Bildiğimiz kadarıyla insan, evrende uzay yolculuğu yapabilen tek akıllı tür. Peki bu beceriye sahip, en azından böyle bir şeyi düşleyebilecek kadar gelişmiş başka canlılar uzaya açılmak için neye ihtiyaç duyarlardı? Öncelikle hipotetik uzaylıların, en az insanlar kadar zeki olmaları gerekli. Günümüz insanı kabaca üç yüz bin yıl kadar önce ortaya çıktı ve son on bin yıldaki atılımları hayranlık uyandırıcı. Oysa tarih öncesi insanlarına ya da insansılarına baktığımızda bunca teknolojik ilerlemeyi kaydedebileceklerine dair pek bir işaret yoktu. Üstelik bugün soyu tükenmiş pek çok insan türü tarih öncesinde mevcuttu ve bu türlerin hiçbiri klasik avcı toplayıcı çizgisinden ileriye geçememişti. Peki günümüz insanının bu kadar gelişmesini sağlayan şey neydi? Sayabileceğimiz sayısız özelliklerden biri tarımın keşfi olsa gerek. Tarımın başlaması belki de şans eseri gerçekleşmişti. Tarım, tıpkı yüzüncü maymun etkisi gibi bir anda öteki insan topluluklarına da yayılmış ve böylece insanlar kalıcı yerleşimler kurma fikrini kazanmışlardı.
Bütün yazıyı hipotezler üzerine kuracağımız için, bir düşünce deneyi daha ortaya koymakta sakınca yoktur. Bugünkü medeniyet kavramımız şans eseri ortaya çıkan bir olay sayesinde meydana gelmiş ve açıklanamayan bir fenomen hâlinde insan topluluklarına yayılmış olabilir mi? İnsanlarla bir uzay yarışında karşı karşıya gelecek olan uzaylıların da böyle bir fenomenden etkilenmiş olması gerekir. İnsanlar, ekilip biçilebilecek bitkiler bulabildiği için şanslıydı. Aynı zamanda hayvan da evcilleştirebiliyorlardı. Fakat bugün bile vahşi hayvanlar ve bitkiler mevcut. Peki ya uzaylıların yaşam alanları tamamen bu tarz bitkiler ve hayvanlardan yoksunsa, onlar için evcilleştirme ve tarım yapma gibi özellikler söz konusu bile değilse? Tarım ve hayvancılığa bir alternatif bulmadıkları sürece, -mesela simbiyotik bir beslenme zinciri gibi- insanların kat ettiği teknolojik gelişime ulaşmaları epey zor olacaktır. Üstelik söz konusu uzaylılar, insanlar kadar sosyal olmayabilir de. Mesela Neandertallerin günümüz insanına kıyasla daha düşük bir sosyalleşme becerisine sahip olduğu düşünülüyor. Muhtemelen küçük gruplar hâlinde yaşıyorlardı ve gruplar arası etkileşim kısıtlıydı. Bu durum onları kendi aralarında daha iyi organize olabilen kuzeni, yani günümüz insanı karşısında çaresiz bırakmış olabilir.
Bugün, insanların şiddete son derece yatkın bir tür olduğu düşünülebilir fakat doğadaki başka canlılara kıyasla insanlar birbirini idare etme konusunda son derece iyi bir durumdadır. Birkaç yüz kişinin aynı anda bir uçağa binmesi ciddi bir sorun teşkil ediyormuş gibi görünmüyor. Peki birkaç yüz şempanzeyi aynı uçağa koyarsaydınız ne olurdu? Uçak yere ininceye kadar o şempanzelerin kaçı hayatta kalırdı, kaçı şiddetli kavgalarda ölmüş olurdu? Frans de Waal, Chimpanzee Politics’te birkaç yüz şempanzeden müteşekkil bir uçak seferinin ciddi bir katliama dönüşebileceğini söylüyor. Daha geniş bir çerçeveden baktığımızda şempanzeler ile insanlar hemen hemen aynı sayılır. İkisi de primat ve doğada primatları barış guruları gibi gösterebilecek türden canlılar mevcut. Mesela karıncalar. Bir karınca kolonisine hidrojen bombası verdiğinizi düşünün. Bu bombanın öbür koloniyi yok etmek için ateşlenmesi ne kadar sürerdi dersiniz?
Söz konusu uzaylılar hidrojen bombası geliştirecek kadar ileri bir teknolojiye sahip olsa bile, bir diğer önemli mesele bu tarz silahların kullanılmasını engelleyecek türden sosyal ve ahlaki dürtülerin varlığıdır. İnsanlar büyük ölçüde bu tarz dürtüleri kazanmış durumda. Kitlesel yıkım tehlikesinin insan elinden çıkabileceğinin farkındalar. Karşı tarafa verecekleri zararın kendilerine misliyle dönebileceğini sezebiliyorlar. Bu sayede insanlar, kendi soylarını tüketip bütün gezegeni yaşanmaz hâle getirebilecek kapasiteye sahip olsa da bundan kaçınabiliyorlar. En azından şimdilik… Zeki uzaylıların da böylesi duyarlılıklara sahip olması şart. Zeka ilerlemeyi getirdiği kadar yıkımı da getirir çünkü.
İnsan nesilleri arasında kültür ve bilgi transferi mevcuttur. Mesela ahtapot gibi son derece asosyal canlılarda böyle bir şeyden bahsetmek neredeyse imkânsız. Çünkü ahtapotlar üreme tamamlandıktan kısa bir süre sonra ölürler. Eğer doğada insanlar kadar zeki ahtapotlar mevcut olsaydı, yeni nesiller bütün bilgi birikimini en baştan kazanmak zorunda kalırdı. Çünkü yeni nesilleri eğitecek bir öncü nesilleri olmayacaktı. Eğer üremekten feragat edip ömrünü uzatmayı başaran ahtapotlar olsaydı ve bunlar kendilerini yeni nesil ahtapotları eğitmeye adasaydı bile insanlarınki kadar karmaşık bir medeniyet kurmaları epey uzun sürerdi ya da böyle bir şey hiç gerçekleşmeyebilirdi.
Ahtapotların dezavantajlı olduğu başka konular da var. Mesela bir ahtapot içine konduğu kavanozdan bir şekilde kurtulmayı başarabilir fakat ahtapot kolları insan eline kıyasla ne kadar mahir? Kavanozdan kurtulmak ayrı, o kavanozu yapabilecek beceriye sahip olmak ayrı… Geçmişte ahtapot güreşi gibi bir spor mevcuttu. Evet, ahtapotlar insanlarla güreşebilecek kadar gelişmiş kollara sahip fakat bu kollar ile kavanoz yapamazlar. Muhtemel zeki uzaylılar da bu durumdan muzdarip olabilir. İnsanlarınki gibi kavrama uzuvları bulunmayabilir. Gerçi evrim sayesinde bu özelliği bir şekilde kazanabilirler fakat bu acı verici ölçülerde uzun sürebilir.
Uzuvlar haricinde canlıların yaşam alanları da onları ya kısıtlar ya da ilerlemelerine katkı sağlar. İnsanlar kolayca erişip kullanabilecekleri kaynaklar ile dolu bir ortamda yaşıyor. Üstelik insanların ortaya çıktığı tarihte, dünyada hâlihazırda kömür yatakları mevcuttu. Bu yatakların çoğu Karbonifer ve Permiyen Dönemleri’nden kalma. Jeoloji ya da tarihte ufak farklılıklar yaşansaydı, kömür yatakları hiç olmasaydı ya da ulaşılamayacak kadar derinde olsaydı Endüstri Devrimi gerçekleşebilir miydi?
Kaynakların ulaşılabilirliği bir yana, uzaydaki bazı zeki türler kendi gezegenleri tarafından da mahkûm edilebilir. O zeki uzaylılar, Europa gibi donmuş buz katmanı ile kaplı bir gezegende, yer altı okyanuslarına mahkûm hâlde yaşamak zorunda kalabilir. Yukarıda, bütün okyanusu hapseden o donmuş gökyüzü bildikleri her şeyin sınırı olacaktır. Evrenin geri kalanı o buzun ardındayken, onlar her şeyden habersiz, dipsiz bir okyanusa mahkûm hâlde var olmayı sürdürecektir. Eğer sihirli sayılabilecek kadar egzotik özellikler geliştirmezlerse, –mesela buzun ardındaki evrenden gelen radyo sinyallerini algılayabilecek kadar duyarlı bir beyin- buzun ardındaki hiçbir şeyden haberleri olmayacaktır. Dolayısıyla ne kadar zeki olurlarsa olsunlar, uzaya açılamayıp bütün hayatlarını dipsiz bir okyanusta geçirmek zorunda kalacaklardır.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade | Kaynak