bilimkurgu uzayli yaratik ahtapot

Erken Dönem Bilimkurgusunun Garip Uzaylıları

İnsanlığın uzaylılar hakkındaki fikirleri bin yıllar boyunca evrim geçirdi, ancak televizyon çağından önce bu fikirler oldukça tuhaftı. Ekim 1961’de Betty ve Barney Hill çifti olağanüstü bir iddiada bulundu. Birisi sosyal hizmetler uzmanı, diğeriyse posta servisi çalışanı olan çift, bir önceki ay Beyaz Dağlar’daki dolambaçlı yollarda araba kullanırken bir grup uzaylı tarafından kaçırıldıklarını söyledi. Hatta bu tuhaf varlıklarca uçan daireye benzer bir araca alındıklarını ve burada bir dizi müdahaleye maruz bırakıldıklarını iddia etti. Bu iddialar toplumun hayal gücünü de etkiledi ve zaman içinde uzaylılarca kaçırılma vakalarının öncüsü olarak kabul edildi. Ancak çiftin hikâyesi başka bir devrime de katkıda bulundu. Hill’lerin anlatımında, karşılaştıkları varlıklar büyük kafalı, geniş kafataslı, koca gözlü, grimsi ciltli, küçük burunluydu. Bir nevi çift, sonradan tüm popüler kültüre sirayet edecek tipik uzaylı figürünü tasarlamış gibiydi.

“Aynı dönemde ortaya çıkan birkaç benzer hikâye ile birlikte, büyük kafalı uzaylı varlıklar hızla dizi ve filmler tarafından benimsendi,” diyor Wade Roush. Kendisi bir bilim ve teknoloji yazarı. “O noktada uzaylıların standart tasviri, küçük gri adam hâline geldi. Hatta uzaylılar hakkında yapılmış en etkili filmler arasında gösterilen Steven Spielberg imzalı Close Encounters of the Third Kind (1977) ve ET the Extra-Terrestrial (1982) bile bu popüler uzaylı figürünün benzer varyasyonlarını kullandı.” Peki ama bu kolektif hayal gücünden önce uzaylılar nasıl tasvir ediliyordu? Baştan belirtelim, erken dönem bilimkurgusunun uzaylıları oldukça tuhaftı: Kan donduran ahtapotlar, zeki böcekler, sürüngensi canavarlar ve daha nicesi…

Radikal Değişim

1887’de bilimkurgu yazarı J. -H. Rosny Aîné, Brüksel’deki ofisinde eline kalemi aldı ve Les Xipéhuz‘u yazmaya koyuldu. Kitap, Antik Mezopotamya şehirleri Ninova ve Babil’in kurulduğu zamanda yaşanan düş gibi bir karşılaşmayla başlıyordu. Geceyi geçirecek uygun yer arayan bir kabile, “Les Xipéhuz” olarak tanımlanan “Şekilleri” keşfediyordu.

Bunlar garip, geometrik yaratıklardı, “mavi, şeffaf konilere” benziyorlardı ve noktaları yukarıya bakıyordu. Her biri insanın yaklaşık yarısı büyüklüğündeydi. Yaratıklar, ilk temasın ne kadar yıkıcı olabileceğini göstermeleri bir yana, bilimkurgudaki ilk humanoid olmayan uzaylı örnekleri arasındaydı. Birçok savaştan sonra (spoiler uyarısı), diplomasi için yer olmadığı anlaşılıyordu. Şekillerin birbirleriyle kurduğu iletişim yöntemi bile yabancıydı. Üstelik hikâyenin zamanlaması tesadüf değildi.

Sıkıcı Bir Başlangıç

İnsanlık binlerce yıldır diğer gezegenlerde yaşam olasılığını düşünüp durdu. Örneğin M.Ö. 450 civarında Yunan filozofu Anaksagoras, yoğun gökyüzü gözlemlerinin ardından Ay’ın inanıldığı gibi bir tanrı değil, Dünya gibi bir kaya parçası olabileceğini öne sürdü. Hatta üzerinde yaşam bile olabilirdi. Elbette Anaksagoras, itaatsizliği nedeniyle idama mahkum edildi, ancak orada bir yerde Dünya benzeri gök cisimlerinin olabileceği fikri çoktan beyinlerde yer etmişti. Onlarca yıl sonra filozof Demokritos, evrenin küçük maddi parçacıklardan meydana geldiğini iddia ettikten sonra benzer bir sonuca vardı. “Eğer sonsuz sayıda atom varsa, o zaman belki sonsuz sayıda başka gezegen de olabilirdi.” Diğer dünyalardaki olası yaşamla ilgili spekülasyonların kökeni eskiye dayansa da, bu erken dönem uzaylılar bugün kitaplarda ve filmlerde tarif edilenler gibi değildi. “İnsanlar, uzaylıların tam olarak bize benzeyeceklerini varsaydı. Zeki, idrak sahibi hayvanların temelde insanlar gibi olacağını düşünüyorlardı,” diyor Wade Roush

Sonuçta bu düşünce gayet anlaşılabilir. İnsanlar nereden geldiğini veya diğer türlerle nasıl bir ilişki içinde olduğunu anlamaktan henüz çok uzaktı. Dolayısıyla kendimizin ötesindeki zekâ sahibi varlıkları hayal etmede pek de başarılı değildik. Bu durum dinsel ve mitolojik anlatılarımıza da yansıdı. Eski Mısır tanrıçası Hathor’dan Roma tanrıçası Minerva’ya kadar çoğu tanrı ve tanrıça insani özellikleriyle betimlendi. Bu bakış açısı, Charles Darwin‘in 1859 tarihli kitabı Türlerin Kökeni‘ne kadar devam etti. Üstelik kitabın bilimkurgu üzerindeki etkisi, en az biyoloji üzerindeki etkisi kadar büyük oldu. Zira evrim teorisi, uzaylıların alabileceği olası biçimler hakkında tam bir hayal gücü patlamasına yol açtı.

Garip Bir Hayvanat Bahçesi

Başta Les Xipéhuz’daki geometrik yaratıklar vardı. Onları, Dünya’daki türlerle yarışacak kadar çeşitliliğe sahip tuhaf yaşam formları izledi. Dünyalar Savaşı (1898) yayımlandığında, uzaylılar gerçekten canavarca olmaya başladı. Romanda H.G. Wells, okuyucuları Marslılarla tanıştırıyordu: Biraz böcek, biraz ahtapot, biraz da yengeç gibilerdi. “19. yüzyılla birlikte bilimkurguda ürkütücü, insansı olmaktan uzak uzaylılar ortaya çıkmaya başladı. İnsanlar nihayet, evrim denilen doğa yasasının evrenin diğer yerlerinde bambaşka yollar izleyebileceğini anlıyordu,” diyor Wade Roush. Sonraki on yıllarda uzaylılar, bilimkurgu edebiyatındaki çeşitliliğini sürdürdü. The First Men in the Moon‘da böcek benzeri Selenitler (1901), A Martian Odyssey‘de (1934) flamingo benzeri Tweeller ve Star Maker‘da (1937) bilinçli yıldızlar vardı. 20. yüzyılda ise Hollywood’un yükselişiyle beraber uzaylılar hakkındaki fikirlerimiz yeniden dönüştü ve ekranlarda ürpertici derecede insan benzeri uzaylılar ortaya çıkmaya başladı.

“Bunun ana nedeni, aslında bir insana kostüm giydirmenin kolay olması. Bu yöntem o kadar çok işlendi ki, iki bacağa ve iki kola sahip kostüm giymiş uzaylılar âdeta bir standart hâline geldi. Star Trek gibi dizilerde bile neredeyse tüm uzaylılar humanoiddir ve bunun bütçe nedeniyle yapıldığını anlamak zor değil,” diyor Roush. Ancak son yıllarda bu durum, gelişen teknolojinin de yardımıyla değişiyor gibi. Her geçen gün daha güçlü işlemcilerle kotarılmış bilgisayar üretimi görüntüler önümüze yeni ufuklar seriyor. Arrival filminde olduğu gibi, gezegenimiz artık yedi bacaklı ultra-zeki uzaylılar tarafından da ziyaret edilebiliyor.

Bilimkurgunun gelecekte ne tür uzaylılar hayal edeceğini kestirmek kolay değil. Özellikle gelişen teknolojiyi de hesaba katarsak sıra dışı varlık tipleriyle karşılaşmaya şimdiden hazır olmakta fayda var.

Kaynak

Yazar: Ceren Demirkılınç

Ürün tasarımcısı. 10 yıldır yapay zekânın bilişsel gelişimi üzerine çalışmalar yapıyor. Teknoloji alanında çalışmayı, bilimsel gelişmeler üzerine düşünüp yazmayı seviyor. Robot hakları aktivisti. Çeşitli yerlerde öyküleri, kitap eleştirileri yayımlandı. Yaşamını kedileri ile seyahat ederek sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

yorungede dans

Bilimkurgu Kulübü, Yörüngede Dans’ı Sunar

Kadın yazarlardan bilimkurguya güçlü bir dokunuş! Bilimkurgu Kulübü‘nün dördüncü öykü kitabı Yörüngede Dans, Eksik Parça Yayınları etiketiyle okurla …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin