Sokrates Neden Öldürüldü?

Oligarşi: Azınlık yönetimi.

Meritokrasi: Hak edenin yönetimi, liyakat sistemi.

Platon’un eseri olan “Sokrates’in Savunması”nın konusu Sokrates’in ölümü olmasına karşın, bu konuda bizi pek de aydınlatmaz.

renaissance-philosophy_00410604

Sokrates’i ölüme götüren süreç, sadece onun ağzından ve bakış açısından verilir. Karşıtların iddiaları da yine Sokrates tarafından aktarılır. Ölümüne giden olaylar zincirini Sokrates biraz da kutsallaştırarak öyküler: Buna göre, Delfi kahini, Apollon’a “dünyada en bilgili kim?” diye sormuş, o da “Sokrates” diye yanıt vermiş. Bu yanıt Sokrates’i çok şaşırtmış, çünkü kendisinin hiç de bilgili olmadığını biliyormuş. “Apollon yalan söylemeyeceğine göre, mutlak bir bildiği var ki beni en bilgili olarak göstermiş” diyerek, işin aslını araştırmaya girişmiş. Her önüne geleni sorgulayarak, kendisinden daha bilgili birisini bulmaya çalışmış.

Bu araştırma kehanetin sırrını çözme çabası olduğuna göre, Sokrates öyle doğa bilimci falan değil, dindar biriydi. Çünkü tanrıyı (Apollon) haklı çıkarmaya çalışıyordu. Onun Akinolu Tomas gibi din babalarının pek sevdiği teoist felsefenin atası olduğunu şurdan da anlıyoruz: Kendisi Parmenides ve Pisagor felsefesini takip ediyordu. Bu felsefeye göre, herşey birdi, değişim yoktu. Bu düşünürler (Platon, Sokrates, Aristoteles, Zenon, Parmenides…), ruhun ölümsüz olduğunu göstermek derdiyle olsa gerek, bir ekol oluşturmuşlar, var güçleriyle her tür değişimin imkansız olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlardı. Böylece  Bu ekolün tam karşısında ise Demokritos gibi değişime inanan (ateist) filozoflar bulunuyordu. Antik Yunan’da bu iki felsefe geleneği birbiriyle kıyasıya bir rekabet halindeydi. Sokrates birincilerin arasında sayılır; buna göre o, ruhun ölümsüzlüğüne inanıyordu. Ölmeden önce ettiği sözlerle de bu inancını teyit etmiştir.

pyreaus_inspired_manifestation_horse_symbolism_apollo_full

Platon’un eserini okurken, insan Sokrates’in çekememezlik nedeniyle öldürüldüğünü sanır; ancak Sokratesin katlinin temelinde dinsel ve siyasi nedenlerde aramak daha doğrudur.

Sokrates’in hikayesine geri dönelim… Apollon’un kehanetini doğrulamayı kendisine görev edinen Sokrates karşısına çıkan bilgili kişileri sorgulamaya başlar. Bu durum gençlerin ilgisini çeker, her gittiği yerde Sokrates’i izlemeye başlarlar. (Aralarında Platon da vardır.) Bilgili kişilerle yaptığı tartışmalara şahit olurlar. Tabi halkın önünde rezil olmak bu kişilerin hoşuna gitmez, çünkü Sokrates sorgulamanın sonucunda bilgili geçinen bu insanların aslında hiç bir şey bilmediklerini kanıtlamaktadır. Bu sorgulamadan kimse kurtulamaz: Şairler, devlet adamları, esnaflar… Zaman içinde Sokrates’e düşman olan kişiler giderek çoğalır ve en sonunda çeşitli ithamlarla Sokrates’i mahkemeye verirler. Suçlamaları temel olarak iki maddeden oluşur: 1. Sokratesin dinsiz oluşu, 2. Gençleri yoldan çıkarışı.

Sokrates, kendisinin de açıkladığı gibi, dinsiz olmak bir yana, oldukça dindar, sofu biridir. Bu yüzden dinsizlik suçlaması asılsızdır. Öyleyse bu kişiler neden apaçık biçimde Sokrates’e ‘dinsiz’ diye iftira atmışlardır?

İşte Platon’un eserinde bu nokta karanlıkta kalıyor. Ancak Grek felsefesini ve tarihini bilince durum anlaşılacaktır.

cxzczc
Jacques-Louis David’in 1787’de çizdiği “Sokrates’in Ölümü” adlı meşhur tablosu.

Sokrates’in hikayesine geri dönelim: Nihayet Sokrates, yıllar süren araştırmalarını sonuçlandırır ve şu karara varır: “Apollon, benim en bilgili kişi olduğumu ileri sürmekle aslında şunu demek istiyordu: Bakın ey insanlar, içinizde en bilgili olan Sokrates’tir, çünkü o bir şey bilmediğini biliyor. Onun bilgisinin size üstünlüğü burdadır. Sizden daha çok şey biliyor, çünkü siz, hiç bir şey bilmediğiniz halde, bildiğinizi sanıyorsunuz, oysa Sokrates zaten bilgisiz olduğunu biliyor.” Demek burada Tanrı insanlara bir şey öğretmek amacıyla Sokrates’i araç olarak kullanmıştır.

Ancak hala Atina vatandaşlarının bir süre sonra zaten kendiliğinden ölecek olan Sokrates’i (ki o zaman 70’in üstündeydi) neden kendi haline bırakmadığı açıklanmış değildir. Milleti sorgulayarak ortalıkta dolanan bir ihtiyarı öldürmekteki gaye neydi? Madem öldürülecekti, bunu daha önceden de bir bahaneyle yapabilirlerdi.

Kanımca, Sokrates bir başka ilkeyi sorguladığı için hem siyasal yönden hem de dinsel yönden insanları rahatsız etmiştir. Siyasal olarak, Sokrates demokrasi karşıtı biriydi. O zamanlar Atina demokrasi ile yönetiliyordu. Bu devlet sistemini sadece yöneticilerin seçilmesi olarak görmemeli, o dönemde bütün devlet görevleri ‘demoktatik’ seçim yoluyla ya da kura ile yapılıyordu. Önemli devlet görevlerine (yargıçlık gibi) getirilen insanlar kura ile belirleniyordu söz gelişi…

zxczcczcxcz

İşte Sokrates bu seçim sistemindeki sakatlığı eleştirmiş, bunun ortadan kaldırılması için çalışmıştır. Buna göre Sokrates her işi ehli olan kişinin yapması gerektiğini savunur. Ona göre, eğer hastalanırsanız sizi iyileştirecek kişiyi kura ile seçmezsiniz; onun yerine alanında uzman olan bir hekime gidersiniz. O halde devleti yönetecek kişileri neden kura ile seçiyoruz? Neden önemli devlet görevlerine getirilecek kişileri kura ya da seçim yöntemiyle belirliyoruz? İşte bu soru rahatsız etmiştir insanları. Sokrates ve Platon, devleti yönetecek kişilerin özel olarak bu iş için yetiştirilmiş filozoflar olması gerektiğine inanıyorlardı. Bu anlamda ikisi de demokrasi karşıtıydı diyebiliriz (tabi burada demokrasiden kasıt, antik Yunan demokrasi anlayışıdır); onlar oligarşi ya da meritokrasiyi savundular. Sokrates’in kendi eseri olmadığı için onun bu konudaki düşüncelerini sadece öğrencisi Platon aracılığı ile biliyoruz. Platon, kendi fikirlerini hocası Sokrates’e mal etmiş olabilir pekala, ama zaten Platon’nu seçkinci olduğunu biliyoruz.

Bu sorgulamanın dini yönü de bununla bağlantılıdır. Eski Yunan’da adalet kavramı “herşeyin ait olduğu yerde bulunması” anlamına geliyordu. Buna göre, her nesne, ait olduğu yerde bulunuyorsa adaletliydi. Adalet kavramının değişim kavramıyla çelişik olduğuna dikkat ediniz. Buna göre, eğer adalet varsa değişim olmazdı. Çünkü her şey olması gerektiği yerde olacağı için, yerini değiştirmesi gerekmeyecekti. Bu durumda nihai olarak evrenin adaletli olduğunu, değişimin yokluğundan anlarız. Yani değişim ne denli azsa, adalet o denli çok olmalıdır. Bu düşünce sadece felsefi bir önerme olarak algılanmasın, Yunan dininin temelinde bulunan bir anlayıştı bu, yani dinsel bir dogmaydı. Hiç de mantıksız bir dogma değildir ayrıca… Eski Yunanlılar evrenin değişken olduğunu, tekümül içinde olduğunu kabul etmek istemiyorlardı. (Pisagor ve ardıllarının felsefi inancı bu yöndeydi.) Buna göre evren adaletli olmalıydı, değişemezdi. Değişim, ölüm demekti. Değişmezlik (yani adalet) ise mükemmellikti ve evrenin mükemmel olduğuna dair sağlam bir inanç vardı.

pisagor
Pisagor (Pythagoras)

Bu görüş anlaşılmaz değildir. Einstein bile kendi denklemlerinden çıkan durağan olmayan evren düşüncesini kabul etmek istememiş, bu yüzden “kozmolojik sabit” fikrini ortaya atmıştır.

Ayrıca, mantık da bize değişimin imkansızlığına dair dayanaklar sunar. Eğer evrenin çatısı değişken olsaydı, bunca uzun süre ayakta kalamazdı. Bu fikre nereden ulaştılar? Kanımca, dengesiz bir evin içinde kimse oturmak istemez, o halde altında yaşadığımız bu çatı (evren) de sağlam olmalıdır. Gök çatısını yıllarca inceleyen gökbilimciler, az sayıda hareketli gök cismi saydılar, onun dışındaki binlerce yıldız, hiç değişmiyordu. İşte Yunan mantığı budur ve hemen yabana atılamaz. Öte yandan Demokritos gibi atomcular ise tam tersine inanıyorlardı. Onlara göre değişim her yerdeydi ve evrenin dokusunda bulunuyordu. Değişim, yani hareketi yadsımak budalalıktı. Atomcular, değişimi her yerde gördükleri için, felsefelerinde diğerleri denli haklı ve dayanaklı sayılmalıdırlar. Sistemleri aptalca değildir. Değişim doğanın içinde bulunur. Ölen canlılar çürür, mevsimler değişir, gök cisimleri hareket eder. Parmenidesçiler de değişimi görüyorlardı, ama bunun bir yanılsama olduğuna karar vermişlerdi. Buna göre değişim yoktur, sadece bize varmış gibi görünür.

Doğrusu, gerçek bu ikisi arasında bir yerdedir. Evrenimizde hiç değişmeyen şeyler bulunduğu gibi çok hızlı değişen şeyler de vardır. Atomcular bunları görür, Parmenidesçiler diğer şeyleri… Kayalar uzun süre aynıymış gibi kalsalar da değişirler. Uzun vadede her şey değişir, zaman ve mekanın kendisi bile… Öte yandan hiç değişmeyen kalıcı şeyler de vardır, evren parametreleri gibi (ışık hızı, proton kütlesi vs.)

Oerba_paradox_art

Zenon, değişimin imkansızlığını kanıtlamak için paradokslar ileri sürmüştür. Yine de son tahlilde atomcular haklı çıktı elbette…

Evrende hemen hemen herşeyin femtosaniye mertebesinden yüzlerce milyar mertebesine varan ölçeklerde, nihai olarak değişken olduğu bugün anlaşılmıştır. Yalnız, değişmeyen tek şey, tuhaf biçimde, evrenin yasalarıdır. Bu konu benim de aklımı oldukça kurcalamaktadır.

Konumuza dönelim…

Sokrates soruşturmasında şunu anlatıyordu: Madem ki her şey yerli yerinde olunca adalet oluyor, o halde devlet görevlileri de olması gereken yerde olsun. Devlet görevlerine sadece o işi iyi bilen, en iyi bilen, kişinin yerine getirmesi gerekir. Şimdi bu düşünceye hiç kimse itiraz etmez günümüzde diye düşünüyorum. Buna liyakat sistemi denir ve bu sistemin bozulması devletlere pahalıya patlar.

XX

Yani Sokrates, devlet görevlerine hak eden kişilerin yerleşmesini bir çeşit “kutsal, dini” görev olarak görüyor ve soruşturmasını bu yüzden inatla yürütüyordu. İnsanları rahatsız eden de bu olmalı. Sonuçta hiç çalışmayan ya da hiç bir özel yeteneği olmayan kişiler, kura ve seçim sistemi sayesinde önemli devlet görevlerine gelebiliyorlardı. Belki Sokrates’i suçlayanlar ve yargılayanlar da böyle kişilerdi.

Anlaşılan o ki Sokrates demokrasiyi biraz “din dışı” bir şey olarak gördüğü ve put kırıcılığı yaptığı için iftiracı kimselerin hedefi olmuştu. Devlet görevlerine beleş yollardan gelmiş bir takım yeteneksiz kişilerin komplosuna kurban gittiğini de söyleyebiliriz.

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

Nietzsche

“Çöl Büyüyor”: Nietzsche’nin Kâbusu Üzerine

Friedrich Nietzsche‘nin (1844-1900) Böyle Söyledi Zerdüşt‘ündeki Çölün Kızları Arasında bölümünde geçen “Çöl Büyüyor” (Die Wüste …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin