Bilimkurgu denince akla ilk gelen kavramlardan biridir androidler. İnsanın tanrıcılık oynayarak yarattıkları iradeler tarafından kısıtlandığı distopik senaryoların da baş aktörüdürler. Artık kült olarak kabul edilen Terminatör ve Matrix filmleri, hatta Portal gibi oyunlar androidlerin ve yapay zekanın olası tehditlerini başarılı bir şekilde yansıtmış ve bizleri büyük oranda ikna etmiştir. Öyle ki, özellikle son yıllarda ortaya çıkan sözüm ona yapay zeka “tehditleri”ne karşı adım atılması konusunda Birleşmiş Milletler’e baskılar bile başlamıştır.
Muhtemelen bundan zaten haberdardınız. Artık dillerden düşmeyen bir genel kültür bilgisi olmuş durumdalar. Söz konusu sentetik varlıklar olduğunda, insanlık “yapmalı mı?” sorusunu sormadan “yapabilir miyiz?” fikrine odaklanıp bu varlıkları tasarlayacak ardından modern köleliği yeniden canlandıracak. Gel zaman, git zaman, artık bu durumdan bıkkınlık duyan bu varlıklar da, sözüm ona kendi sahiplerine başkaldırıp, yaratıcılarına savaş açacaklar. Bu senaryonun gerçeğe ne kadar yakın olduğuna siz karar verin…
Fazla uzatmadan asıl soruya geçelim: Şu ya da bu şekilde bu sentetik varlıkların tasarlandığını varsayalım. Geldiler ve insanlığı tehdit etmeye başladılar. Söz konusu tehdit, bize savaş açmaları veya bizimle herhangi bir konuda çatışmaya girmeleri dışında da olabilir. Adaptasyon yetenekleri bizden çok daha gelişmiş; hastalık, radyoaktivite, toksisite gibi etkenlere karşı bizden daha dayanıklılar. Dolayısıyla bu dış etkenler karşısında insanlık dökülürken, onlar sayıca üstünlük elde ederek zamanla gezegenin yegane zeki yaşam formları haline geliyorlar. Bu gerçekten de neslimizin tükendiği anlamına mı gelir? Doğası gereği onları onlar yapan her bir parça bizden geldiği için, fiziksel ya da zihinsel anlamda her halde kendimizi referans alarak tasarlanmış olmayacaklar mı?
Bu sorunun temelde; sentetik varlıklara aslen ne kadar değer verilmesi gerektiğinden veya insanların bir gün kendini yok edip etmeyeceğinden de öte bir meseleye parmak bastığını belirtmekte fayda var. Zira burada cevabı aranan asıl soru, böyle bir senaryonun gerçekçiliği değil, bu tip olası bir durumda neyin ne şekilde kabul edilebileceği üzerinedir. Örneğin, David Chalmers‘ın felsefi zombi fikri, üzerinde tartışılması gereken bir konudur! Daha açık ifade etmek gerekirse, sözü edilen bir senaryoda olur da bu sentetik varlıkları bizden kabul edip, çeşitli insan haklarını onlar için tahsis edersek; bu davranışımızla kendilerini düşünen, hisseden ve algılayan varlıklar olarak kabul ettiğimiz ve kendi insan bilincimizden farksız saydığımız anlamına gelirdi. Dikkatinizi çekeceği gibi, bilinçten bahsederken kullanılan dil, referans noktası kıtlığından dolayı her zaman insan merkezli bir üsluba sahiptir. Bu da konu üzerine yapılan konuşmaları dilsel açıdan epeyce zor kılmaktadır. Fakat bize ne kadar benzediklerinden bağımsız olarak, inatla bu varlıkların gördükleri ve sözüm ona algıladıkları olguları bir grup algoritmik kodlamadan öte görmüyor, dolayısıyla kendilerini sadece karmaşık makineler olarak değerlendiriyorsak, bu durumda genel kabul gören kanı, olası bir felakette insanlığın neslinin tükeneceği şeklinde olurdu.
Elbette bu durum, insanların kavram üzerindeki algısıyla birlikte, aynı zamanda söz konusu sentetik insanların ne kadar karmaşık yapılara sahip olduğuyla da ilgilidir. Sırf yazının hatrına bu tip soruları sorarken, bahsi edilen bu sentetik insanların, örneğin Blade Runner‘da (veya kitabı Do Androids Dream of Electric Sheep‘te) görülen ve hatta onlardan bile daha insansı androidlerden örneklendirmek sanırım en sağlıklı yaklaşım olacaktır. Sonuçta günümüzde tasarlanan benzersiz robotlar ve yapay zekalarda bilinçsel algı ne kadar az görülürse, onu “yaşayan bir varlık” olarak kabul etmek de o kadar zorlaşır.
Öyleyse yukarıda açıkladığım fikirden ilerleyerek şöyle bir soruyu sormakta yarar var:
Bizim başaramadığımız yerden devam etmeleri demek, insanlığın doğal seçilime yenik düştüğü anlamına mı gelir? Yoksa bu sözde varlıkların mirasımızı devam ettirmeleri onların bizim torunlarımız olduğunu mu gösterir? Biz yokken de var olmaya devam etmeleri, onları insanlık arşivinin koruyucuları mı kılardı? Yoksa fiziksel ve özellikle zihinsel olarak bize benzeyeceği fikrini varsayarsak, tıpkı bizim gibi düşünüp davranmaları ve hatta bu konularda daha bilge ve gelişmiş olmaları, onları bizim çocuklarımız ve torunlarımız mı yapardı?
Bu yazıyı aslında, etiketlendiği gibi bir “inceleme” olmaktan ziyade, daha çok bir fikir yürütme ya da beyin fırtınası olarak düşünmek uygun olurdu. Zira burada sunulan konuların hemen hiçbiri daha önce konuşulmamış, açıklanmamış olmamakla birlikte; sorulan soru da yalnızca o bilindik bilgilerin üzerinden ilerleyen bir sunumdan, sorudan ileri götürülmemelidir.
“Alpha Centauri‘ye ilk ulaşanlar bizler değil, bize çok benzeyen bir tür olacaktır. O tür ki bizim gücümüze güç katmış; zayıf noktalarımızdan arınmış: Daha özgüvenli, ileri görüşlü, becerikli ve tedbirli… Bütün başarısızlıklarımıza, sınırlarımıza ve yanılgılarımıza rağmen, biz insanlık olarak muhteşem bir potansiyele sahibiz.“
…sözleriyle Carl Sagan, gelecek jenerasyonların, tıpkı bizim geçmiştekilerden olduğumuz gibi, bizden bir hayli farklı olacağını vurgulamıştı. Elbette ki kendisinin vurgulamaya çalıştığı konu, benim burada anlattığımdan daha geniş çaplı ve farklıydı, fakat argümanın temasının yine de yeterli seviyede geçerli ve aynı bazda olduğunu düşünüyorum.
Hazırlayan: Burak M. Kılıç