Bilimkurgu, büyük ölçüde bir “mülteci” türü (Anders, 2008), yani belli bir yerde yaşayamayan, yeni vardığı yerde yabancılık çeken insanlar hakkındadır. Bilimkurgu ile ilişkilendirilen ilk imgelerden biri uzay gemileri ve uzay yolculuğudur (Seed, 2011, s. 6). Uzayın sınırsızlığının sunduğu cazibe ve olasılıklar, ilk bilimkurgu yazarlarının o dönem tamamlanmakta olan Dünya’daki keşif hareketlerini uzaya taşımaları sonucunu doğurmuştur. Bununla birlikte uzayın sınırsızlığının yarattığı olumsuz bir durum da söz konusudur. Evrenin büyüklüğü, en yakın yıldız sistemlerinin bile en gelişmiş teknolojik araçlarla ulaşılmasının büyük zamanlar gerektirmesi “uzayın kolonileştirilmesi” sürecini zorlu bir uğraş olarak ortaya koymuştur. Bu sorunu çözmek için nesil yıldız gemileri (generation starship) fikri öne sürülmüştür.
Nesil yıldız gemileri kavramının oluşması için öncelikle insanın doğa ve evrene bakış tarzında bir değişiklik gerekmektedir. Bunun için Dünya’yı ya da Güneş Sistemi’ni evrenin merkezi olarak gören dünyamerkezli bir görüşten uzaklaşıp, bilimsel bir bakışın hâkim olduğu bir paradigmaya geçiş gereklidir. Charles Sheffield’ın görüşlerine kısmen benzemekle birlikte (Akt. Caroti, 2009, s. 2), belli bir tarihsel dönemlendirme değil ama süreç olarak bazı gelişmelere dikkat çekmek mümkündür. Giardano Bruno’nun evren ve Güneş Sistemi hakkındaki görüşlerinden dolayı yakılması, Kopernik Devrimi, Isaac Newton’un kütle çekim yasaları bu tür bir düşüncenin oluşması için merkezi etki yaratmıştır. Bunun yanı sıra gök cisimlerinin sınıflandırılması, aralarındaki mesafelerin ölçülmesi bir başka gerekliliktir. Son olarak ise makro düzeyde uzay yolculuklarını yapılması için Görelilik Kuramı gibi bütünleştirici kuramların ortaya çıkması ve yolculuk için gerekli teknolojilerin (en azından fikir düzeyinde) ortaya konması gerekmektedir. Nesil yıldız gemilerinin fikir olarak ortaya çıkması da, yirminci yüzyılın başında Albert Einstein’ın özel ve genel görelilik kuramının kabul görmesi ve ispatlanması gibi gelişmelerin sonrasına rast gelmektedir.
Caroti’ye göre nesil yıldız gemileri kavramı, ışık hızından daha hızlı hareket eden ulaşım araçlarının mümkün olmadığı bir teknolojik seviyede, insanlığın bu mesafe engellerini aşması için çözüm olarak üretilmiştir. İnsan yaşamının farklı uzamlarda sürdürülmesi konusunda uzayı ve uzay yolculuğunu ortaya koyan öncü çalışmalar John Desmond Bernal, Konstantin Tsiolkovsky ve Robert Goddard tarafından yapılmıştır. Bu isimler bu açıdan nesil yıldız gemisi düşüncesinin “babaları” sayılabilir. Goddard 1918 tarihli The Last Migration (Son Göç) adlı çalışmasında, insanlığın nesil yıldız gemileriyle yapacağı uzay yolculuğunun ilk olanaklarını ortaya koymaya çabalamıştır. Goddard’ın düşüncesinde bu türden nesil gemileri ve yolculuklar insanlığın son umududur. Tsiolkovsky’nin roket tasarımları ve nesil yıldız gemileriyle yolculuk, sadece araç düzeyinde insanlığı uzayın daha uzak köşelerin götürüyor görünse de, aynı zamanda kozmik süper bilinç ile temas etmenin aracılarıdır (Caroti, 2009, s. 27-28, 31, 32, 37). Bu fikrin daha geniş bir kamuoyuna ulaşmasında Bernal’in büyük etkisi olmuştur. Tsiolkovsky, Goddard ve Bernal’in düşüncelerinin özgün yönü uzay yolculuğunu ve kolonileşmeyi artık bir “kader” olarak ortaya koymuş olmalarıdır.
Bu çerçevede nesil yıldız gemileri üzerine bir tanımlamaya ulaşmak mümkündür. “Bir nesil gemisi, ya da nesil yıldız gemisi ışık hızından daha yavaş hareket eden, uzaydaki büyük uzaklıklarda yolculuk imkânı veren, varsayımsal yıldızlararası bir gemi türüdür“. Bu türden bir yıldız gemisinde yolculuk edenler, en yakındaki yıldız sistemine ulaşmak için yüzyıllar boyu sürecek bir yolculuğa çıkmışlardır ve geminin ilk sakinleri büyür, yaşlanır ve ölürken, onların torunları yolculuğa devam edeceklerdir. Bu gemiler neredeyse kendi kendine yeterli bir enerji, yiyecek, hava ve su stoklarına sahip olmalıdır. Uzun bir yolculuk yapılacağı için de bu yapının dayanıklı olması gerekmektedir (Nygren, 2015, ss. 12-13). Nesil gemilerinin en az yirmi beş yıllık bir “nesil” dönemi boyunca yolculuk yapacak gemiler olması gerektiği vurgulamaktadır ve yıldızlararası yolculuğa imkân verecek olan gemileri şu şekilde sınıflamışlardır: Yazarlar, nesil yıldız gemileri (generation ship) ve uyku gemilerini (sleeper ship) yıldızlararası gemisi (interstellar ark ) ana başlığı altındaki iki alt başlık olarak değerlendirmiştir. Nesil yıldız gemileri de dünya gemisi (world ship), koloni gemisi (colony ship), yavaş gemi (slow-boat) ve her iki kategoriye dahil olan hızlı gemi (sprinter) olarak sınıflanmıştır (Hein, Pak, Pütz, Bühler ve Reiss, 2012, s. 120).
Görüldüğü gibi farklı amaç ve ihtiyaçlara uygun farklı türde gemiler yapmak mümkündür ancak bu gemilerin yapım öncesi, yapım, yolculuk ve varış aşamasında çeşitli riskler bulunmaktadır. Nygren‘in (2015, s. 13) düşüncelerini de gözeterek bunları şu biçimde sıralamak mümkündür:
- Uzayda, makul düzeyde ulaşılabilir bir yıldız sisteminde, gezegen yüzeyinde biyolojik olarak yaşamın gelişmesi için yeterli fiziksel parametreleri sağlayan uyumlu bir yerin bulunması.
- Yolculuk ve geminin yapımı için destekçilerin ve sponsorların bulunması.
- Başarıya ulaşmak için gerekli mürettebat bulunması ve onların eğitilmesi.
- Destekçilerin bu yolculuk için temellendirdiği insan varoluşuyla ilgili temel değerlerin ve yönelimlerin paylaşılması.
- Geminin bakımı ve işletilmesinin sağlanması.
- Geminin mürettebatının ve yolcularının hayatta ve destekçilerin belirlediği tek motivasyona bağlı kalmasının sağlanması (Gemi dünyadan ayrılmadan bunu anlamak mümkün değildir).
- Minimum sayıda popülasyonun izolasyon halindeyken destekçilerin kabul edebileceği düzeyde varlığını sürdürmesi.
- Mürettebat ve yolcuların destekçilerin istemediği bir yönde evrimleşmesinin engellenmesi.
- Gezegenin kolonizasyonu, araştırma, yeni yıldızlararası geminin inşası.
Nesil yıldız gemileri için hem destekçi bulmak, hem de yolcuların ve mürettebatın başlangıçtaki amaca uygun biçimde yaşamlarını sürdürmesini sağlamak çok zordur. Ayrıca bu yolculuk için optimal yolcu ve mürettebat sayısı da önem arz etmektedir. Genel olarak uygarlıktan yalıtılmış küçük grupların (örneğin 4 bin kişilik bir grup), uzun vadede teknolojik olarak geri çekilme yaşadığı, ya da daha küçük grupların (200-400 gibi) tümüyle yok olduğu görülmüştür (Hein vd., 2012, s. 122). Buradan çıkan sonuca göre uzaya küçük gruplar göndermenin kısa ve uzun vadede sıkıntılar yaratabileceğini söylemek mümkündür.
En bilinir uzaylı mülteci figürlerinden birisi Superman karakteridir. Kripton gezegeni yok edildiğinde son anda Dünya’ya gönderilen Superman, uzun yıllar boyunca kendisini “dünyalı” sansa da işin aslını büyüdüğünde öğrenmiştir (Anders, 2008). Bilimkurgu eserlerindeki göç ve göçmenlere ilişkin pek çok eser bulunmaktadır. Edebi eser olarak örneğin Brain Aldiss’in bu temadaki ilk eserlerden olan romanı Starship (1958) (Yıldız Gemisi, 1999) içinde nesillerin yaşadığı bir yıldız gemisi ve onun sakinleri hakkındadır. Aldiss bu eserinde Procyon adlı bir gezegenin kolonileştirilmesinden dönen bir nesil yıldız gemisinde geçen olayları betimler. Robert A. Heinlein’ın Orphans of the Sky (1964) eseri de benzer bir konuyu ele alır ve Vanguard adlı gemide ortaya çıkan bir isyan ile ölen mürettebat, bu mürettebattan kalanların teknolojik geri çekilme ve tıpkı Aldiss’in romanında olduğu gibi kendilerine yeni bir mit yaratışlarını betimler.
Yanı sıra Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler (The Dispossessed, 1974) romanının merkezinde Anarres ve Urras adlı çatışma içindeki iki farklı dünya arasında bir etkileşim kurmaya çalışan bir mülteci bulunur. Arthur C. Clarke’ın Rama Bahçesi (The Garden of Rama, 1991) adlı kitabı, uzay gemisine (zorla) yerleştirilmiş mülteciler ve suçluların ideal bir düzen ve yaşamı kuramayışlarını gösterir. Bu türden örnekleri TV dizilerinde de bulmak mümkündür. Battlestar Galactica dizisi (2004-2009) dünyaları Cylons adlı makineler tarafından iki kez ele geçirilmiş insanların mülteci haline gelişleri ve kendilerine yeni bir yuva bulma çabaları hakkındadır. Babylon 5 (1994-1999) dizisine ismine veren uzay istasyonu mültecilere ev sahipliği yapan, barışın tesisi adına yapılmış bir yerdir.
Televizyon tarihinin en uzun soluklu serisi olan Star Trek’in çeşitli bölümlerinde bu türden nesil yıldız gemileri konularının işlendiğini görmek mümkündür. Örneğin Orijinal serinin For the World Is Hollow and I Have Touched the Sky (1968) adlı bölümü ataları tarafından Yonada adlı bir gemiye yerleştirilmiş ve çıktıları yolculukta esas amaçlarını unutmuş mültecileri merkezine alır. Benzer biçimde hemen hemen belirli bir felaket motifine sahip bütün apokaliptik ya da post-apokaliptik bilimkurgu filmleri bu türden mültecilerin hikâyelerini konu alır.
Örneğin Snowpiercer (Bong Joon-ho, 2013) dünyanın bir buz küresine dönüşüp yaşamı desteklemez hale gelişiyle bir trende hayatta kalmaya çalışan mültecilerin sınıfsal mücadelelerini konu edinir. Morten Tyldum’un yönettiği Uzay Yolcuları (The Passengers, 2016) filmi benzer biçimde 120 yıllık bir yolculuk için Avalon adlı yıldız gemisinde uyutulan yolculardan erken uyananların hikâyesine yoğunlaşır. Bu türden örnekler insanlık tarihi ile bilimkurgusal imgeler arasında bir analoji kurma imkânı yaratır ve örnekleri çoğaltmak mümkündür.
* Bu Çalışma Akdeniz İletişim Dergisinde yayınlanmıştır. Çalışmanın tam metnine ulaşmak için tıklayınız.
Yararlanılan Kaynaklar:
- Anders, J.C. (2008). “Science Fiction is the Literature of Refugees“. Io9 We come From the Future. 30 Kasım 2018 tarihinde erişilmiştir.
- Bernal, J.D. (1929). The World, the Flesh and the Devil. 15 Aralık 2018 tarihinde erişilmiştir.
- Caroti, S. (2009). The Generation Starships in Science Fiction, 1934-1977. (Yayınlanmış Doktora Tezi). Indiana: Purdue University. UMI Numarası: 3379320.
- Hein, A., Pak, M., Pütz, D., Bühler, C., ve Reiss, P. (2012). “World Ships – Architectures & Fesability Revisited”. JBIS. 65, 119-133.
- Nygren, E. (2015). Hypothetical Spacecraft and Interstellar Travel. (First Edition). Lulu.com