“Bilimkurgu Hikâyeleri İçin Mekânlar” yazı dizimizin ikinci bölümüyle karşınızdayız. Ölü yıldız sistemlerinden kilitli gezegenlere, asteroit tarlalarından metal gezegenlere kadar bilimkurguda karşımıza çıkan ilginç mekânları derlemeye ve yaratıcılığınızı ateşleyebilecek fikir kırıntıları sunmaya devam ediyoruz.
Çünkü her ne kadar romantik ya da klişe bir tanımlama gibi gelse de bilimkurgu bir yolculuktur. Bilimkurgu bir yolu anlatır ve o yol insanlığın muhtemel geleceğine ya da kaçırdığı geçmişlere ait imgelerle bezenmiş hâldedir. O yol çeşitli dünyalardan geçer. Belki önemli olan yolun kendisidir ama yol kenarındaki manzarayı da unutmamak gerek.
Kilitli Gezegen
Bazen günün yirmi dört saatten ibaret olması can sıkıcı bir hâl alıyor. İnsan yaşayabilmek için daha fazla saate ihtiyaç duyuyor sanki. Uyku, iş, belki eve doğru giden yol, her şey zamanı içiyor, geride pek bir şey kalmıyor. Hoş, kalsa ne olur ki? Bu sefer de dev bir boşluk. Çalışmayı bile özler belki de o zaman insan. Belki de sırf geceyi özler? Gecenin kendine has bir dokusu var kuşkusuz. Bu zamanlarda uzay hiç olmadığı kadar gerçektir. Arada hiçbir perde olmadan bütün yoğunluğu ile dünyaya sirayet eder. Çırılçıplaktır. İnsan bunu özler ama ona kavuştuğu zaman içini kemiren korkular bastırır…
Peki ya gece hiç bitmeseydi? Dünyanın tavanında hep asılı kalsaydı? Uzaydaki pek çok gezegen bu durumda. Bir yarısı tamamen gece, bir yarısı ise hep gündüz. Ortada bir yerde, belki bir çeşit ekvator çizgisinde ise daimî akşam… Nasıl oluyor bu? Saçma mı? Hayır, gerçek. Bazı gezegenler kendi etrafında dönmüyor. Yani bir tarafı hep ışık alırken, diğer tarafı hiç almıyor. Böyle bir gezegende yaşam ortaya çıkar mı? Çıkarsa nasıl bir şey olur? Soruların cevabı uçsuz bucaksız. Biraz kafa yoralım. Hep gündüz olan taraf korkunç sıcaklıklarla kavruluyordur belki de. Gece olan taraf ise dondurucu bir şekilde soğuktur? Geriye ne kaldı? Daimî akşam şeridi. O şerit boyunca, bütün koşullar, sıcaklık dahil, yaşamın ortaya çıkması için elverişli olabilir. Hatta, belki de insan kolonizasyonu için bile… Kim bilir, belki de senaryo gerçek olur ve şu sözgelimi akşam kuşağına Ahmet Haşim’in ismi verilir…
Metal Gezegen
Neredeyse tamamı metallerden oluşan bir gezegen. Buz ve Ateşin Şarkısı’ndaki Demir Adalar misali, buraya yerleşen insanlar beterin beteri olacaktır herhâlde. Vahşi koloniciler, maden şirketi elemanları, müfettişler, mutant avcıları vesaire. Belki de metal gezegen ölü bir yıldızın etrafında dönüyordur? Belki de uzaya savrulmuş, tek başına dolaşan bir haydut gezegendir? Belki de metal bazlı dehşet verici canlılar yaşıyordur üzerinde. Bu senaryo daha bir hoş sanki. Göçebe bir uzay istasyonu bu gezegenin yakınlarından geçerken, birdenbire yaratıkların saldırısına uğrar, uzay istasyonu bir çağırı gönderir ve fütüristik bir Witcher istasyonun yardımına koşar.
Belki de bu metal gezegen bir medeniyetin lahididir? Madenciler vahşice gezegeni oyarken, aniden lahit açılır ve yeniden soluk almaması gereken bir şeyler gezegenin o delik deşik metalsi yüzeyinden dışarı sarkar. Uzay, dünyanın korunaklı yüzeyindeyken bile korkunç. Onunla baş başa kalmak, içerdiği bütün dehşet ve öfkeyle yüzleşmek ama aynı zamanda sayısız mucizeye tanık olmak metal bir gezegen kadar sağlam irade ve ruh ister herhâlde.
Asteroit Tarlası
Buz ve Ateşin Şarkısı’ndaki demirdoğumlulara atıfta bulunduk. Eğer demirdoğumlular bir bilimkurgu düzlemine yerleştirilecek olsa, bu kesinlikle bir asteroit tarlası olurdu. Neden mi? Cevap basit, asteroitler de bir nevi ada gibidir çünkü. Üstelik birbiri için doğal koruma yaratan bir ada sistemi. Bir asteroit tarlasında gezinmek çok zor olsa gerek. Oraya devasa bir savaş filosu gönderilmez. Küçük akıncı filolarını ise asteroit yerlileri pusuya düşürerek sürekli imha eder. Asteroitler metal açısından zenginse, burada gizledikleri fabrikalar ile durmadan küçük akıncı gemileri üretebilirler. Tıpkı Vikingler’in uzun gemileri gibi. Yakınlardaki uzay istasyonlarına, maden üslerine ya da kolonilere durmadan akınlar düzenleyip yerleşikleri canından bezdirebilirler.
Viking-vari asteroit kabileleri haricinde, buralar en koyu çirkef yataklarına dönüşebilir. İnsan ahlakını, hatta insan varlığını tamamen reddeden ve ağza alınmayacak türden deneyler yapan korkunç kişilerin, mutantların, fahişelerin, kaçak kölelerin, paralı askerlerin, her türden canavarın kol gezdiği bir diyar. Belki de gizli bir kızıl borsa. Organ pazarları, canlı insanlar, egzotik varlıklar, tehlikeli silahlar, berbat salgınlar yaratacak yeni hastalık örnekleri… ve canavarlar; satılık canavarlar.
Ölü Yıldız Sistemi
Ne kadar kederli bir tınıya sahip değil mi? Bizim yıldız sistemi de yakında bu sıfatla anılacak? Ne kadar yakında? Daha var epey. O gün geldiğinde neler olacak acaba? Uzayda bir yerlerde şu an sorumuzun cevabı paramparça hâlde bekliyor. Kim bilir belki de bir yıldızın intiharını gerçekleştirdiği o yerlerde adı henüz konmamış türden bir enerji açığa çıkıyordur ve insanlar o enerjiyi hasat etmeyi başarabilir. Fütüristik akbabalar gibi yüzlerce gemi, ölü bir yıldız sistemi ve kavrulmuş medeniyetler… Bir tarafta, lav ve ateş ile öpülmüş kül kaplı bir gezegende çırpınıp duran yaralı bir yabancı yaşam formu, diğer tarafta da insanlar; onlardan arta kalan enerjiyi sömürüyor.
Belki de tam tersi olur. İnsanlar, korkunç varlıklar oldukları kadar yürekleri sızlatacak kadar merhametli, asil ve muazzamdırlar da aynı zamanda. Belki de hoşgörüyü, ulvi iyiliği amaç edinmiş ileri düzeyde bir insan topluluğu yıldızını kaybeden medeniyetleri kurtarmak için seferber olmuş uzay tarikatları yaratır ve o korkunç akıbete maruz kalan varlıklara yardım gönderir? Kendi ruhani enerjisini harcamak pahasına…
Boşluk
Öyle böyle değil, gerçekten boşluk. Sahiden hiçbir şeyin olmadığı bir yer, yer kavramının bile kaybolduğu, buharlaşıp uçtuğu bir nokta. Nokta bile değil. Hiçbir şey. Hiçbir şey bile değil. Onu anlatamayız. İfade edemeyiz. Sıfırla gösteremeyiz mesela. Çünkü sıfır bile bir şeyi ifade etmeye yarar. Burayı ifade etmenin ise hiçbir anlamı yok. Bunun imkânı yok çünkü. Burası yok. Hiç olmadı. Aslında vardı. Belki de bir hayaldi? İşte böyle bir mekân. Mutlak belirsizlik.
İnsanlar nereden baksan bayağı başarılı bir tür. Doğada öyle muazzam yeteneklere sahip varlıklar varken insanların bütün gezegeni ele geçirmiş olması biraz trajikomik bir durum ama her şey olacağına varıyor diyelim. İnsanlar çok hızlı öğreniyor. E bir bakmışsın insanlar nihayet boşluğu da keşfetmiş. Yaşanılabilir gezegenler, hasat edilmeyi bekleyen devasa zenginlikler değil, sahici boşluk; hiçlik. Hadi uzay ve zamanda bir yırtık açıp oraya kaçalım, diyebileceğimiz bir nokta değil orası. Çok büyük zahmetler sonucu ulaşılabilen bir ara-mekân. Orada yaptığın tek bir ters hareket sonucunda kendini abuk sabuk bir evrende bulabilirsin. Mesela ıstakozların canlı yayında okyanusun dışında keşfedilen birtakım yaratıkları tartışığı bir evren. “Bence çok barışçıl bir türe benziyorlar, hatta belki de bizi çağırıyorlar? Yukarıdan fırlattıkları şeylere baksana, bizi bayağı şımartıyorlar.”
Böylesi bir boşluğu keşfetmek neye yarar? Pek çok şeye diyelim. İhtimaller sınırsız. Belki de bir hapishane olarak kullanılır orası, belki de insanlar o vakit bambaşka bir bilinç düzeyinde olur ve öteki evrenlerin ihtiva ettiği bilgi kümelerini hasat ederek enerji sağlarlar. Kendi evrenlerinin bilgisini tüketip, başka evrenlerin bilgisini yağmalamaya başlarlar. Nihayetinde her şey bir bilgiden ibaret aslında. Şu yazıların ekranda çıkmasını sağlayan düzenek bir bilgi, bu yazıları ekrana yansıtan şey sahiden ama sahiden bilgi… Varlığımızı meydana getiren atomlar, dünya ve diğer her şey… İnsanlar bunu bir gün tüketebilir mi? Her şeyi öğrendikleri vakit ne olacak?
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade