Madem gelmişiz dünyaya, çok güzel yaşamalıyız. Aşık olmalıyız, çok paramız, iyi bir mesleğimiz ve son model arabamız olmalı. Herkes bize bakmalı, çok güzel, çok yakışıklı olmalıyız. Moda da önemli. En güzel yiyecekleri yemeliyiz. Mangalda balık, çakırkeyif için biraz da alkol olmalı… Mutlu yaşamak ve ölmek arzusu denildiğinde çoğumuzun hedefleri bunlar. Bu hedeflerimize o kadar konsantre olmuşuz ki etrafımızda neler oluyor bilmiyoruz; bu dünyadan başka hiçbir seçeneğimiz olmadığı halde çığlığına kulağımızı tıkamışız. Bindiğimiz dalı kesiyoruz.
Dünyanın yaşam hikayesinde canlılılık 4 milyar yıl öncesine dayansa da, bizim hikayemiz sadece 200 bin yıllık. Çoğunun adını hiç duymamış olsak bile yaklaşık 9 milyon canlı türü, biz olmadan kurdukları hassas ekolojik dengede yaşamlarını birbirlerinin varlığına zincirleme kenetlenmiş olarak sürdürüyorlardı. Doğada kaybeden ya da kazanan yoktu; ta ki biz gelene kadar. Doğada sadece yaşamın devamı ve yardımlaşması vardı. Bulundukları ortama uyum sağlama vardı. Biz gelmeden önce doğada barış vardı…
Son 20 yılda bildiğimiz türlerden 20 tanesinin soyunun tükenmesinde parmağımız var. Küçük bir örnek; 2011 yılında soyu tükenen siyah gergedanın peşinden kaç çeşit hayvanın ve bitkinin acı çektiğini biliyor muyuz ya da bu konuda hiç kafa yoruyor muyuz?
Neden soyu tükenen hayvanlar yaşam zincirinde çok önemli? Sadece bir yararını anlatmak için azot döngüsünü örnekleyelim. Havada bulunan gazların %78`i azot. Ancak gaz halindeki azot canlıların doğrudan bir işine yaramıyor. Onun önemi proteinin devreye girmesiyle başlıyor. Çünkü her hücrenin yapı taşı proteindir. Eğer azot olmazsa protein de olmaz. Dolayısıyla azot, doğrudan olmasa bile yaşam için gerekli olan en önemli elementlerden biridir. Gaz halindeki azotu, azot tuzları haline getirmek ve bünyesine alıp protein yapabilmek için, doğada birçok canlı özel yetenekler geliştirmiş durumdadır. Gaz halindeki azotu önce yağmur, şimşek sarsar. Sonra da topraktaki bazı bakteriler onu, nitrata ve azot tuzuna dönüştürür. Bitkiler azotlu toprakta fazlaca gelişir, bunu yiyen hayvanlar da protein ihtiyacını karşılayacak azotu otlardan sağlamış olur.
Dünyada her toprak parçası eşit azota sahip değildir. Azot bakımından fakir olan topraklarda devreye giren en önemli hayvanlardan biri de siyah gergedanlardı. İri cüsseleri ile günde 12 saat boyunca azotsuz, besin değeri düşük ot yiyor ve vücutlarının bir bölümünde bu otu fermantasyon (mayalama) yaparak, azot üretiyorlardı. Ürettikleri azotu protein yapmada kullanıyorlar ve bir kısmını da dışkı ile doğaya bırakıyorlardı. Karıncalardan ağaçlara, otlara kadar bütün toprak bu azotun varlığından mutlu oluyor, gelişiyordu. Şimdi siyah gergedanlar yok, azottan yoksun topraklar, protein üretemiyor. Azot yoksa yaşam da yok. Beslenme zincirini kırdık. Son 50 yılda 300 bin canlı türü yok oldu.
Tarımı keşfedip, yerleşik hayata geçeli sadece 10 bin yıl olduğu halde doğanın hassas dengesini geri dönüşü olamayacak şekilde mahvettik. Azot döngüsü için mükemmel çözüm bulan ve el ele çalışan canlılar bir gün bizi yok etmek için de el ele çalışabilir. Bilimkurgu gibi gelse de veba salgını, verem, tifo, çocuk felci vs salgınlarında doğanın bizi üstünden silkeleyip atabileceğini büyük kayıplar vererek gördük… En son ebola virüsünün taktiği şimdiye kadar bağışıklık sistemimizin tanımadığı bir taktikti. Doğa bizden çok şey istemiyor. Hedeflerimizi gerçekleştirmeye çalışırken, aynı gezegeni paylaştığımız öteki canlılara da saygı ve hassasiyet bekliyor. Bütün canlıların doğaya olumlu bir katkısı varken neden bizim yok? Ve bu yıkım nereye kadar devam edecek? Biz neden varız? Sadece yıkmak için mi?
Hangi din, hangi inanç bu bencilliğimizi temizleyerek bizi günahsız atfedebilir? İyi insan kavramının sadece kendi türüne saygı ile ölçülmesi ne kadar doğrudur? Hangi doğa bu denli egoist bir canlıyı daha fazla barındırabilir? Kendi kendimizi yok etmesek bile doğanın çatık kaşlı bakışı üzerimizde. Acaba biz de doğanın veba mikrobu muyuz, doğal seleksiyona katkı için mi buradayız? Sebep ne olursa olsun, doğa kendisini yok edecek her sınavdan, şiddetli meteorlardan bile galip çıkmışken bizim ona karşı hiçbir şansımız yok. Bunun bilinci ile ya onunla barış içinde yaşayacağız ya da bütün aşklarımız, paramız, arabamız, güzel mesleğimiz ile yok olmaya usul usul uzayacağız!
“Burada geçirdiğim süre içinde öğrendiğim bir şeyi seninle paylaşmak istiyorum. Türlerinizi sınıflandırma fikrine kapıldığım bir günümde, aslında sizin memeli olmadığınızı fark ettim. Çünkü bu gezegendeki her memeli, içgüdüsel olarak kendilerini çevreleyen ortamla doğal bir denge oluşturuyorlar. Ama siz insanlar bunu yapmıyorsunuz. Siz belirli bir alana yerleşip, çoğalıyorsunuz. Sonunda bütün doğal kaynaklar yok olana kadar buna devam ediyorsunuz. Hayatta kalmak için yapabileceğiniz tek şey olaraksa başka bir alana yayılmak kalıyor… Bu gezegende aynı yöntemi kullanan bir başka organizma daha var. Ne olduğunu biliyor musun? Bir virüs! İnsan türü bir hastalık. Bu gezegende bir kansersiniz. Bir tür salgın. Ve biz de tedaviyiz!” – Ajan Smith / The Matrix
Hazırlayan: İnanç Kaya