Birçok insan, astronomların her gece teleskoplarının başına geçip uzaylılardan gelen sinyalleri aradıklarını sanıyor. Ancak, ne yazık ki durum pek böyle değil. 60 yıl önce başlamış olan Dünya Dışı Yaşam Arayışı (SETI) bile kendisini destekleyecek fonlar ve teleskop zamanı bulmakta zorlanıyor. 1980 ve 1990’larda, bazı kongre üyeleri SETI araştırmalarına tahsis edilen o yetersiz fonları bile bir savurganlık örneği olarak eleştirip, kısıtlanması gerektiğini önermişti. Böylece her geçen yılda kamu fonları giderek daha da kısıldı ve sonunda tümden yalan oldu. Penn Eyalet Üniversitesi’nden araştırmacı Jason Wright ve meslektaşları, uzayı içinde yaşam aradığımız bir okyanus olarak düşünürsek, astronomların araştırdığı bölgenin sadece bir küvet dolusu kadar olduğunu söylüyor. Başka bir yerde hayat bulamayışımızın nedeni gayet basit aslında: Daha aramaya başlamadık bile.
Ancak çağımızda bazı umut verici gelişmeler de oluyor. Bunu, yeni bir dönemin başlangıcı olarak görebiliriz. 2015’de internet zengini Yuri Milner, Breakthrough Listen adlı bir fonun kurulması için 100 milyon dolar bağışladı. Bu girişim, dünya dışı yaşam için radyo temelli yeni nesil bir araştırma olacak. Milner, bağışıyla bu alanı yeniden canlandırdı. Bu girişim sayesinde araştırmacılar, Avustralya’daki Parkes çanağı teleskoplarına ve Batı Virjinya’daki Green Bank araçlarına erişim sağlayabilecek; böylece yeni nesil araştırma yöntemleri ve teknolojilerden faydalanabilecekler. Bu yeni nesil teknolojiler arasında klasik SETI araştırmalarını hızlandıracak olan makine-öğrenme teknolojileri de bulunuyor. BLC-1’in bulunuşu da buna güzel bir örnek teşkil ediyor.

1997 yapımı “Contact” filminin popüler hale getirdiği gibi, Frank Drake ve benzeri klasik SETI araştırmacılarının kullandıkları yöntemler, doğal ya da insan kaynaklı sinyallere benzemeyen “anormal” biçimlerin peşindeydi. SETI araştırmacılarının baş etmek zorunda olduğu temel güçlük, gözlemlerden elde edilen verinin devasa büyüklüğüydü. Ancak yapay zekâ sayesinde bilgisayarların muazzam kozmik samanlıktaki ayrıksı iğneleri bulması daha kısa sürede mümkün olacak.
Farklı bir araştırma alanı olan dış-gezegen arayışının devrimsel buluşları SETI araştırmalarında yeni bir cephe açıyor. 2500 yıldır gökbilimciler, Güneş dışındaki yıldızların da gezegenleri olup olmadığı konusunu sorguladı. Çünkü yaşamın ortaya çıkması için gezegenler gerekiyordu. O halde evrende yalnız olup olmadığımız sorusuna yanıt arayanlar için dış gezegenlerin var olup olmadığı yanıtlanacak ilk soruydu. 1990’ların ortalarında gökbilimciler, 21 Pegasi yıldızının etrafında 4 günlük periyotla dönen Jüpiter büyüklüğünde bir gezegen keşfetti. Bugün hemen hemen her yıldızın etrafında bir gezegen ailesinin döndüğünü biliyoruz. Bilim insanları bir gezegen nüfus sayımı girişimiyle hangi yıldızların gezegene sahip olduğunun ve bunlardan hangilerinin sıvı su içeren “yeşil kuşak”ta bulunduğunun bir kataloğunu yapıyor. Bu girişim sayesinde gökbilimciler, SETI arayışında tam olarak nereye bakmaları gerektiğini bilecek.

Nereye bakacağımızı bilmek işin sadece başlangıcı. Gökbilimciler uzak gezegen atmosferlerindeki biyo-işaretleri de okumayı öğrenmeye başladı. Örneğin Dünya’ya bakan uzaylılar, atmosferimizde bol miktarda oksijen ve metan gazı bulunduğunu gördüklerinde, gezegenimizin yaşam barındırdığını anlayabilir. Çünkü bu gazlar onları üreten canlılar olmaksızın, kendiliğinden kısa sürede yok olma eğilimindedir. Bir gezegenin atmosferinde bu gazların bol miktarda bulunuyor olması, yaşam tarafından sürekli olarak üretildikleri anlamına gelir. Bir atmosferin epey büyük bir hacme yayılan bir halesi vardır. Bu haleden geçen ışığı analiz ederek içeriğini belirleyebiliriz. Böylece atmosferin içini görmek mümkün olur. Şu an var olan teleskoplarla Jüpiter büyüklüğünde birkaç dış gezegenin atmosferi incelenmiş durumda. James Webb Teleskobu gibi araçlar, daha küçük boyutlu Dünya benzeri gezegenlerin atmosferlerini de incelememizi ve öte-biyosferlerin kimyasal imzalarını belirlememizi sağlayacak.
Neden biyo-imzalarla yetinelim ki? Teknolojik bir dış gezegenin tespit edilmesi zor biyolojik imzalardan daha belirgin sinyaller üretebiliyor olması gerekiyor. Örneğin bir uygarlık geniş çaplı güneş enerjisi kullanıyor olabilir. Güneş panellerinin yansıttığı ışık, gezegenin görüntüsü üzerinde bir tür iz bırakacaktır. Şu an henüz kağıt üstünde tasarım aşamasında olan bazı yeni teleskoplar uzak dünyalardaki şehir ışıklarını belirleyebilecek kapasiteye sahip olacak. Bütün bu gelişmeler, biyo-işaretler kadar tekno-işaretlerin de tespit edilebileceği anlamına geliyor. Gökbilimciler şimdiden bu tür araçların hayalini kurmaya başladılar bile. Tekno-işaretler SETI’nin heyecan verici yeni karakterini belirleyecek. Gerek ayrıksı sinyallerin araştırılmasında, gerekse araştırmanın belirlenmiş hedeflere yöneltilmesinde yeni nesil SETI yöntemleri etkili olacak.

Yeni nesil teknolojilerin oturmasında NASA önemli bir rol oynuyor. Kongrenin çağrısıyla bir araya gelen NASA araştırmacıları, 2018’de “Tekno-İşaretler” konulu ilk toplantısını gerçekleştirdi. 2019’da NASA’nın tekno-işaretlerin araştırılması için verdiği ilk fon alındı. Bu yıl NASA aynı konuda iki fon daha verdi. Eğilim bu şekilde devam ederse, evrendeki zeka arayışı salt bilimkurgu edebiyatının ve UFO çılgınlarının ilgi alanı olmaktan çıkabilir. Bugüne değin SETI araştırmaları, genellikle ununu eleyip ipe sermiş yaşlı bilim insanlarının korkusuzca girebildiği bir alan olagelmişti. Nihayet her yaştan ve her uzmanlık alanından araştırmacılar, SETI üzerinde çalışmaya cesaret edebilecek.
Bu son adım çok önemli. Her ne kadar BLC-1 türü aday sinyaller büyük heyecan yaratsa da, zeki yaşam araştırmalarıyla (dış uygarlıklarla) ilgili gerçek, çok fazla zaman ve çaba gerektiriyor. Ancak bu, gerçek bilim için ödenmesi gereken bir bedel. Olağan dışı türden bilginin ücreti pahalıdır. Bu gerçeğe alışmamız gerek. Kısaca, sonuca değil sürece odaklanmayı öğrenmeli ve sabretmeliyiz. Bizi yabancı dünyaların kıyısına ulaştıracak olağanüstü yolculuk henüz yeni başlıyor.