“Bağımlı ve korunmaya muhtaç tipleme”den, “ekip üyesine”, hatta “kadın kahramana” doğru giden uzun yol… Bir toplumun ilkellik-uygarlık arası skalada hangi noktada yer aldığını gösteren güvenilir bir veri arıyorsanız, o toplumun kadına karşı bakış açısına göz atmayı deneyebilirsiniz. Hatta bunu bireyler için bile kullanabilirsiniz.. İlkel içgüdülerinin yönetimindeki kadın ve erkekler, “kadın” kavramını pek de yüceltmeyen ifadelerle yanıt vereceklerdir. Böyle bireylerden oluşan toplulukların aralarındaki kadınlardan esirgedikleri en önemli hak, “öğrenme ve öğrendiğini tecrübe etme” hakkıdır, özellikle hayatın geleneksel anlamda kadın işi olarak kabul edilmeyen yönlerine uzanma eğilimi gösteriyorlarsa..
Bu tür kadınların ses tonunda kaderini kabullenmişlikten ileri gelen, ama yine de derinlerinde hafif bir serzenişin sezildiği bir renk yakalarsınız… Ancak yeri geldiğinde itildikleri pozisyonu savunmaktan da geri kalmazlar, zira bu şekilde yıllar geçirmişlerdir ve kaçırdıklarıyla yüzleşmektense ellerindekini “doğru” yerine koymak ruh sağlıkları için elzemdir. Böyle erkekler ise bu yöndeki iddialarını göğüslerini gere gere, hatta hafifçe sırıtarak, büyük bir rahatlıkla dile getirirler. İnsan doğasının karanlık tarafını oluşturan ögelerden biri olan “kendinden aşağı tutacak birilerini bulma” ihtiyaçlarına bu yolla doyum sağlamaktadırlar çünkü.

En ilkel örnekleri böylece tanımladıktan sonra, sıra derecelendirmeye gelir. Bu tür bireylere dünyanın en geri kalmış kabile halkından, dünyanın en medeni olarak kabul edilen ülke vatandaşlarına dek her toplumun içinde rastlanabilir. Ancak yaşam biçimleri ve kültürel dış görünüşleri farklı olsa da, ortak noktaları yukarıdaki gibidir: Kadının birey olarak kapasitesinin sınırlı olduğundan kesinlikle emindirler. Gelelim asıl konumuza: Yukarıdaki satırlarda dile getirmeye çalıştığım saptamanın, dünya sinema ve edebiyat tarihini oluşturan örneklerde sergilenen ilginç bir seyri vardır. Gerek senaryolarda, gerekse edebi eserlerde, şurada daha on beş-yirmi sene öncesine dek kadın karakterlerin davranış kalıplarının çok farklı tasarlandığı bilmem hiç dikkatinizi çekti mi?
Orta çağ kadını tiplemelerine hiçbir diyeceğim yok. Ne de olsa onların “bağımlı ve korunmaya muhtaç”lığı eşyanın tabiatından sayılabilir. Zira onların zamanında kadına gerçekten de ne öğrenme hakkı tanınıyordu, ne de öğrendiklerini uygulama hakkı. En yakın örnek olarak Nostradamus filmindeki kadın tablosuna bakabiliriz. Kitaplar gizlice okunuyor, engizisyon dehşet saçıyor, üstelik Nostradamus karısının bilimle ilgilenmesine göz yumduğu için çevresi tarafından eleştiriliyor. Kadın bilimsel veriler üzerine kafa yordukça, beynini kullandıkça, eş-dost-ahbap çevresinin Nostradamus’a yönelttiği uyarılar artıyor. Uyarıların iki nedeni var. Biri endişe, zira engizisyon duruma uyanırsa fena olur. Diğeri muhafazakarlık, zira ‘kadınları böyle başıboş bırakırsan sonra işin nereye varacağı belli olmaz’…
Bu yönüyle orta çağ gerçeğine son derece uygun biçimde hazırlanmış olan bu senaryo, aynı çağa ait başka sinemasal ve edebi eserlerdeki içerikle de uyum göstermektedir. Örneğin 19. yy ortalarında, Çin’deki bazı bölgelerin İngiliz sömürgesinde kaldığı yıllarda, buradaki nehirlerden birinde lüks bir yolculuk yapmakta olan bir grup aristokrat İngiliz leydisine kulak verelim. Aralarında bahsettikleri konu, sıradışı hareket ederek ‘erkeği olmadan ticarete atılmaya kalkışan’ diğer bir İngiliz hanım ile ilgili. Leydilerden biri “Neden olmasın?” diye soracak oluyor ve diğeri cevabı yapıştırıyor: “Aman hayatım, daha neler. Böyle gidecekse kadınların yargıç olmasına da izin verilsin bari!” İşin ilginci, kabul edilmez bir uç nokta olarak sunulan bu örnekleme diğerini “Yok canım, o kadar da demedim,” ifadesi içinde susturmaya yetiyor..
Çok daha yeni bir örnek için Buffy the Vampire Slayer dizisinin bir bölümüne göz atalım: Kostümlü bir karnaval sırasında dönen bazı olaylar ve yapılan bir büyü sonucunda, kostümünü belli bir dükkandan alan herkes içine girdiği kılıkta hapis kalıyor. Giysisini değiştirememek anlamında değil, girdiği kimliğe tamamen dönüşmek anlamında gerçekleşen bu tuzak, herkese kendi gerçek yaşamını unutturuyor. Bu sırada kabarık ve süslü bir orta çağ kızı giysisine bürünmüş olan Buffy de, 20. yüzyılda yaşayan bir vampir avcısı olduğunu tamamen unutarak 1775 model “bağımlı ve korunmaya muhtaç” bir süs bebeğine dönüşüyor. Bu karakterin kendisine gerçek kişiliğini anımsatmaya çalışan birine verdiği yanıt repliği oldukça ilginç: “Ben gerçek bir leydi olarak yetiştirildim. Hiçbir şey anlamam gerekmiyor. Sadece güzel görünmem gerek. Böylece bir beyefendi benimle evlenecek. Büyük ihtimalle bir baron.” O zamanlardan gelmiş 250 küsur yaşındaki vampir karakter ise şöyle diyor: “O zamanın soylu kadınlarından hiç hoşlanmazdım.. Pek boş kafalı şeylerdi çünkü.”

İşte geçmiş birkaç yüzyılın kadın tablosu… Böyle bir ortamdan “niye hiç kadın sanatçı, bilim insanı, besteci, vs.. çıkmadığını” hâlâ soran varsa, lütfen omuriliğini bırakıp bir de beyniyle düşünsün… Zira insanların birbirinin yaşamını sınırlamaya ve şekillendirmeye kararlı olduğu hiçbir ortamda yaratıcılık yeşeremez. (Bunun canlı örneklerini günümüz ve ülkemiz şartlarında da yaşayabiliyoruz.) Bu sonuca vardıktan sonra, biraz daha ilerleyip 20. yüzyılın başlarına gelelim. Fiziksel şiddete karşı kendini koruma kapasitesi açısından durum yine fazla değişmemiş; filmlerin hareketli sahneleri hâlâ iki erkek dövüşürken kenarda aciz bir tavırla seyreden, hatta tanık olduğu gürültü patırtının etkisiyle ince korku çığlıkları atan kadıncağızlarla dolu. Hareketleri, giyim tarzları, hatta verdikleri yanıtlar bile ‘tipik’ kategorilerin dışına çıkmaksızın seyrediyor. Arada ancak çok sinirlendiğinde etkisiz bir tekme atan, veya karşısındakine bir şeyler fırlatan nadir örnekler var, ki bunlar daha çok ‘kadınsı kadın’ değil, ‘çocuksu kadın’ sınıfından sayılıyor.
Derken aniden devreye bilimkurgu eserleri giriyor… Gerçi ilk başta Flash Gordon‘un kız arkadaşı Dale Arden gibi, olayları kenarda bekleyerek izleyen etkisiz ‘uydu kadın’ örnekleri eski alışkanlıkların uzantısı olarak yerlerini koruyor, ama ilerleyen yıllarda kadınları yavaş yavaş önemli işlevlerin başında görme şansı elde ediyoruz. Teğmen Uhura köprü düzeyinde subaylık rütbesine ulaşmış, hatta zaman zaman eline silah bile aldığı oluyor. Buck Rogers dizisinde Albay Wilma Dearing‘in o zamana kadar ancak erkek karakterlere yakıştırılan kahramanlıklara yaklaştığını görüyoruz, ancak yine de evrim tam değil; Albay Dearing de senaryo gerektirdiğinde tek bir tokatla ya da yalnızca başını bir yere vurarak bayılıp devre dışı kalabiliyor, yani zayıf kadın imajı hâlâ baskın.

Star Wars evreninin prensesi Leia iş başa düşünce eline silahı alıp sağa sola koşturuyor, emirler veriyor, ama iş bir X-wing’in başına geçip düşman tepelemeye geldiğinde ona uygun görülen şey cephe gerisinde kalmak. (Üstelik Prenses Leia’yı canlandıran Carrie Fisher’ın, bir röportajında ‘prensesin hiçbir kadınsı sahnesi bulunmadığından’ şikayet ettiğini duyuyoruz. “Ne bileyim,” diyor, “örneğin bir bayan arkadaşıyla alışveriş etmesi, yürürken aralarında bir şeylere gülmeleri gibi bir sahne eklenebilirdi belki…”) Tabii bu arada Vampirella, Barbarella, Druuna gibi görece bağımsız karakterleri unutmamak gerek. Gerçi bunların da önde gelen fonksiyonu ‘kişilikli kadın’ olmaktan çok ‘seksi kadın’ olmak. Ama -Druuna hariç- sert kadın seven erkeklere hitaben karakterlendirilmiş olmakla biraz daha şanslılar. Arada en sıkı örneklerden sayılabilecek Charlie’nin Melekleri ise durumu ancak kendi adlarına kurtarabiliyorlar, zira kadın karakterlerin ezici bir çoğunluğu hâlâ ilk tokatta duvara uçup kendini kaybediyor.
Savaşçı Red Sonya karakterinin ise ayrıca ele alınması yerinde olur, çünkü o tam bir ‘geçiş dönemi’ unsuru oluşturuyor. Özelliği, bir erkeğin kendisini elde etmesine izin verirse gücünü kaybedecek olması. Bu haliyle adeta, ‘gidişatı sezen ilkellerin’ kadınları bir yol ayrımında olduklarına ikna etme çabasını simgeler gibi: “Ya kılıç, ya seks. Birini seçeceksen öbürünü feda edeceksin. Kadınlaşırsan savaşma gücünü kaybedeceksin. İkisi bir arada olmaz.” Televizyon ve sinemadan örnekler bu eksende seyrederken, edebi eserlerde durum daha da kötü, çünkü fazla bir kahramanlık şansı olmayan kadınların gözünden anlatılabilecek pek ilgi çekici bir şey yok. Aşkı için kendini feda eden kadın tiplemeler ise en basit çözüm yollarını teğet geçerek inanılmaz budalalık örnekleri sergilemek zorunda kalıyorlar; yoksa kitaplar satmıyor!

Derken…
Yaklaşık son onbeş-yirmi yıl içinde inanılmaz ölçüde farklı bir trend yeşeriveriyor.
Kitabın başında, kendisine tebelleş olan gizli bir sapığın tehditlerine maruz kalarak dehşet içinde titreyen kadın, yolun bir yerinde ayaklarını yere sağlam basmasına yardımcı olacak bir düşünce biçimi yakalıyor. Sapığın iç çamaşırını keserek çıkarma tehdidini içeren mektubunu okuduktan sonra gözü yeni aldığı siyah dantelli çamaşıra takıldığında, düşünce repliği şöyle: “Hiç olmazsa güzel bir şeyi çıkarmış olacaksın..” Ve kitabın sonunda, boş yüzme havuzunun derin tarafına doğru giden bir kovalamaca sahnesi, kadını koruyacak kendinden başka kimse olmadığı halde, kendi çabasıyla hayatta kalmasıyla sonuçlanıyor. İşte yeni kadın tiplemelerinin ilk ayak sesleri…
Film sahnelerinde de benzer bir dönüşüm gözleniyor. Kadınlar hâlâ çığlık atıyor belki, ama acizlik görüntüsü abartılmıyor artık. Ya ellerine bir beyzbol sopası veya tava geçirip savuruyor ya da gidip elektrikleri kesiyor veya polisi arıyorlar. (Hele şükür.) Yavaş yavaş, ‘bir çocuk kadar etkisiz ve korunmaya muhtaç’ kabuktan sıyrılıp ‘bir şeyler yapabilen biri’, hatta ‘fark yaratan ekip üyesi’ konumuna terfi ediyorlar. Charlie’nin Melekleri kendilerini hiç de yalnız hissetmemeye başlıyor, zira devreye yalnızca The Avengers‘ın Emma Peel‘ı veya Tara King‘i değil, Cagney ve Lacey gibi sıkı kadın polisler ve hatta Visitors dizisindeki Dr. Juliet Parrish gibi, Star Trek: Genesis‘deki Vulcanlı Teğmen Saavik gibi kendine hakim kadın karakterler de giriyor. Yazarlar artık ‘kadın gözüyle’ anlatabilecekleri ilginç şeyler bulabilmeye başlıyorlar. Önce zeki kadın dedektif tiplemeleri diziliyor birbiri ardına. Sonra erkek meslektaşlarıyla sırt sırta cephe savaşı yapabilecek kapasitede kadınlar ulaşmaya başlıyor okuyucuya. Hatta James Bond tiplemesinin çevresindekiler arasında bile, ‘oyuncak kadın/partner kadın’ oranı şaşırtıcı biçimde ikincisinin leyhine artıyor. Son noktayı ise bilimkurgu ve fantastik eserler koyuyor.

Aslında ilk kıpırdanmalar çoktan başlamış… Supergirl gezegenimiz semalarında uçmaya koyulmuş. Yaratıcısı bir erkek olan Wonder Woman, “Gördüğünüz gibi kızlar, bu hiç de zor değil.. Bütün yapmanız gereken, varolan gücünüze güvenmek!” şeklindeki replikleri sayesinde feminist damgası yemekte gecikmemiş. Hatta lezbiyenlikle bile suçlanıyor, ancak yine de yirmi yıl boyunca popülerliğini kaybetmiyor. Örümcek Adam New York semalarında ağ sallarken kız arkadaşı Felicia ona rahatça ayak uydurarak eşlik ediyor… Ama bütün bunların ötesinde en sağlam ve dikkat çekici örnekler arasında, Terminator serisinde hanım hanımcık bir genç kadıncağızdan bisepsleri gelişkin bir askere dönüşen Sarah Connor ve “Ben asker değilim, orada işinize yaramam,” derken, iş başa düşünce direksiyona geçip karşısına çıkan yaratığı ezmeye çeviren, silahları kuşanıp facehugger kuluçkasından çocuk kurtaran, yükleme makinesiyle kraliçe yaratığa Osmanlı tokadı çeken Teğmen Ellen Ripley tiplemeleri yer alıyor… (Alien filminde mürettebattan geriye son kalan savaşçının bir kadın olmasını ‘şaşırtma’ unsuru olarak kullanmaya kalkışan yönetmen Ridley Scott, bu seçimiyle dünya bilimkurgu sinemasının en çetin ceviz kadın karakterlerinden birine start verdiğini aklına getirmiş miydi acaba…)
Bu sırada Star Trek evreninde de benzer gelişmeler söz konusu… Atılgan’ın güvenlik subayı bir kadın: Natasha Yar… Hatta bir zamanlar klasik seri seyircisi tarafından Majel Barret’a tanınmayan kaptanlık ünvanı, Voyager serisinde Kaptan Kathryn Janeway‘e verilmiş. Arada yalnızca birkaç onyıllık toplumsal görüş farkı var ve artık seyirci kadın kaptan fikrine yabancı değil, hatta görmekten memnun oluyor. Sonra The Matrix patlıyor ve kadın karakter Trinity zekada, güçte ve beceride son derece yeterli bir tipleme olarak Neo’nun yanında yer alıyor. Bu arada eski dostlarımız Charlie’nin Melekleri‘nin geçirdiği transformasyon kayda değer: Binalardan aşağı uçup sağ kalıyor, kalabalıklarla yakın dövüş karşılaşmalarına girişiyor, helikopterlere asılarak yolculuk ediyorlar.

En yoğun patlamayı bu trendle eş zamanlı olarak yaşayan fantastik eserlerde ise, kadın savaşçılar başından beri doludizgin gidiyor. En belirgin istisna, aralarındaki en eskilerden olan Hobbit/Yüzüklerin Efendisi evreninde göze çarpıyor. Zamanının atmosferine uygun olarak başta kayda değer kadın karakter yokken, ileri yıllarda kadın Elf savaşçılarının ve güçlü kadın yöneticilerin belirdiğini görüyoruz. Ancak bu istisna dışındaki hemen tüm örneklerde, başroller kadın ve erkek kahramanlar arasında eşit düzeyde paylaşılmakta. Sinema ve televizyonda da durum farksız: Lara Croft, arkeolojik hazineler arasında geçen yaşamını ‘kötü adamlara’ tek başına meydan okuyarak sürdürecek kapasitede bir kadın olarak büyük beğeni topluyor. Mitolojik/fantastik kahraman Herkül’ün karşısına önce düşman olarak çıkan Zeyna öylesine dikkat çekiyor ki, yanına ‘gittikçe gelişerek her yönden yetkin bir birey haline gelen’ Gabrielle’i katıp onun için ayrı bir dizi serisi hazırlıyorlar. Sonuç, Herkül serisiyle kolkola giden ve başarısı sezonlar boyu devam eden uzun soluklu bir seri oluyor.
Öte yandan vampir avcısı Buffy, bir lise öğrencisi. Alien Resurrection’un senaristi Joss Whedon onu genç bir erkek öğrenci olarak değil, ufak tefek göründüğü halde kendini ve başkalarını korumaya muktedir genç bir kız olarak tasarlamış… Geleceğe Dönüş serisinde Marty McFly’ın annesinin sergilediği liseli genç kız tablosu ile Buffy’ninki arasında inanılmaz bir fark var. Gerçi o kızcağız da askıntısının elinden kurtulmak için elbise kutusunu oğlanın kafasına geçirmekten geri kalmıyordu, ama yine de bir erkeğe aşık olmak için onun kendisini koruyabilmesini bekleyen bir tiplemeydi. Halbuki ne Buffy’nin, ne de en yakın arkadaşı Willow‘un beylerden bu tür özel bir beklentileri yok ve olaylar gerektirdiğinde erkek arkadaşlarıyla ‘sırt sırta cephe savaşına’ girişmekte hiçbir çekince göstermiyorlar. İşte size günümüzün kadın trendi…

Bütün bunlardan çıkarılması gereken gerçek ise şu: Günümüz seyircisi artık özellikle korunmaya ihtiyaç göstermeyen, öğrenen ve öğrendiklerini uygulayan, yeri geldiğinde ekibin yetkin bir üyesi olarak yerini alan kadın tiplemelerini yadırgamıyor, hatta onları izlemekten keyif alıyor. Toplumlardaki ‘ilkel kalmış’ bireylerin bile duruma belirgin bir itirazı yok; onlar yalnızca yeni trende itibar etmemekle ve tanıdık buldukları eski örnekleri izleyip okumaya devam etmekle yetiniyorlar.. tabii okuma ve izleme alışkanlıklarını çoktan kaybetmemişlerse. “Ben özgürüm,” diyerek Anadolu‘yu arşınlayan kızın eninde sonunda dağa kaldırılacağını ileri sürerek dalga geçtiklerini duyabiliyoruz, ama Zeyna için, Buffy için veya Lara Croft için dişe dokunur bir yorumda bulunanına henüz rastlamadım… Belki de onların bile gözü alışıyordur; kadının ‘burnunu evinden dışarıya uzatır uzatmaz başına fenalık geleceği’ saplantısından farkında bile olmadan uzaklaşıyorlardır belki de. Kimbilir?
Gelelim son soruya: Bu ilerlemeyi neye borçluyuz? Bu inanılmayacak kadar pozitif gelişme nasıl açıklanabilir?
Dünya üzerinde hiç bu kadar kalabalık olmamıştık. Bu bir gerçek. Peki kalabalık artınca kaçınılmaz olarak çeşitlemeler de mi arttı? Sırf bu yüzden insanların gözü yavaş yavaş farklılıklara mı alıştı? Belli kalıplar içine bu yüzden mi sığılamaz oldu? İyi, kötü veya nötr olmak üzere herhangi bir yönde artan çeşitleme sayısı, geleneksel davranış ve düşünce hakimiyetini zorladığı için mi yeniliklere (kaçınılmaz olarak gittikçe daha geniş kitleler tarafından) açık hale gelindi? Kadının yeri ve fonksiyonları konusundaki, yer yer epey belirgin hale gelen rahatlama, bu yüzden mi gittikçe ön plana çıkarak kendini edebi ve görsel senaryolarda da göstermeye başladı? Beğenisi bu yönde olan, görmek ve okumak istediği şey bu olan insanların sayısı artıyor mu yani?
Eğer öyleyse, bu gerçekten de çok güzel bir haber..Aman nazar değmesin.
Hazırlayan: Özlem Kurdoğlu