Washington Post’ta gazetecilik yapan ve özellikle sansasyonel konularda uzmanlaşan Christian Davenport, “Uzay Baronları” isimli kitabıyla bizlere “içeriden” haberler sunuyor. Turkuvaz Kitap’tan çıkan ve çevirisi Orçun Demir tarafından üstlenilen kitap, dünya genelinde nam salmış dört milyarderin hayallerine ve gerçekleştirdikleri işlerine odaklanıyor. Her şey soğuk savaş döneminde başlıyor. Öncelikle kitapta adını duyacağınız Elon Musk, Jeff Bezos, Richard Branson, Paul Allen gibi isimlere ilham olan olaylar zincirine değinmek gerekiyor. ABD ve SSCB arasında yaşanan özelde askeri, genelde ise teknoloji ve uzay konulu yarış, gözünü göklere dikmiş her araştırmacının da iştahını kabarttı. Milyarlarca dolara ve onlarca çalışanın ölümüne neden olan tüm bu kaosun meyvelerinin ise yaşadığımız şu günlerde dünyanın her yanına saçıldığını görüyoruz. Gerek askeri alanda gerekse sağlık ve eğitim alanında insanlığın elde ettiği tüm kazanımlar Sovyet kozmonotları ve ABD astronotlarını hazırlayan o büyük projelerin başarısıdır.
Sovyet Rusya ilk uydusunu 1957 yılında uzay boşluğuna fırlattığında bu olay o güne kadar görülmemiş bir yankı uyandırdı. Artık çeşitli cihazlarla yeryüzünden incelemeye ve anlamaya çalıştığımız uzaya daha yakındık. Bu olayın hemen ardından SSCB, 1959 yılında Ay’a insansız uçuşu gerçekleştirdi. Hemen ardından hız kesmeden ilerleyen Ruslar, 1961 yılında Yuri Gagarin ile ilk insanlı uzay yolculuğunu hayata geçirdi. Sonrasında Rusların yaşayacağı çeşitli teknik sorunlar ABD için bir avantaja dönüşecekti. Çünkü hem ABD topraklarında hem de dünya genelinde ABD’nin bu savaşı kaybettiğine dair fikirler güçleniyordu.
Takvimler 1962’yi gösterdiğinde ABD başkanı J. F. Kennedy, soğuk savaştan galip ayrılmak adına risk alarak Ay’a insanlı uçuşun fitilini ateşledi. Yaşanan bu büyük şoku kısa sürede atlatan ABD, 1969’da Ay’a yaptıkları insanlı uçuş ile hala gücün kendilerinde olduğunu yeniden ilan etti. Ay’a yapılan insanlı uçuşun yankısı bugün bile sürerken dönemin teknolojisi ile elde edilen bu başarı milyonlarca insanın uzay konusunda düş kurmasına sebep oldu. Rusların uzay yarışında Ay’dan vazgeçmesi ile başlayan yepyeni bir süreç dikkatlerden kaçmamalı. Ruslar bu kez gözünü kozmonotlarının konaklayabileceği, çeşitli bilimsel deneyleri yürütebileceği ve askeri alanda gizli araştırmalar yapabileceği bir uzay istasyonu fikrine dikmişti. 1971 ve 1976 yıllarında yörüngeye oturan Salyut ve Mir isimli uzay istasyonları, başta ABD olmak üzere tüm dünya devletlerinin uzay programlarında ciddi değişiklikler yarattı. Daha temkinli ve gösterişli reklam çalışmalarından uzak duran Ruslar, henüz 1971 yılındayken Ay ve Mars konulu koloni hayalleri kuruyordu. Böylece uzaya gidip hemen dönmek yerine günlerce, haftalarca ve hatta aylarca istasyonlarda kalacak personel yetiştirmenin önemi de artmış oldu. Bu süreçte ayrıca, yörüngede dönüp durmakta olan uzay istasyonlarının ihtiyaçlarının en az riskle ve en ekonomik programla tedarik edilmesi sorunu doğdu.
İşte Uzay Baronları kitabında adı geçen milyarderlerin iştahını kabartan şey tam da bu oldu: nakil. Peki, ama nasıl? Devlet kontrolünde yapılan bu tedarik işinin şahıs ve şirketlere teslim edilmesi hiç de kolay olmayacaktı. Bu işin yankısı uzaya gözünü dikmiş tüm ülkelerde hissedildi. Tekrar tekrar kullanılabilecek roketler, masrafları inanılmaz derecede düşürürken uzaya gidiş gelişler de eskisi gibi zahmetli görünmüyordu. Ancak bürokrasiye sızmış şirketlerin ve şirketleşme yolundaki devletin de dize getirilmesi gerekiyordu. Buna cesaret edenlerin neler yaptıklarını ve sürmekte olan bu savaşın ayrıntılarını ise kitapta bulmanız mümkün. Öte yandan yaşanan bu savaşın perde arkasında Rusya ve Çin gibi ülkelerin yürüttüğü çalışmaların takip edilmesi ve kendi şirketleri için tehdit unsuru olup olmadıkları konusunun da araştırılması gerekiyor. Uzay Baronları, yer yer yaşanan bu paranoyak fikirlerin zamanla nasıl birer şirket politikası haline geldiğini de anlatıyor.
Deneyimli gazeteci Christian Davenport; Elon Musk, Jeff Bezos, Richard Branson ve Paul Allen’in yanı sıra şirket çalışanları ve sektörde söz sahibi birçok kişi ile gerçekleştirdiği röportajlarını kitapta özenle topluyor ve okuyucuya sunuyor. Röportaja konu olan yazıları anlamak ve okuyucuya aktarmak ise hiç de kolay olmuyor. Uzun uğraşlar gerektiren bu konunun en zor yanı ise yukarıda bahsettiğimiz soğuk savaşın meyvelerinin kimler tarafından toplandığı konusu ile başlıyor. Jeff Bezos, 2000 yılında Blue Origin’in atası Blue Operations’ı kurarak devlet tekelindeki uzay çalışmalarına ilk başkaldırıyı yapmış oldu. Soğuk savaşın bitiminden sonra günden güne kan kaybeden NASA’nın bu işlerden el etek çektiği yönündeki haberler gerçeği yansıtırken, 2002 yılında Space Exploration Technologies şirketi kuruldu. Şirketin başındaki isim ise hırslı ve saldırgan tavırlarıyla piyasada adından çokça söz ettirecek kişi Elon Musk’tı. 2004 yılında bir başka milyarder, Richard Branson, SpaceShipOne’ı satın alarak uzay çağı yarışındaki yerini aldı. 2011 yılında ise Paul Allen, şimdiye kadar yapılmış en büyük uçak projesi ile rakiplerinin dikkatini çekmeyi başardı.
1971 ve 1976 yıllarında Rusların öncülüğünde kurulumuna başlanan uzay istasyonlarındaki temel ihtiyaçların karşılanması “Uzay Baronları” fikrinin ve mücadelesinin de çıkış kaynağı oluyor. Yukarıda kuruluş yıllarını verdiğimiz şirketlerin tamamı uzaya gönderilecek ikmal modüllerinin daha ekonomik ve daha güvenli roketlerle sağlanabileceğini söylüyorlar. Yine bu şirketler, Ay’da kurulacak istasyonlardan uzay turizmine, Mars’ta gerçekleşecek koloni çalışmalarından uzay madenciliğine kadar sayısız alanda önemli projeler üzerinde çalışmalar yapmakta. Christian Davenport, bu çalışmaları henüz fikir aşamasındayken takibe alarak günümüzde hangi aşamaya kadar ilerlediği konusunda okuyucusunu aydınlatıyor. Kitapta bir başka dikkat çeken detay ise bahsi geçen milyarderlerin çocukluklarından bugünlerine kadar hangi aşamalardan geçtiklerine dair anlatımlar barındırması oluyor. Adı geçen milyarderlerin her birinin sıkı birer bilimkurgu okuru olduğunun da altı çizilen kitapta, ABD’nin katı bürokratik engelleri karşısında aldıkları pozisyonlara dikkat çekiliyor. Basın/halk nezdinde haklı çıkmanın önemine ve NASA ile girişilen dava süreçlerinin ayrıntılarına da satır aralarında ulaşmanız mümkün.
Uzay Baronları’nı okurken soğuk savaşın renk ve şekil değiştirdiğini fark ediyorsunuz. Ulus devletlerin zayıfladığını ve yavaş yavaş bir dönüşüm yaşandığını görmek zor olmuyor. Devletler, Dijital Devrim Çağı ya da Uzay Çağı denilen bu süreçte şirketleşerek yarışın içine çekiliyor. Aynı ülkenin vatandaşı olan milyarderlerin kıyasıya savaşı milyonlarca dolar değerinde kayıplara neden olurken, elde edilen teknolojik ivmeler ise bu ülkenin dünya üzerindeki diğer ülkeler nezdinde yer altı ve yer üstü kaynaklarına olan hâkimiyetini etkiliyor. Belki de kısa bir zaman sonra sözü edilen Ay ve Mars kolonileşme çalışmaları ile elde edilecek hâkimiyet, yeni savaş meydanları yaratacak. O güne kadar yapılan tüm harcamaları tek kalemde misliyle ödeyecek olan uzay madenciliğinin ayak sesleri ise artık çok daha yakından gelmekte.
Christian Davenport’ın itinayla hazırlayıp sunduğu bu araştırma ağırlıklı kitabı okurken “İstikbal Göklerdedir!” sözünden ne kadar uzakta olduğumuz gerçeği ile karşılaşıyoruz. Henüz genç cumhuriyetin ilk yıllarında dahi uzay ve havacılık adına birçok öğrencinin yetiştirilmesi ülkeye dönüp eğitim vermesi üzerine hayata geçirilen projeler olduğunu biliyoruz. Bugün ise moral bozucu bir aşamada olduğumuz gerçeği ile karşılaşıyoruz. Uzay baronu milyarderlerin yakın ve uzak tarihli projelerini okurken, bu sürecin bir parçası olamadığımız için üzülüyoruz. Uzay Baronları, arkalarındaki devlet güçleri ile ellerinden gelenin en iyisini yapıp daha büyük hedefler belirlerken, yakın gelecekte kolonileşmelerin gerçekleşeceğine dair açıklamalarda bulunmayı da ihmal etmiyorlar. Yenidünya düzeninde ihtiyaç duyulacak ucuz işgücünün ise dijital dönüşümü yakalayamamış ülkelerden tedarik edileceği gerçeği tam karşımızda duruyor. Bu kitap yaşanan kıyasıya rekabetin söylenmeyen tarafını işaret ediyor: Üretemediysen kıymetin yok!