Dikkat dağınıklığından muzdarip insanların sayısında büyük bir artış olduğu kanaatindeyim. Önüne gelen her hareketli çocuğa “hiperaktif” denmesinde olduğu gibi, “benim çocuk çok zeki ama dikkati dağınık” ifadesi de fazla iddialı. Pek çok insan dikkat dağınıklığının kendisine veya çocuğuna özgü bir durum olduğunu ve dışarıdan müdahale ile kolaylıkla çözülebileceğini zannediyor galiba. Oysa bugün dikkatini toparlayabilen, odaklanma sorunu yaşamayan insan yok gibi.
Dikkat dağınıklığının çocuklar kadar yetişkinlerde de yaygın olduğunu düşünüyorum. Bırakın hacimli kitapları okumayı, sabır ve odaklanma gerektiren hangi iş olsa dakikasında oflayıp pufluyor insanlar. Sertab Erener’in bir röportajında kitap okumakta zorlandığını, kitabın bir an önce bitmesini istediğini, sanki içinde ikinci bir benliğin onu iteklediğini ve hızlanması yönünde telkinde bulunduğunu söylediğini hatırlıyorum.
Eskisine göre tez canlılığımı törpülemiş ve sabırlı birisi olarak söyleyebilirim ki dikkat dağınıklığı üstesinden gelinebilir bir sorun -ama dışarıdan müdahale ile değil, kendi çabanla. Mesele yalnızca kitap değil. Bir kere şu acelecilikten kurtulmak gerekiyor. Acele ile yaptığım herhangi bir işi sakince yaptığımda arada kayda değer bir zaman farkı olmadığını fark ettiğimden beridir –ortada hayatî bir durum yoksa- hiç acele etmiyorum. Sıkıcı bir etkinlik istiyorsanız koşuyu örnek verebilirim. Koşmayı seviyorum. Öte yandan pek çok insanın, bir başına değil bir saat, on dakika koşsa sıkılacağını zannediyorum. Bu yüzden insanlar yürüyüş ve benzer etkinlikler için bir partner arar genelde. Konuşsunlar ki sıkılmasınlar ve zaman geçsin.
Sahilde katlanır sandalyemi açmış denize karşı kitap okumaya oturduğumda iki saat nasıl geçiyor anlamıyorum. Bir tanıdık bana selam verip “en güzelini yapıyorsun, ben de yapacağım” dedikten sonra aynısını denediğini, on dakika dayanabildiğini çünkü çok sıkıldığını söylemişti. On dakika… Sanıyorum bugün insanların çoğu değil deniz manzarası, Alp dağlarının en görkemli vadilerine bile baksa yirmi dakikada sıkılır. Bir reklam görüp “ah şimdi orada olmak vardı!” diye iç geçiren kişilerin gerçekten de orada olsalar kafayı telefona gömmeleri kaç dakika alırdı acaba? Odaklanma içeriden gelmesi gereken bir edim; ama biz hep dışarıda bir şeyler bizi cezbetsin istiyoruz galiba. Böyle bakınca ne kitap, ne bir sanat eseri ne de doğa harikaları bizi cezbedebilir. Ha, cezbeder etmesine de, on dakika kadar işte… Okuma eylemi bu yüzden cazibesini yitirdi. Çünkü zaman ve ilgi istiyor.
Sorunun temelinde çok fazla uyarana maruz kalmamız yatıyor bence. Akıllı telefon ve televizyonlar renkli, ışıltılı ve hareketli. Her bir deneyim yalnızca saniyeler sürüyor. Sıkıldığın an ekranı baş parmağınla aşağıya kaydırabiliyor, yeni bir uyarana ulaşabiliyor veya elinde kumanda sürekli kanal değiştirebiliyorsun.
Hâliyle, ortalama birkaç saniye, bilemedin birkaç dakika süren deneyimlere alışkın insanlar için hemen her şey sıkıcı olabiliyor.
Hazırlayan: Tamer Ertangil