Bilimkurgu, yaratıcı ve düşünmeye zorlayan içeriğiyle tüm türler arasında her zaman farklı bir yere sahip olmuştur. İşlediği temalar bakımından oldukça zengin bir kültüre dönüşmesinin yanı sıra, kendi içinde de pek çok alt tür yaratmayı başarmıştır. Ortaya çıkarılan her sanatsal eser, bir başka eserden esinlenmeler taşırken; kendisinden sonra gelen eserlere de esin kaynağı olabilmektedir. Bu durum bilimkurgu için de geçerlidir. Nitekim bilimkurgu da, temelde bir sanat uğraşısından ibarettir. Bilimkurgu zengin bir tema çeşitliliğine sahip olsa da, bu temaların temel özelliği her zaman merak ve keşfetme üzerine kurulu olmasıdır. Çünkü bilimkurgu için bu unsurlar, olmazsa olmaz niteliktedir.
İnsanoğlu düşünmeye başladığı günden itibaren, doğa içindeki yerini anlamaya ve varlığını anlamlandırmaya özel bir önem atfetmiştir. “Neden buradayız? Nasıl var olduk?” Üretilmiş en eski mitolojik anlatılarda dahi bu sorulara cevap arayışın izlerini görmek mümkündür. Eski Yunan uygarlığından, Eski Mısır uygarlığına kadar hemen hemen her uygarlığın mitolojisinde insanın nasıl ortaya çıktığına yönelik uzun uzun bölümler yer almaktadır. Türklerin Türeyiş ve Ergenekon Destanları da buna bir örnektir.
Böylesi merak uyandıran bir konuda bilimkurgunun söz sahibi olmaması düşünülemezdi elbette. Çünkü bilimkurgunun da söyleyecek şeyleri vardı. Konuyla ilgili olarak, bilimsel temelden uzaklaşmayan; ama kurgusal tarafı da es geçmeyen pek çok bilimkurgu eseri oluşturuldu. Sinema filmleri, diziler, kitaplar vs. Peki ama bu eserler temelde bizlere ne diyor, konuya hangi bakış açısıyla yaklaşıyorlardı? Kendisinden beklenildiği üzere bilimkurgu, var oluş konusunda da ortaya attığı yeni fikirlerle her daim adından söz ettirmeyi başardı. Kimi bilimkurgu eserleri olaya bambaşka bir boyuttan bakarken, kimileri ise benzer bir bakış açısına sahiptiler.
Örneğin Battlestar Galactica insanlığın kökenini 12 kabileye bağlarken; Star Trek ve Stargate gibi yapımlarsa, insanoğlunun gelişmiş uzaylı bir ırkın müdehalesiyle ortaya çıktığı fikrini işlemişlerdir. Star Trek: The Next Generation‘ın 6. sezon bölümlerinden The Chase‘de, Star Trek evrenindeki hemen hemen her ırkın var oluşu, artık yok olmuş ileri bir ırka dayandırılmaktadır. Kısaca DNA mühendisliği olarak tarif edilebilecek bu kurguya göre, yaşam tohumlarını eken ve DNA’mızı tasarlayan gelişmiş bir ırk mevcuttur ve hepimiz de bu ırkın ürünlerinden ibaretizdir. Yine buna benzer bir tema Prometheus filminde de işlenmektedir. Stargate de bu konuda farklı bir fikir ortaya atmaz. Gezegenlere yaşam tohumunu eken ve var oluşumuzu sağlayan, Kadimler adlı gelişmiş bir uygarlıktan başkası değildir.
Kısacası bilimkurgu, her zaman olduğu gibi “varoluş” konusunda da yine hayal gücünü kullanmaktan geri durmuyor; bizeyse bu hayallere ortak olmak kalıyor.