Mikrobiyal yaşam formları Dünya’daki en ekstrem koşullarda bile yaşayabilir. Eğer dünya dışı yaşam varsa, bu yaşam büyük ihtimalle mikrobiyal olacaktır; yani çoğu kompleks organizmanın tolere edemeyeceği koşullara dayanıklı tek hücreli canlılar… Ama bunun olma ihtimali epeyce düşük, çünkü henüz uzaydan ikna edici hiçbir mesaj alamadık.
Bir anlığına Samanyolu’nda bir veya daha fazla uzaylı medeniyeti olduğunu farzedelim. Hepimiz Hollywood’un karanlık uzaylı tasvirlerine aşinayız; Beyaz Saray’ın yıkılması, insanlığın besin için sömürülmesi ve daha niceleri… Bu fikirlerle güzel filmler yapılsa da, çok mantıklı değildir. Gelin bu popüler varsayımları masaya yatıralım ve gerçekçiliklerine dair bir beyin fırtınası yapalım.
İnsanlığı Köleleştirmek veya Cinsel Partner Bulmak
Birbirlerini köleleştiren uzaylılar, bilimkurgu türünde çok rastlanılan bir temadır. Zayıfları köleleştirmek insanlık tarihinde maalesef önemli bir yer edinse de, yıldızlararası yolculuk teknolojisine ve güçlü enerji kaynaklarına sahip bir uzaylı türünün neden köleye ihtiyaç duyacağını anlamak güçtür. Robot inşa etmek, işgücü gereksinimi açısından çok daha mantıklı bir seçenek olacaktır. İnsanlar robotlara kıyasla daha acizdir; beslenmeleri gerekir ve onarılmaları daha zordur.
Aynı şekilde, çiftleşmek için insanlara ihtiyaç duyan uzaylılar da kulağa pek mantıklı gelmiyor. Üremek için iki bireyin DNA’sının birleşmesi gerekir. Yani uzaylı kalıtım maddesinin bizimle uyumlu olması için sadece genetik maddelerinin DNA olması değil, aynı kimyasal polimerleri ve bu polimlerleri proteinlere dönüştürmek için de aynı kodlama sistemini kullanmaları gerekmektedir. Uzaylıların hangi kalıtımsal molekülleri kullandığı, DNA kullanıp kullanmadığı alevli bir tartışma konusu olmuştur; ama uzaylıların insanlarla benzer genetiğe sahip olması hayli düşük bir ihtimaldir. İnsanların en yakın evrimsel akrabamız şempanzelerle bile çiftleşip verimli bir döl oluşturamadığı düşünüldüğünde, çok farklı evrimsel süreçlerden geçmiş garip uzaylılarla verimli döl oluşturmaları da imkansıza yakındır.
Besinlerimizi Sömürmek
Eğer uzaylılar köleleştirmek veya çiftleşmekle ilgilenmiyorsa yemek için Dünya’ya geliyor olabilirler mi? Peki insanları sindirmek için gerekli kimyasal ve enzimleri var mı? Bizim hücrelerimiz protein, DNA, RNA ve fosfolipitlerden oluşur. Büyümek, üremek ve hücrelerimizi tamir etmek için bu moleküllere ihtiyacımız vardır. Başka bitkileri ve hayvanları yiyince sindirim sistemimiz onları ihtiyacımız olan bu yapıtaşlarına dönüştürür. Yani bir uzaylının bizden besin değeri elde etmesi için bize benzer bir biyokimyasal yapıda olması lazım.
Çeşitli aminoasitler, şekerler, proteinler ve lipitler uzaydaki bazı meteoritlerde de bulunur; belki dünya dışı yaşam da insanlara benzer biyokimyasal moleküllere sahiptir. Aminoasit ve şeker gibi moleküller iki farklı şekilde varolabilir: Sağ-el ve sol-el imajları (Ayna imajı gibi düşünün, sağ ve sol ellerimiz de benzer şekilde olmalarına rağmen tam olarak üstüste gelmezler). Bu iki farklı form, birbirinin enantiomeri olarak bilinir ve dünyadaki tüm canlılar, sol-el aminoasitleri ve sağ-el şekerleri kullanır. Cansız objelerdeki kimyasal tepkimelerde ise her iki enantiomerden eşit olarak üretilir.
Eğer Mars’ta aminoasit veya şeker bulursak, bu moleküllerin hangi formda olduğunu görmek bize Mars’taki hayat hakkında bilgi verecektir Bizden tamamiyle farklı enantiomerler kullanan bakteriler bulmak ise oldukça ilginç olacaktır, çünkü o zaman bunun, Mars’taki yaşamın bir sonucu olduğunu ve Dünya’dan gelmediğini kesinlikle bileceğiz. Uzaylılar bizimle aynı biyomoleküllere sahip olabilir, ancak farklı enantiomerlerde bulundukları için bizi yiyerek besin değeri elde edemezler. Moleküler düzeyde birbirimizin ayna imajı oluruz.
Okyanuslarımızı Kurutmak
Eğer uzaylılar bizi yemek için gerekli biyokimyaya sahip değilse, Dünya’ya gelmek için belki başka sebepleri vardır. Dünya’daki tüm yaşamın temelinde su bulunur. Su, neredeyse tüm tepkimelere katılan muhteşem bir maddedir ve dünya dışı yaşam da büyük ihtimalle su temelli olacaktır. Bu yüzden uzaylılar Dünya’ya gelip muhteşem denizlerimizden, okyanuslarımızdan, göllerimizden ve nehirlerimizden faydalanmak isteyebilir.
Bu hipotezdeki problem, evrende çok daha iyi su kaynaklarının bulunmasıdır. Hatta Dünyamız ilk oluştuğunda oldukça kuruydu; okyanuslarımızı dolduran su sonradan kuyruklu yıldız ve asteroidlerden geldi. Jüpiter’in bir uydusu olan Europa’nın bile donuk yüzeyinin altındaki okyanusta bizim Dünyamızın tamamından daha fazla sıvı su vardır. Europa, Güneş Sistemimizin su kaynağıdır. Galaksimizi dolaşan bir uzaylı iseniz, Dünya yerine Güneş Sistemimizin buzlu uydularına gitmeniz daha akıl kârı olacaktır. Üsteliik uzayda su avına çıkmak, Dünya’nın yerçekimine karşı gelerek okyanusları kurutmaya kıyasla daha kolaydır.
Değerli Madenleri Çıkarmak
Uzaylıların belki de suyun dışında istediği başka maddeler vardır; şehirlerimizi yok edip Dünya yüzeyindeki madenleri sömürerek daha güçlü uzay gemileri yapmak isteyebilirler. Ama Dünya oluşurken demir çekirdekte biriktiği için, Dünya yüzeyi demir, nikel, tungsten ve altın gibi metaller açısından epey fakirdir. Su örneğinde olduğu gibi, aynı metallerden oluşmuş meteorlar varken uzaylıların Dünya’nın yerçekimine karşı koyarak bu metalleri sömürmeye çalışması mantıksızdır. Hatta bazı meteorların tamamiyle metalden oluştuğu düşünülür. Bazı şirketler, meteorlardaki bu değerli metalleri sömürmek için yıldızlararası madencilik operasyonları yapmayı bile düşünüyor.
Belki de farazi uzaylılarımızın madencilik yapmak için Dünya’ya gelmesinin geçerli bir nedeni olabilir. Dünya ve benzeri gezegenler meteorlarla aynı maddelerden yapılmış olsa da, Dünya, meteor gibi hareketsiz bir yapıda değildir; aksine gayet aktif ve dinamiktir. Dünya’nın ince kabuğu sıcak lav üzerinde yüzen, birbiriyle sürtünen ve daima birbiriyle temas halinde olan kırılgan tektonik levhalardan oluşmuştur. Bu levhaların kayması, çok ciddi bir biçimde depremleri tetikleyebilir.
Astronomlar şu ana kadar galaksimizde 4500’ün üzerinde gezegen bulmuştur ama bu sayının milyarlarca olduğu tahmin ediliyor. Kayaç gezegenler yaygın olabilir ama tektonik levhalara sahip kayaç gezegenler enderdir. Levha tektoniği, Dünya iklimini kararlı bir yapıda tutarak bizimki gibi kompleks yaşamın evrimleşmesi ve çeşitli metallerin konsantre olması açısından epey önemlidir. Mars’ta ve Venüs’te levha tektoniği yoktur; çok az gezegende vardır.
Dünya’yı Mesken Edinmek
Galaksimizde oldukça fazla kayaç gezegen bulunabilir, ama bu uzaylıların evi olmak için yeterli olmayabilir. İnorganik enerjiden beslenen dayanıklı mikro-organizmalar neredeyse her şartta hayatta kalabilir, ama kompleks yaşam için bunu söyleyemeyiz. Sıcak okyanuslar, levha tektoniği, dönüş ekseninin sarsılmasını önleyen bir uydu ve atmosferin uzaya savrulmasını önleyen manyetik alan sayesinde Dünya’nın yüzeyinde kararlı bir ortam oluşur. Bu kararlı ortama uzayda çok ender rastlanabilir ve bu da gezegenimizi uzaylı kolonizasyonu için ideal hale getirebilir.
Ancak uzaylı bir türün teknolojisi yıldızlararası seyahat yapabilecek kadar geliştiyse büyük ihtimalle bir gezegenin iklimini ve ortamını kontol edebilecek kadar da gelişmiştir. Mesela çoğu insan, Dünya’daki küresel ısınmanın etkilerini en aza indirecek “mega-mühendislik”, “jeo-mühendislik” projelerini ve ne kadar yakın gelecekte “Mars’ı Dünya’ya benzer hale” getirebileceğimizi konuşmaya başladı bile. Dünya’nın kendisi yaşamla doludur; çoğu da atmosferin ve okyanusların kimyasını etkileyen bakterilerdir. Kendi garip biyokimyalarına sahip uzaylı türleri için bu Dünya’yı kolonize etmek bir problemdir. Yaşamın henüz gelişmediği bir gezegen bulup sıfırdan başlamak daha kolay olacaktır.
Kültürlenmek
Yıldızlararası seyahat için harcanacak devasa zaman ve enerjinin yanı sıra, Dünya’daki materyallerin başka yerlerde de ve üstelik daha pratik olarak bulunabileceği gerçeğini göz önüne alırsak, uzaylıların bizden bir şey almaya gelme olasılığı yok denecek kadar azdır. Galaksimizde zeki uzaylılar yaşıyor olsa bile, gökyüzünde bir anda işgal gemileriyle ortaya çıkmayacağını söylemek sanırız mümkün. Belki de uzaylıları Dünyamıza çekebilecek tek şey biz insanlarızdır. Eğer uzaylılar Dünya’ya gelirse bunun nedeni büyük ihtimalle kültürümüz olacaktır; insanlıkla tanışmak, müziğimizi, sanatımızı, dillerimizi, kültürümüzü, dinlerimizi ve biyolojimizi anlamak… Bir başka deyişle entelektüel merakları.
Ancak uzaylıların bizi ziyaret etmesi önündeki en büyük engel kuşkusuz fizik yasaları. Yıldızlararası seyahat, bu yasalara (en azından bizim anladığımız biçimde) göre çok zor. Bir yıldızdan diğerine ulaşmak için uzay gemisinin ışık hızına yakın bir hızda gitmesi lazım. Şunu unutmamak gerekir ki, geminin kütlesi ne kadar büyükse gereken enerji de o kadar büyüktür; yani gemiyi olabildiğince küçük ve hafif tutmak şart.
İnsan gibi zeki yaşam formları küçük değildir; özellikle de onları uzayda hayatta tutmak için yaşam ünitelerine bağlı bir şekilde gönderdiğinizde. Ama bir alternatif daha var. Belki de uzaylılar bizzat gelmek yerine teknolojilerini gönderebilir ve bir nevi Dünya’yı uzaktan kumanda ile yönetebilir. Eğer insan beyninin nasıl çalıştığını (sinapslar, bilinç vs.) daha iyi anlarsak, yapay zeka inşa etmekle kalmayıp belki de bir insanın beynini bilgisayara yükleyebiliriz.
Yıldızlararası seyahat için en uygun yöntem, bir kapsül içinde yolculuk yapmaktır. Bu yöntemle ölümsüz, kompakt ve hafif olursunuz. Belki de galaksideki yaşam bizim gibi karbon bazlı değil de silikon bazlıdır. Silikon bazlı yaşam, ancak birinci jenerasyon karbon bazlı yaşam (doğal olarak kendiliğinden evrimleşmiş) tarafından tasarlanmış ve yaratılmış olacaktır. Bu sebepler yüzünden, uzaylıların devasa uzay gemileriyle gelmeyeceği aşikardır. Önden elçi olarak robotlarını göndereceklerdir. Peki burada olduğumuzu nereden bilecekler? Yaklaşık bir yüzyıldır insanlar, uzaya (bilinçli veya bilinçsiz) radyo sinyalleri gönderiyor. Bu sinyalleri alabilecek radyo teleskoplarına sahip bir uzaylı medeniyeti olsa bile, 200 yıldır yayıldıklarını düşünürsek erişebileceği alan maksimum 200 ışık yılı yarıçaptadır. Bu mesafe, 100.000 ışık yılı çapı olan galaksimizde çok ufak bir alanı kaplar ve uzaylılar gerçekse bile bizim varlığımızdan habersiz olabilirler.
Sanayi üreten insanlık sadece birkaç yüzyıldır var olmasına rağmen Dünya’mız birkaç milyar yıldır canlıdır. Hayat, özellike siyanobakteriler ve bitkiler gibi fotosentetik hayat, güneş ışığı yardımıyla suyu parçalayıp havaya yüksek miktarda oksijen gazı vererek büyür. Bu oksijen miktarı başlarda yüzde 1-2 olsa da şimdilerde soluduğumuz havanın beşte birini oluşturur. Hatta bir gezgenin atmosferinde oksijen bulunması çok enderdir ve metan gazı ile beraber yaşamın bir işareti olarak görülür. Diğer gezegen atmosferlerinin kompozisyonunu anlayacak teleskoplar ve gökyüzünü yaşam izleri için tarayacak teknolojiler inşa etmeye çok yakınız ve bu işte yeni sayılırız. Başka gezegenlerdeki akıllı yaşam milyonlarca yıl önce evrimleşmiş ve oksijen açısından zengin atmosferleri bulmak için teleskoplarını kullanıyor olabilirler. Ama gördüğümüz kadarıyla henüz bizimle kimse iletişime geçmedi.
Bu iletişimsizliğin 2 nedeni olabilir: Evrende yaşam çok nadirdir ve galaksimizde bizi dikkate alacak hiçbir medeniyet yoktur veya oksijene sahip gezegen sayısı o kadar fazladır ki bunların arasında Dünya göze çarpmaz. İlk ihtimale göre evrende yalnızız, fakat ikinci ihtimale göre evren yaşam dolu! Bu ihtimallerin ikisi de yabana atılacak şeyler değil. En heyecanlı kısım ise çok yakın bir zamanda teleskopları uzaya yollayacak ve hangi ihtimalinn gerçek olduğunu öğrenecek olmamız!
Şimdi Dünya’da yaşıyor olmanın tam zamanı!