Kasımla birlikte havalar iyice soğudu. Üşüttünüz, burun akıntısı ve öksürük birkaç gün geçmeyince doktora gittiniz. Doktor durumun çok üzerinde durmadan antibiyotik yazdı, kutuyu bitirene kadar kullanmanızı önerdi. 3-4 gün kullandınız, şikâyetleriniz azaldıktan sonra ilaç alma gereği duymadınız. Üşütme, soğuk algınlığı gibi basit bir hastalığı atlatmak bu kadar kolay mıydı gerçekten?
Tarih boyunca enfeksiyon ve salgınlar doğal bir felaket gibi insanlığı tehdit etmiştir. 1346’da Rusya’da başlayıp deniz yoluyla Avrupa’ya yayılan veba salgını, 5 yıl içinde nüfusun neredeyse %40’ını yok etmişti. Kara Ölüm olarak adlandırılan veba, modern çağa kadar tedavi edilemiyor ve insanlığa gönderilen bir lanet olarak düşünülüyordu.
Cortez ve Pizarro gibi İspanyol fatihlerinin Güney Amerika ve Meksika’da yerlilerle karşılaşmasıyla, 10 bin yıldır yolları ayrılmış olan insan toplulukları tekrar bir araya geldi. Ancak Amerikan yerlileri için bu karşılaşma çok acı sonuçlar doğuracaktı. Avrupalıların getirdikleri hastalıklara karşı hiçbir bağışıklığı olmayan Yerliler, 50 yıl içerisinde nüfuslarının en az %70ini kaybettiler. Yerlilerin bütün devlet ve uygarlıklarını çökerten salgın hastalıklar, Avrupalıların işgalini kalıcı hale getirdi.
Ulaşım olanaklarının arttığı 20.yy’da, 1. Dünya Savaşı’nın hemen ardından başlayan 1918 Grip salgını, kutuplar hariç neredeyse bütün kıtalara yayıldı. Dünya genelinde 500 milyon insana bulaştığı tahmin edilen dirençli İspanyol Gribi, yaklaşık 75 milyon insanın ölümüne yol açtı. Nihayet 1928 yılında Alexander Fleming’in Penisilin’i geliştirmesi, antibiyotik çağını başlattı. Antibiyotiklerin yaygın kullanılması daha önce ölümcül olan birçok enfeksiyon hastalığının tedavi edilebilmesini sağladı. 20.yy boyunca insan ömrü 15-20 yıl uzadı, antibiyotiklerin bu tablodaki katkısı yadsınamaz. Ancak 1970li yıllardan itibaren, bakteriler mevcut antibiyotiklere karşı direnç geliştirmeye başladı, ardından yeni antibiyotik türleri üretildi. Günümüzde bu sorun büyüyerek devam ediyor ve elimizdeki klasik antibiyotikler gittikçe yetersiz kalıyor.
Bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç geliştirmesinin birkaç sebebi var:
- Antibiyotik kullanımını gerektirmeyecek hafif hastalıklarda bile antibiyotik yazılması
- Hastalığa sebep olan bakteriyi belirlemeden yanlış antibiyotik verilmesi
- İnek, koyun ve tavuk gibi besi hayvanlarının dayanıklı olması için çok fazla ve kontrolsüzce antibiyotik verilmesi
- İlaç firmalarının antibiyotiklerden düşük kazanç elde etmeleri sebebiyle yeni antibiyotik geliştirme çalışmalarına yeterli bütçeyi ayırmaması
Bütün bu sebepler basit ve çözülmesi kolay gibi görülebilir. Dünyada her gün milyonlarca kişi antibiyotik kullanmaktadır, bunların en az yarısı yanlış ve etkisiz tedavilerdir. Tamamen tedavi edilemeyen her hastalık, direnç kazanarak insanlara yayılmaktadır. Mevcut antibiyotiklerimiz gitgide etkisiz kalmaktadır.
Günümüzde her yıl 2 milyon kişi antibiyotik-antimikrobial dirençli enfeksiyonlara maruz kalmaktadır ve 50 bin kişi hayatını kaybetmektedir. 2050 yılına kadar, bu sorunun katlanarak büyümesi beklenmektedir. Dirençli sıtmanın ve AIDS’in yaygınlaşması Afrika için büyük tehdit olacaktır. Rusya ve Orta Asya’da yanlış tedavi edilen tüberküloz, dirençli enfeksiyonların sayısını çok arttırmıştır. Dirençli grip türleri gelişmiş ülkeler için büyük bir problemdir. Bütün bu tehditlerle birlikte, yaygınlaşan dirençli enfeksiyonların 2050 yılında 10 milyona yakın insanın hayatına mal olması beklenmektedir. Bu sayı, kanser ve kalp hastalıklarıyla karşılaştırılacak kadar yüksektir. Yüzyıllar geçtikten sonra, bakteriler yeniden insanlık için en büyük tehditlerden biri haline gelmiştir.
Ancak bu karamsar tabloyu önleyebilmek için hala bir şeyler yapılabilir. ABD hükümeti antibiyotik direncine karşı yeni ilaçlar geliştirmek için 2016 itibariyle 160 milyon $’lık bir bütçe ayırmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) hazırladığı rehberleri ülkelerin sağlık birimlerine göndererek enfeksiyonlara karşı doğru ve etkili tedavi yöntemlerini anlatmaktadır.
Avrupa ve ABD’deki irili ufaklı birçok şirket, yeni antibiyotik çeşitleri geliştirmek için araştırma yapmaktadır. Yeni geliştirilen Teixobactin, hayvan deneylerinden başarıyla geçmiştir, dirençli tüberküloz enfeksiyonlarında kullanılması düşünülmektedir. İnsan burnunda doğal olarak yaşayan bakterilerden elde edilen Lugdunin molekülü, yaygın dirençli enfeksiyonlara karşı bir umut olabilir. En yaygın dirençli bakteri olan MRSA’ya karşı da bir ilaç geliştirildi. Penisilin antibiyotiğine polimerler eklenerek sentezlenen ilaç, şu anda onay aşamasında. Mevcut bütün antibiyotiklerin etki yöntemlerinden farklı olarak, doğrudan bakteri iletişimini (quorum sensing) hedef alan moleküller üretilebilir. Bakterilerin bu yönteme karşı direnç geliştirmesi çok daha zor olabilir.
İnsanlığın 70 yıldır antibiyotik kullanması, bakterileri evrimleştirdi ve onları daha dirençli hale getirdi. Yıldan yıla eldeki antibiyotiklerimiz gücünü kaybetti. Ancak durumun farkına varmaya başladık. Bakterilerin genetik haritalarının çıkarıyor, onları zayıf noktalarından vurmaya çalışıyoruz. Onların geçirdiği her mutasyonu izliyor, karşılığında daha karmaşık moleküller sentezliyoruz. Milyarlarca bakteri mutasyon geçirerek karşımıza çıkıyor ve molekülden hücreye her düzeyde cevap yetiştirmeye çalışıyoruz. Bunu başarmak zorundayız, 21.yy’da Güneş Sistemi’ne açılan insan, bakterilere boyun eğdiği Orta Çağ karanlığına dönmemeli.
Hazırlayan: Emre Yorgancıgil
İleri Okumalar