3 milyar yılı aşkın bir süredir, yaşam (“Biyosfer Bütünlüğü” adı verilen bir gezegensel sınır ile temsil edilir) ve iklim arasındaki etkileşim, Dünya’daki genel çevresel koşulları kontrol etmiştir. İnsan faaliyetleri, örneğin doğanın diğer arazi kullanımlarıyla değiştirilmesi, nehirlerdeki ve topraktaki su miktarının hareketleri, sentetik kimyasalların açık ortama sokulması ve sera gazlarının atmosfere salınması, bu etkileşimleri değiştirmektedir.
Dünya sistemindeki etkileşimlere saygı gösterilmesi ve bunların son ~12.000 yıldır Dünya koşullarını kontrol eden etkileşimlere benzer şekilde sürdürülmesi, insan faaliyetlerinin Dünya koşullarında dramatik değişiklikleri tetiklememesini sağlamak açısından kritik önem taşımaktadır. Zira insan faaliyetinin sonucu yaşanacak değişiklikler, muhtemelen Dünya’nın modern uygarlıkları destekleme kabiliyetini azaltacaktır.
Dokuz “gezegensel sınır“, gezegenin insanlar için istikrarını ve yaşanabilirliğini düzenleyen küresel çevre bileşenlerini temsil etmektedir. Güvenli sınır seviyelerinin aşılma derecesi, bileşenleri etkileyen insan kaynaklı faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. Gezegensel sınırlar çerçevesi, bizi destekleyen Dünya koşullarında geri dönüşü olmayan değişiklikleri tetikleme riski olmaksızın insan faaliyetlerinin kritik süreçleri etkilemesine ne ölçüde izin verilebileceğine dair sınırlar önererek insanlık için bir “güvenli çalışma alanı” belirlemek üzere Dünya sisteminin işleyişine dair en yeni bilimsel anlayışı uygulamaktadır.
Yayımlanan bir çalışmada ilk kez, bu sınırların hepsi için belli ölçütler sunulmuştur. Buna göre, sınırlardan altısının aşıldığı ve Dünya’nın ozon tabakasının bozulması hariç tüm sınırlar için aşımın giderek arttığı tespit edilmiştir. Çalışmanın sonuçlarına göre sadece iklim üzerine küresel bir odaklanma yeterli değildir. Başta İklim ve Biyosfer Bütünlüğü olmak üzere, sınırlar arasındaki etkileşimleri doğru bir şekilde yeniden üreten Dünya sistemi modellerinin geliştirilmesi acil bir önceliktir.
Science Advances dergisinde yayımlanan çalışma, sekiz farklı ülkeden yirmi dokuz bilim insanı tarafından yürütülen çerçevenin üçüncü güncellemesini temsil ediyor.[1]
Dünya’nın “Tansiyonu” Çok Yüksek!
Globe Enstitüsü profesörü, Kopenhag Üniversitesi Sürdürülebilirlik Bilim Merkezi Lideri ve araştırmanın baş yazarı Katherine Richardson, sınırların giderek aşılması eğiliminin endişe verici olduğunu belirtiyor:
“Altı sınırın aşılması tek başına bir felaketin yaşanacağı anlamına gelmez, ancak açık bir uyarı sinyalidir. Bunu vücudunuzun tansiyonu gibi değerlendirebiliriz. Kan basıncının 120/80’in üzerinde olması kalp krizini garanti etmez ama riskini arttırır. Bu nedenle tansiyonumuzu düşürmeye çalışırız. Kendimizin ve çocuklarımızın iyiliği için bu altı gezegensel sınır üzerindeki baskıyı azaltmamız gerekiyor.”
Çalışmanın önemli bir sonucu da sınırlar arasındaki etkileşimlere daha fazla odaklanılması gerektiğidir. Potsdam İklim Etkileri Araştırma Enstitüsü (PIK) direktörü ve 2009 yılında çerçevenin ilk önericisi olan Johan Rockström şöyle diyor:
“Dünya sistemini geri dönüşü olmayan zararlardan korumak istiyorsak, insan kaynaklı iklim değişikliğine odaklanmak yeterli değildir.”
PIK’in Dünya Sistem Analizi Bölümü başkanı Wolfgang Lucht ise şöyle anlatıyor:
“İklim değişikliğinin yanı sıra, biyosferin bütünlüğü gezegenimizin istikrarının ikinci temel direğidir. Araştırmamız, küresel ısınmanın azaltılması ve gelecek için işlevsel bir biyosferin korunmasının el ele gitmesi gerektiğini gösteriyor.”
Biyokütle Kullanımı, Biyoçeşitliliği Etkiliyor!
Arazi Kullanım Değişikliği sınırına saygı gösterme ihtiyacı, kömür, petrol ve gaza alternatif olarak biyokütlenin artan küresel kullanımına odaklanmaktadır. Biyokütle, bitkilerin güneş enerjisini diğer canlı organizmalar tarafından kullanılabilecek enerjiye dönüştürdüğü ve böylece biyoçeşitliliği destekleyen enerjiyi sağladığı fotosentez sürecinin ürünüdür. Richardson, şöyle anlatıyor:
“Çalışmamız, insanların Sanayi Devrimi’nden önce biyoçeşitliliği desteklemek için mevcut olan enerjinin ~%30’una eşdeğer bir enerjiyi el koyduğunu gösteriyor. Kuşkusuz, aksi takdirde doğanın kullanımına sunulacak olan enerjinin bu kadar büyük bir kısmının ortadan kaldırılması biyolojik çeşitlilik kaybına yol açıyor olmalı. Bu nedenle, biyoçeşitlilik üzerindeki insan etkilerini değerlendirirken Net Birincil Üretimin İnsan Tarafından Tahsisinin (HANPP), yani biyokütle kullanımının iki ölçütten biri olarak benimsenmesini öneriyoruz.”
Daha İyi Dünya Sistemi Modellerine İhtiyaç Var!
Johan Rockström, şöyle anlatıyor:
“Bilimin tanımladığı sınırlar içerisinde gelişen bir dünya, gezegen ölçeğinde artan ve potansiyel olarak yıkıcı riskler içeren mevcut durumumuzu idare etmenin tek yoludur. Paris Anlaşması’nın İklim konusunda 1.5°C’lik sınırı tutturmaya yönelik gezegensel sınırı kabul ettiğini zaten biliyoruz. Benzer şekilde, 2022 Montreal-Kunming COP15’te karada ve okyanusta biyoçeşitlilik kaybının durdurulması ve tersine çevrilmesi kararlaştırıldığında, dünya, biyoçeşitlilik konusunda bir diğer gezegensel sınırı kabul etmiştir.”
Ancak çalışmamız bunun yeterli olmadığını gösteriyor. Dünya üzerindeki herkes için refah ve eşitliği gerçekten güvence altına almak istiyorsak, Gezegensel Sınırlar bilimi bir ‘eylem rehberi’ sunmaktadır ve bu, sadece iklimin ötesine geçmekte, yeni Dünya sistemi modellemesi ve analizi ile gezegensel esnekliği korumak, iyileştirmek ve yeniden inşa etmek için sistematik çabalar gerektirmektedir.
Katherine Richardson ise sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Umarım bu yeni çalışma pek çok kişi için bir uyandırma çağrısı işlevi görür ve uluslararası toplumda, gelişmiş insan toplumlarının gelişmesine olanak tanıyan Dünya koşullarını korumak ve muhafaza etmek için gezegen üzerindeki etkilerimizi sınırlama gerekliliğine odaklanmayı arttırır.”
Kaynaklar ve İleri Okuma:
- ^ K. Richardson, et al. (2023). Earth Beyond Six Of Nine Planetary Boundaries. American Association for the Advancement of Science (AAAS). doi: 10.1126/sciadv.adh2458. | Arşiv Bağlantısı