Mars binlerce yıldır hep ilgimizi çekti. İlk kayıtlı gözlem Aristoteles tarafından M.Ö. 356 yılında yapıldı. Galileo, teleskobunu Mars’a doğrulttuğunda ise takvimler 1609’u gösteriyordu. Aynı zamanda bu, Mars’ın bir teleskop aracılığıyla yapılan ilk gözlemi olarak da tarihe geçti. Teleskobun yaygınlaştığı 19. yüzyılla birlikte Mars’a yönelik yapılan gözlemlerin de sayısı arttı.
Özellikle bir dönem Mars, deyim yerindeyse astronominin süper starıydı. Çünkü teleskoplarını Ay’a çeviren astronomlar, bulutu ve suyu olmayan kraterlerle dolu ölü bir dünyadan başka bir şey göremiyordu. Venüs bulutlarla kaplı, Merkür gözlem yapmak için Güneş’e çok yakın, Satürn ve Jüpiter gibi gaz devleri ise fazla uzaktı. Oysa Mars, araştırmacıların ilgisini çekme konusunda her zaman cüretkârdı.
O dönem Mars’ın cazibesine kapılan isimlerden biri de İtalyan astronom Giovanni Schiaparelli’ydi. İlk ayrıntılı Mars yüzey haritasını çıkarmaya niyetlenen Schiaparelli, 22 cm.’lik teleskobuyla hummalı bir çalışma yürüttü. Uzun süreli gözlemleri sonucunda, Mars yüzeyinde altmışa yakın kanal benzeri yapı tanımladı ve bunları ayrıntılı olarak haritalandırdı. Schiaparelli’ye göre bu keşif, Mars’ta uygarlık olduğuna dair güçlü bir kanıt niteliğindeydi. Zira söz konusu kanal sistemi sayesinde kutuplardaki suyun kurak bölgelere taşındığını düşünüyordu.
Tabii tüm bu gelişmelerden sonra Mars’ın şöhreti daha da arttı. Takip eden yıllarda bilimkurgu, Mars’ta geçen hikâyelerle, zeki Marslılarla dolup taştı. Resmen bir Mars çılgınlığı yaşanıyordu. Üstelik bu ilgi seli, 1965’te Pioneer‘in gönderdiği Mars fotoğraflarına kadar çağlamayı sürdürdü. O zaman gördük ki Mars, düşlerimizin aksine son derece çetin koşulların hâkim olduğu ölü bir dünyaydı. İnsanlık olarak büyük bir hayal kırıklığına uğramıştık, ama bu her şeyin sonu demek değildi. Çünkü Mars’a dair öğreneceğimiz daha çok şey vardı
21. yüzyılla birlikte bilimsel ve teknolojik alanda önemli atılımlar gerçekleştirdik, Güneş Sistemi’mize ve evrene yönelik baştan çıkarıcı keşiflere imza attık. Tüm bu süreç boyunca Mars, bir kez daha ilgi odağı hâline geldi. Çünkü gönderdiğimiz keşif araçlarının da yardımıyla kızıl gezegenin geçmişine dair çarpıcı bilgiler edindik. Hatta bir zamanlar üzerinde nehirlerin gürlediğine dair kanıtlar bulup hayrete düştük. Kim bilir, belki geçmişte canlılığa da ev sahipliği yapıyordu.
Uygarlığımızı yeniden kuşatan bu keşif ve merak dalgası, çok geçmeden “Mars’a İnsanlı Uçuş” düşüncesinin de yeşermesine zemin hazırladı. Öyle ya, Mars insanlığın adım attığı ilk dünya dışı gezegen olmaya en güçlü adaydı. Ancak sadece keşif seferleriyle mi yetinecektik? Mars’ta kendimize kalıcı yerleşkeler kuramaz mıydık? Derken tahmin edilen oldu ve 2000’lerden sonra Mars’ı kolonileştirme düşüncelerinde sıçrama yaşandı. Küresel ısınma gibi tehditlerin de etkisiyle Mars’ta koloni kurmayı ve insanlığın bu en büyük hayallerinden birini gerçekleştirmeyi amaçlayan pek çok organizasyon ortaya çıktı.
Mars Direct, Mars Initiative, Mars Society, Mars Homestead Project tarzı girişimlere SpaceX ve Blue Origin gibi milyar dolarlık sermayelere sahip büyük şirketler de dâhil olunca ortam bir anda hareketlendi. Bir zamanların bilimkurgusu, şimdinin en gözde çalışma sahalarından birine dönüşmüştü. Ancak bir tanesi vardı ki, diğerlerine nazaran hem daha sıra dışı hem de bir hayli medyatikti: Mars One…
Hollandalı girişimci Bas Lansdorp tarafından 2011 yılında temelleri atılan proje, 2012’deki duyurusunun ardından bir anda dünya gündemine oturmayı başardı. Ana akım gazetelerde her gün haberleri yapılıyor, popüler bilim mecralarındaki hararetli tartışmaların merkezinde yer alıyordu. Bu pazarlama taktiği işe yaramış, dünyanın dört bir yanından milyonlarca insan Mars’ta yaşamayı düşlemeye başlamıştı.
Twente Üniversitesi‘ndeki master çalışmasını “Mars’ta ilk insan kolonisi kurmak” üzerine yapan Bas Lansdorp’un öteden beri aklını kurcalayan bir soru vardı: Kolonileşme bir iş kolu hâline getirilebilir miydi? İşte Mars One projesi, aynı zamanda Lansdorp’un aklındaki bu soruya da bir cevap niteliğindeydi. Projeye göre deneme amaçlı ilk Mars görevi 2020’de gerçekleşecek, bunu 2026 yılında dört kişilik bir öncü ekibin Mars’a gönderilmesi takip edecekti. Ardından yaklaşık her iki yılda bir dört kişilik yeni ekiplerin yollanmasıyla Mars’taki koloninin yavaş yavaş büyümesi sağlanacaktı. Tüm bunlar için gerekli olan para ise canlı olarak yayımlanacak TV gösterilerinin reklam gelirlerinden elde edilecekti. Evet, meşhur “Biri Bizi Gözetliyor” programının Mars’ta geçen bir versiyonunu izleyecektik.
Bilim çevrelerinden gelen itiraz ve uyarılara rağmen projenin popülaritesi her geçen gün artmayı sürdürdü. İçimizdeki keşif ve merak dürtüsüne bir de medyanın pohpohlaması eklenince proje ansızın küresel bir çılgınlık hâlini aldı. Öyle ki, “tek gidişlik” Mars bileti kapma hayaliyle başvuranların sayısı 200 bini geçti. Elbette bunca insanı Mars’a göndermek mümkün değildi ve başvuranların birtakım eleme sürecine tabi tutulması gerekiyordu. İlk aşamada aday sayısı 100’e indirildi, sonrasında yapılan mülakatlarla bu sayı önce 40’a, ardından da 24’e düşürüldü. Amaç ise bu 24 kişiyi altışarlı dört gruba ayırmak ve akabinde de yıllarca sürecek bir eğitim sürecine sokmaktı. Kâğıt üzerinde her şey yolunda gidiyor gibiydi.
Görünüşte proje ilerliyordu ilerlemesine, ancak ilk çatlaklar da ortaya çıkmaya başlamıştı. Projeye ilk darbeyi 2014 yılında MIT vurdu. Hazırlanan teknik raporda, mevcut teknoloji ile projenin başarıya ulaşma ihtimali olmadığı ve yerleşimcilerin de birkaç ay içinde ölebileceği vurgulandı. Sonraki darbe ise projenin içinden, bizzat eleme sürecine alınan bazı adaylardan geldi. İddialarına göre her şey büyük bir ciddiyetsizlik ve keyfilik içinde yürütülüyordu. Artık proje yara almıştı ve kamuoyu nezdindeki itibarı da gitgide azalıyordu. Ardından birbiri ardına gelen erteleme haberleri ile proje iyice gözden düştü.
Ve nihayet o beklenen haber 15 Ocak 2019’da geldi. Mars One Ventures AG’nin toplam 1 milyon dolar borçla iflas ettiği duyuruldu. Belli ki “Mars’ta Yaşam” hayali, bir süre daha hayal olarak kalmaya devam edecekti. Baştan beri bir aldatmaca mıydı, yoksa iyi niyetli ama vakitsiz bir girişim miydi bilemiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa, o da binlerce yıldır hayallerimizi süsleyen Mars’a er geç kavuşacağımız gerçeği. Belki yarın, belki yarından da yakın…