Decopunk muazzam, ışıltılı ve şaaşalı bir çağın dünyası. Büyük Savaş sona erdi. Artık insanlar kabus görmeyecek. Herkes mutlu ve öforik bir ruh hali içinde. Alkol, balolar, jazz ve dansın çağı. Makineli silahlar, o korkunç toplar, dretnotlar, uçaklar ve tanklar susmuş. Generaller apoletlerini söküp atmış. Harabeye dönen şehirlerin halkları gramofonda çalan neşeli bir kutlama müziği eşliğinde dans ediyor yıkıntıların içinde. Ötede siperler, dikenli teller ve çukurlarla dolu ölü arazide ise temizleme çalışmaları sürüyor. Tamamen krom kaplı süper hızlı bir tren için raylar döşenecek. Tüm dünya birbirine bağlanacak.
Binalar yükseliyor, şehirlerin silüetlerinde gökdelenler beliriyor yavaş yavaş. Krom kaplı gemiler geliyor dünyanın dört bir yanından. Titanik asla batmamış. Jazz ve alkol buluşup adeta yanıyor ve öforya hüküm sürüyor her yanda. Mafyalar yeraltı dünyalarında kol geziyor. Kaçakçılık, politik yozlaşma, rüşvet ve kirli işler her zamankinden daha fazla. İnsanlar büyük bir ahlaki çöküntü yaşıyor. Seri üretim tüm hızıyla gelişiyor. Krom kaplı fabrikalar durmadan çalışıyor. Ekonomi büyüyor. Sinema sektörü inanılmaz bir ivme kazandı. Yeni çağın tanrıları ve tanrıçaları artık film stüdyolarında. Film yıldızları ve süper kahramanların çağı başlıyor. İnsanlar korkuları unutmuş. Bir daha asla savaş çıkmayacakmışçasına, bir daha asla yarın olmayacakmışçasına mutlular ve eğleniyorlar.
Krom kaplı ışıl ışıl bir dünyada müzik sesleri, telaşlı ve opürtinist-pozitivist insan kitleleri, hızla yükselen şehirler ve seri üretim var. Tüm bu dünyanın mimari biçimi ise Bauhaus’ta ortaya atılmış. Art deco ve streamline moderne her yanda. En ufak bir köşede dahi. Art deco Fransa’da ortaya çıkıyor. Art nouveau’nun bir devamı. El emeğine değil, sanayiye dayanıyor ve geometrik şekillerle dolu. 1930’larda ise streamline moderne şeklini alıyor.
Geri kalmış ülkelere bir difüzyon halinde medeniyet taşınıyor. Uçaklarla, gemilerle, rayların üzerinde dehşet saçarak ilerleyen trenlerle. Sarı kasketli işçiler ormanları yutuyor, bataklıkları kurutuyor, dağları eritiyor, petrolü sömürüyor. İnanılmaz bir ivme kazanarak büyüyor insanlık. Çok geçmeden roketler beliriyor. Ay’a taşınıyor insanoğlu. Kubbeli yapıların altında, bazen Ay mağaralarında, bazen de roket istasyonlarında. Oradan Güneş Sistemi’nin esrarlı açılarına dek yolculuk ediyor insanlar… ve sonraki hedef yıldızlar.
Peki ya sonra? Bunu nasıl tahmin edebiliriz ki? Biz tarihin böyle aktığı bir evreni kaçırdık. 1929’da Wall Street çöktü, 1933’de Naziler iş başı yaptı. Aynı dönemlerde Japonlar Mançurya’da estiriyordu. Stalin kendi gölgesini bile gulaglara yollayacak kadar kafayı bozmuştu. Amerika etliye sütlüye karışmıyordu pek, izolasyoncuydu. Birkaç sene sonra zaten yıkıcı bir savaş başladı. Eğer Birinci Dünya Savaşı hiç bitmeseydi, savaş adeta toplumsal bir yaşam biçimine dönüşseydi, yaşayacağımız dünyanın ismi Dizelpunk olurdu. Fakat Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir daha asla savaş yaşanmasaydı ve her şey krom gibi parıl parıl ve refah dolu olsaydı o zaman bu dünyanın ismi Decopunk olacaktı. Fakat biz bu ikisini de yaşayamadık. Dolayısıyla geriye ancak retrofütürizm ve alternatif tarih kaldı.
Decopunk, Dizelpunk’ın alternatifidir anlayacağınız üzere. Dizelpunk’ın savaşlarla yoğrulup dizel motorlarla kükrediği çağlar, Decopunk alternatif evreninde krom kaplanmış bir şekilde ışıl ışıl ve refah içinde geçer. Gelgelelim Decopunk’ı tanımlarken 1920’li yılların retrofütürizmi demek hiç de yanlış olmaz. Fakat Decopunk 1920li yılların kültürü ve yaşantısının bilimkurguya olan izdüşümünden ibaret değil. Decopunk gerçek bir ütopya.
Decopunk Batı’da Kükreyen Yirmiler olarak bilinen dönemin o gözalıcı ihtişamını bilimkurgu eksenine aktarır. Fakat Wall Street asla çökmez ve bu refah 1930lara dahi sarkar. 1940’larda da devam eder. Decopunk globalizmdir aynı zamanda. Mumbai’deki Art Deco binalardır. Hong Kong’dur. Japonya’dır. Ama aynı zamanda Amerika’dır, Batı’dır ve hepsinin bir potada eriyişidir. Decopunk’da illaki 1920’lerin o koyu pulp ve tuhaf kurgu havası bulunacaktır. Çünkü pulp dergilerinin henüz yaygın olduğu bir çağdan bahsediyoruz. Yani Decopunk bir öykü içerisinde Lovecraftian bir dehşet teması bulundurabilirsiniz.
Decopunk dünyaları genel olarak çok şık ve zariftir. Fakat aynı zamanda tehlikelerle dolular. Örneğin 1920lerde Amerika’da yükselen mafya şebekeleri ya da anarşistlerin belirli kişilere postayla saatli bomba göndermesi Decopunk eserlerinde kendine yer edinebilir. Decopunk’ta inanılmaz teknolojik aletler bulunabilir. Örneğin bir otomat düşünelim. Para attığınız zaman size teneke kola, çikolata vesaire vermek yerine bir araç verebilir.
Decopunk dünyalarında bir miktar büyü bulunabilir. Fakat bu da son derece sıradışı bir büyü olmak zorunda. Örneğin Weimar Dönemi Almanyası’nda son derece popüler olan bir kabarade şarkı söyleyen bir kadının sesi büyü olabilir. Ya da sıradışı bir portre… alt metinde Kürk Mantolu Madonna’yı görebildiniz mi? Evet. Kürk Mantolu Madonna’yı dahi biraz zorladıktan sonra bilimkurguya çevirebiliriz. Böyle bir eser Decopunk’tır işte.
Decopunk dünyaları hiç bitmeyen bir aksiyonla doludur. Refah ve zenginlik bir yerde illaki dibe çökmüş kitleler yaratacaktır. Bu kitlelerin içinden çıkan süperkötülere karşı düzenin koruyucusu süperkahramanların dövüşleri üzerine felsefe yapabilirsiniz. Herkesi robotlaştırıp sömüren kurulu düzeni korumak için savaşmak mı, yoksa düzeni yıkıp yerine kaos getirerek her şeyi mahvetmek ve sonra yıkıntıların içinde özgür mü olmak?
1920’ler Batı dünyasında son derece hareketli geçti. Fakat aynı zamanda o dönem büyük bir korkuya sahipti insanlar. Bu korkunun ismi Kızıl Korku. Yani komünizmin ve anarşizmin ülkelerine sıçrayacağını düşünen devletlerin insanlara empoze ettiği korku. Sol Batı dünyasında şeytani görünüyordu o yıllarda ve anarşistlerin bomba yüklü postaları, işledikleri soygunlar, cinayetler vesaire sol cenahın imajını daha da zedeliyordu. Avrupa’da ya da dünyanın herhangi bir yerinde kurulmuş bir korsan devletin hikayesini anlatabilirsiniz. Decopunk bir dünyada bu devletin işleyişi, hayatta kalma çabaları ve uluslarası arenaya dek çıkışını yazabilirsiniz. Hepsi size kalmış.
Aynı zamanda elinizde son derece güçlü satirik öğeler bulunuyor. O devrin şık dünyasını bu gün ile kıyaslayabilir. Ya da sosyal eleştiriler getirebilirsiniz. Ne siberpunk gibi yüksek teknolojili sefil bir hayat, ne de steampunk gibi köhne bir görünüm var. Elimizdeki çağ genel olarak bir refah çılgınlığıdır. Fakat okuyucuya yeni çatışmalar ve hesaplaşmalar sunar. Mutlu insanların hikayesi olmaz derler. Bu refah dolu çağı inanın akıl dışı çatışmalara sahne olabilir. Decopunk bir dünyada geçen bir polisiye yazabilirsiniz. Kendi art deco ve kromla cilalanmış süperkahraman dünyanızı yaratabilirsiniz. Başlıkta da belirttiğim gibi Decopunk, Muhteşem Gatsby‘nin retrofütürizmidir fakat bununla da sınırlı değil… Joker’in, Batman’in ve tüm bunların ortaya çıktığı yıllarda Decopunk’ın içindedir. Kısacası Decopunk bir eserde Joker muadili bir süperkötü kurgulamak mümkün.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade