Bilimkurgu, bugüne dek klasik edebiyatla aynı güvenilirlik ve saygıyı elde etmek için büyük uğraş vermiştir. Örneğin Ünlü yazar Ian McEwan, bilimkurgunun “insani ikilemleri” incelemekten ziyade “yerçekimi önleme botlarından” ibaret olduğunu belirterek türe dahil edilmeyi reddetmiştir. McEwan’a göre, duyguları olan robotlar hakkındaki “Benim gibi Makineler” kitabında, yapay yaşam formlarının etik problematiğini incelediği için (Sanki bu konu Isaac Asimov’un 1940 ve 1950’lerdeki robot öykülerinden Humans benzeri dizilere kadar birçok bilimkurgu eserinde incelenmiş bir temel unsur değilmiş gibi), kendi tabiriyle ‘gerçek edebiyata’ dahil edilmelidir. Psikoloji literatürünün de bilimkurgunun gözden çıkarılmasına destek olduğu söylenebilir. “Büyük hayali göç hipotezi“ni psikoloji çalışmalarının türe yönelttiği son suçlama olarak değerlendirmek mümkün. Bu hipotez, gerçek hayattaki işsizlik, geçim sıkıntısı gibi sorunların bu küstah narsistler topluluğuna ağır geldiğini ve onları büyüklük fantazileri ile rahatsız edilmeden yaşayabilecekleri bir dünyaya, hayali bir göçe teşvik ettiğini öne sürmüştür.
2015 yılında yapılan bir çalışmada, araştırmacılar “bulguları bu hipotezi kanıtlıyor olsa da, ‘geek’ psikolojik profilinin damgalanmaya (stigma) yol açmasını amaçlamadıklarını” vurgulamışlardır. Onlara göre “Hayali göç, ‘adaptif’ bir özelliktir”. “Prenses Leia veya Dart Vader gibi giyinmek bilimkurgu hayranlarını mutlu eder ve onları stresin yol açacağı sorunlardan uzak tutar”. Bu çalışmanın sonuçlarında bilimkurgu hayranlarına doğrudan akıl hastalığı tanısı yakıştırılıyor olmasa da, bilimkurgunun gerçek dünyanın hayal kırıklıkları ile yüzleşmek yerine kaçmayı seçtiği ithamının fark etmemek mümkün değildir.
Kirk Allen Vakası
Bilimkurgunun gerçek hayattan kaçış anlamına geldiği şeklindeki suçlama 1950’lere kadar uzanır. 1954’te psikanalist Robert Lindner, bilimkurgu ögelerle bezeli hayali bir hayatı sürdüren “Kirk Allen” takma isimli hastasından bahsettiği bir vaka sunumu yayımlar. Allen dünyalı bir bilim adamı ve aynı zamanda gezegenler arası bir imparator olduğuna; askeri ve cinsel anlamda güç, saygı ve fetih sahnelerinin kendisini beklediği gelecekteki diğer hayatına zihinsel zaman yolculuğuyla ulaşabileceğine inanmaktadır.
Lindner, Allen’ın durumunu ‘çocukluk travmasına dayanan ezici zihinsel ıstıraptan bir kaçış’ olarak açıklar. Ancak kendisi de bir bilimkurgu hayranı olan Lindner, Allen’ın ikinci (hayali) hayatının baştan çıkarıcı cazibesine de dikkat çeker. Allen’ın ciddi bir psikotik durumu mevcuttur, ancak insanları bilimkurguya çeken şey de açıkça ortadadır: okuyucuların kendi eksikliklerini ve hayal kırıklıklarını telafi eden statü ve güç ile dolu hayali bir hayat… Lindner, Time ve Harper’s gibi dergiler için yazılar yazan etkili bir kültürel yorumcudur. Kirk Allen’ın önemsenen hikayesi Harper’s dergisinde ve Lindner’ın başarılı vaka çalışmaları kitabı “The Fifty Minute Hour“da yayımlanmış ve ses getirmiştir.
Kritik Mesafe
Psikoloji, bilimkurguyu açıkça “kaçış edebiyatı“olarak yaftalamıştır. Akıl sağlığı yerinde olmayanlar için bir acil çıkış kapısı… Bilimkurgu ise buna yıllar içinde kararlı bir biçimde değişerek cevap vermiştir. Bir örnek vermek gerekirse, Norman Spinrad‘ın “The Iron Dream” (1972) adlı eseri, alternatif bir zaman çizgisinde, siyasetten vazgeçen, ABD’ye göç eden ve başarılı bir bilimkurgu yazarı ve illüstratör olan Adolf Hitler tarafından 1954 yılında yazılan ödüllü hayali bilimkurgu romanını konu edinir. Bu romanda Adolf Hitler zayıf bir bilimkurgu kaplamasının altında faşizm yanlısı hikayeler anlatmaktadır. Hayali kitabın hayali son söz eleştirisinde yazar, Hitler’in romanının fetişistçe askeri atıfları, sefih şiddet gösterileri ile “türe hakim olan patolojik literatürün sadece daha uç bir örneği olduğunu” belirtir.
Seçkin antropolog Alfred Kroeber‘in kızı olan ünlü bilimkurgu yazarı Ursula K. Le Guin, The Iron Dream‘in incelemesinde, “bilimkurgunun esas hamlesinin, -önderlik etme, önderlik edilme arzularımızla, haklı savaşlarımız da dahil olmak üzere- “daha keskin bir görüş kazanmak için gerçeklikten uzaklaşma, kritik mesafeye kadar geri çekilme” olduğunu yazar. Le Guin, bu şekilde zamanının Kuzey Amerika toplumunu yabancılaştırarak, bu toplumun kendine özgü psikolojisini, kültürünü ve siyasetini ortaya koymaya çalışmıştır. 1972 yılında, ABD halen Vietnam savaşındayken; Le Guin, “The Word for World is Forest /Dünyaya Orman Denir ” adlı eserinde, sosyal gerçekliğe kendi ‘uzaktan bakış’ını sunar. Bu kitap uzaylı bir ırkın evi olan bir gezegenin, maço, militarist bir Dünya topluluğu tarafından şiddet yoluyla işgal ve kolonize edilmesini anlatmakta ve ABD’nin o sırada Güneydoğu Asya’da yaptıklarına da atıflar barındırmaktadır.
Türün kötü kısımlarını reddetmenin yanı sıra, bu tür yanıtlar bilimkurgu için olumlu bir model anlamına gelmektedir. Bilimkurgu gerçeklikten kaçınmakla ilgili değildir. O, kendi toplumumuzu, ‘uzaktan bakabileceğimiz, üzerinde düşünebileceğimiz ve değişiklik yapabileceğimiz‘ yabancı bir kültüre dönüştüren edebi bir antropolojidir. Bilimkurgu, bizden yerçekimi önleme botlarımızı giymemizi, kaçış kapağını açmamızı ve fanteziye dalmamızı istemek yerine, genellikle sosyal gerçekliğe bakan bir edebiyat türü olmayı hedefler. Bu doğrultudaki hırsını da kısmen, kendisine yöneltilen “marjinal çapulculara kaçış edebiyatı pazarladığına” dair tekrarlayan suçlamalara borçludur…