirius’un etrafında dönen bir gezegende ikamet eder. Kahramanımız, Sirius’tan felsefi savurganlıklar yüzünden sürgüne gönderilir ve Satürn’e giderek akademinin 6000 feet uzunluğundaki sekreteriyle buluşur. Beraberce yetersiz, ufacık bir gezegen olan Dünya’ya doğru yola koyulurlar.
Satürnine ve Sirian, Dünya yüzeyindeki minik atomların canlı olduklarını ve dahası bu canlıların zeki olduklarını şaşkınlıkla keşfederler. Savaş, madde ve ruh konusunda insanların çeşitli yanıtlar verdiği konferanslar düzenlerler. İki kaşifimiz ruhların olasılıklarıyla ilgili öğrendikleri bilgiler üzerine, insanların zaten hayal bile edemedikleri oranda anlayış sahibi olmalarını takdirle karşılarlar (hatta bilim insanlarının, varlıklarını ve boyutlarını hesaplayabilmeleri karşısında hayranlık duyarlar). Fakat insanların ruhu tanımlama konusundaki yetersizliklerinden dolayı hayal kırıklığına uğrarlar. Aziz Thomas Aquinas‘ın her şeyin insanların yararı için yaratıldığını iddia eden savını duyduklarında ise kahkalara boğulurlar.
Micromegas eserinin mesajlarına özellikle dikkat edilmelidir. “Sonsuzluğun baş dönmesi” ile ilgili, yani insanlık kozmik bir skaladan bakıldığında oldukça küçük ve önemsizdir savı ile alakalı bir ders değildir. G.K. Chesterton daha sonraların Halley kuyrukluyıldızı görüldüğünde bu savları alakasızlık kayaları üzerine fırlatır. “Hayır; insanın fiziksel evren karşısında ortalama ve önemsiz gözükmesi argümanı beni hiçbir zaman rahatsız etmedi. Çünkü her şeyden önce bu duygusal bir argümandır, herhangi bir anlam ve seviyede rasyonel bir argüman değildir. Eğer bahçemde 50 feet uzunluğunda bir adam görsem bedenimi korku kaplar, ama tüm bu korkum ve paniğimle bile o varlığın benden daha değerli, daha üstün bir şey olduğu, tanrıya ya da başka bir gerçekliğe benden daha yakın olduğu hissine kapılmam için hiçbir neden yoktur. Çok güçlü bir kozmos var olduğu duygusu ne kadar insani ve doğal olsa da oldukça çocuksu ve histerik bir duygudur.”
Fakat insanın bu dünyanın manevi merkezi olup olmadığı konusunda ciddi bir tartışma yapacak olursak, onun en büyük memeli olmadığı gerçeği onun büyük bir yıldız olmadığı gerçeğinden daha az cüretkâr değildir. İhtiyatın, en büyük ruhu en büyük bedene koyması gerektiğini a priori olarak kabul etmezsek fiziksel ve manevi merkezi aynı yerde toplamamız gerekir, “sonsuzluğun baş dönmesi” kavramının ruhsal değeri “sonsuzluk merdiveni” veya “sonsuzluk balonundan” daha fazla olmaz.
Voltarie’in bu argümana kanacak kadar aptal olmadığını düşünmek isteriz ama nafile. Tam tersine konuklar, insanlar tarafından böyle düşündükleri için azarlanır. Voltaire’i rahatsız eden şey ise kibirdir. Her şeyin insanlar için olduğunu kabul eden antropik ilke, uzaylıların varlığı karşısında direkt çöker. Geniş ve kadim bir evrende insanlığın varoluşunun imkansızlığına vurgu yapmak, maneviyatçılar için sadece bu durumun ne kadar mucizevi olduğunu gösterme şeklidir. Sekülerler içinse kazananı olmayan bir senaryodur bu. Eğer varoluşumuz koşullu bir zorunluluk ise, evrim de kaçınılmaz bir tasarım demektir. Her şeyi bir nedene bağlamaya dayanan bu yanlışlanamazlık, “evrende insanın yeri nedir?” sorusunun bilimsel bir soru olmadığını ortaya koyar. Zaten Voltaire, Micromegas’da kesin cevaplardan ziyade arayış içinde olan aklı yüceltir.
Sonuç ise onu ölümüne kadar takip eden tartışma ve çekişmeler oldu. Dini metinler için savunduğu özgür, eleştirel düşünce ve dini tolerans anlayışı ona ateşli düşmanlar kazandırdı. Mozart, Voltaire’in ölümü üzerine şöyle der. “Baş dürzü Voltaire sonunda nalları dikti…” Filozof’un son sözleri ise “Tanrı aşkına, huzur içinde ölmeme izin verin!” oldu.
Hazırlayan: Emre Karadeniz | Kaynak | Teşekkür: Gamze Özfırat