Video oyunlarının altmış yılı aşkın bir geçmişi vardır. 1958 tarihli Tennis for Two adlı tenis simülasyonu, ilk video oyunu kabul edilir. Kendine özgü bir konsolda oynanan bu oyun, ticari kaygılarla üretilmemiştir ve sporcuların reflekslerini geliştirmek gibi özel bir amaca yöneliktir. Yine 1962 tarihli Spacewar! adlı oyun da pilot eğitimini amaçlar. 1971 çıkışlı Computer Space, jetonlu makineler için üretilen ilk video oyunudur. Hatta 1973 yapımı bilimkurgu filmi Soylent Green’in bir sahnesinde de görülür. 1972 tarihinde ise Magnavox Odyssey adıyla ilk kez ev için oyun konsolları üretilmiş ve aynı tarihte Haunted House adlı ilk korku video oyunu piyasaya sürülmüştür. 1978 tarihli Space Invaders ile de bilimkurgu ve korku temalarının birleştiği ilk oyuna imza atılmıştır.
Görüldüğü gibi son kullanıcı için üretilen ilk iki oyunun biri bilimkurgu, diğeri de korku temalı. Elbette ilerleyen yıllarda konsol teknolojisi gelişti ve daha gerçekçi grafiklere sahip oyunlar piyasaya sürüldü. Ancak bilgisayar teknolojisi ile oyun teknolojisinin birleşmesi, video oyunlarını da bambaşka bir seviyeye çıkardı. Hayatımıza, filmler kadar ayrıntılı senaryoları yazılan, süresi uzatılan ve görüntü kalitesi yükseltilen oyunlar girmeye başladı. Korku ve bilimkurgu ise video oyunlarının en önemli türleri arasında yer almayı sürdürüyor. Günümüzde survival horror diye adlandırılan ve oyuncusuna kendisini âdeta bir korku filminin içindeymiş gibi hissettiren oyunlar sayesinde işler bambaşka bir seviyeye evrilmiş durumda.

Yazımızın konusu olan Outlast da survival horror türünde ve bilimkurgu temalı bir oyun. Red Barrels tarafından geliştirilip yayımlandı. Oyunda, serbest çalışan gazeteci Miles Upshur‘ın, haberleştirmek amacıyla el kamerasını alıp tek başına Lake County, Colorado dağlarının derinliklerindeki “Mount Massive Asylum” adlı akıl hastanesine girmesinden sonra yaşadığı olayları deneyimliyoruz. Oyun, 4 Eylül 2013’te Microsoft Windows, 4 Şubat 2014’te PlayStation 4, 19 Haziran 2014’te Xbox One platformları için piyasaya sürüldü. Daha sonra 31 Mart 2015’te Linux ve OS X için de yayımlandı. Atmosferi, korku unsurları ve oynanışıyla övüldü ve genel olarak olumlu eleştiriler aldı. Ekim 2016 itibarıyla dört milyon kopya sattı ve tüm seri toplamda on beş milyonun üzerinde bir satış başarısına ulaştı. Oyunun devamı olan Outlast 2, 25 Nisan 2017’de yayımlandı ve üçüncü bir video oyunu olan The Outlast Trials ise 2023’te erken erişime açıldı.
Oyuncu, cinayete meyilli hastalar tarafından istila edilen harap bir psikiyatri hastanesinde gezinirken araştırmacı gazeteci Miles Upshur rolünü üstleniyor. Oyun, birinci şahıs bakış açısıyla (FPS) oynanıyor ve düşmanlarla savaşmaktan ziyade onlardan kaçmak ya da gizlenmek üzerine kurulu. Oyuncu hayatta kalmak için dolaplarda saklanmak, düşmanları gizlice geçmek, gölgelerde kalmak ve bir şeylerin arkasına veya altına saklanmak gibi gizli taktiklere güvenmek zorunda. Oyuncunun ekranda görünür bir sağlık çubuğu yok ve düşmanlara saldıramıyor. Kameranın gece görüş modunu kullanmak suretiyle önünü görebilen oyuncu, pillerin zaman içinde yavaş yavaş tükenmesi sonucu akıl hastanesinde bulunan ek pilleri aramaya girişiyor. Düşmanlar görüldüğünde oyuncuyu uyaran geleneksel jump scare’ler ve sesli ipuçları yoğun şekilde kullanılıyor. Bunun dışında oyunu asıl korkutucu kılan verdiği tekinsizlik hissi. Oyuncuya sürekli olarak bir saldırıya uğrama korkusu aşılanıyor.

Outlast, korku oyunları türünde oldukça etkileyici deneyimler sunuyor ve gerilim dolu bir hikâyeye sahip. Oyunda bilimkurgu unsurları da önemli bir rol oynuyor. Mount Massive Asylum, gizli deneylerin yapıldığı bir akıl hastanesi. Bu deneyler hastaların zihinsel sağlığını bozuyor ve onları tehlikeli hâle getiriyor. Oyuncu, hastanenin içinde bu deneylerin izlerini sürerken hastaların maruz kaldığı korkunç koşulları da keşfediyor. Deneyler, oyunun korku ve gerilim unsurlarını daha da artırıyor. Oyun ilerledikçe öğreniyoruz ki aslında bizi korkutan tüm bu hastalar da aslında birer kurban. Oyun, gizli şirketlerin yanı sıra hükümetin de bilimkurgusal deneyler yaptığı bir evrende geçiyor. Oyuncu, bu bilimkurgusal dünyada gerçekleşen olayları araştırırken gizli dosyaları ve kayıtları inceleyerek daha fazla bilgi ediniyor.
Öte yandan oyun, karanlık atmosferiyle de etkileyici zamanlar yaşatıyor. Her şeyden önce, içinde bulunduğumuz mekân oldukça karanlık ve ürkütücü. Koridorlar, odalar ve diğer mekânlar karanlık ve bozulmuş durumda. El kamerasının sınırlı gece görüş modunu kullanarak bu karanlık ortamda gezinmek zorunda kalıyoruz. Bu durum ise oyuncunun etrafını görmesini zorlaştırıyor ve gerilimin daha da artmasına yol açıyor. Bu yüksek doz gerilimin bir diğer önemli unsuru da çevresel sesler ve müzik. Kapı gıcırtıları, ayak sesleri, hastaların inlemeleri gibi birtakım ses efektleri yüzünden sürekli tedirginlik yaşıyoruz. Özellikle jump scare’lerle birleşen ani ses efektleri ve müzik nedeniyle rahatlama fırsatı bile bulamıyoruz.

Hastalar, akıl hastanesinin içinde dolaşırken oyuncuya rastlayabiliyor. Bu hastaların çoğu deli ve tehlikeli. Duvarlara vurmak, inlemek, kendi kendine konuşmak gibi tuhaf davranışlar sergiliyorlar. Kendilerinden kaçmak için dolaplara saklanmak, gölgelerde kalmak ve sessizce hareket etmeliyiz. Bu gizlilik unsurları, oyunun korku atmosferini güçlendiriyor. Gerçi oyun boyunca karşımıza çıkan hastaların hemen hiçbiri bize zarar vermiyor, ancak onların saldırısına uğrama ihtimali her daim var. Oyunda ayrı bir parantez açılması gereken Walrider, seri boyunca önemli rol oynayan doğaüstü bir varlık. Oyunun önemli bir bölümünde hayalet sandığımız varlığın aslen nano-teknolojinin bir ürünü olduğunu öğreniyoruz. Walrider’ın oluşumu, bilimsel deneylerin sınırlarını aşan bir sonuç olarak tasvir ediliyor. Makineye bağlı çünkü deneylerde kullanılan teknolojiyle etkileşime girmiş durumda.
Walrider, fiziksel sınırları aşan güçlere sahip. Hızlı devinebiliyor, duvarların içinden geçebiliyor ve düşmanları yok edebiliyor. Bu olağanüstü güçler, oyunun korku ve gerilim atmosferini iyice perçinliyor. Walrider’ın varlığını hissettiğimizde geriliyor ve kaçmaya çalışıyoruz. Zira ani çıkışları ve ses efektleri kalp atışlarımızı hızlandırabiliyor. Ayrıca karanlık koridorlarda belirip kaybolması tedirginlik verici. Kısacası Walrider, Outlast serisindeki en ikonik karakterlerden biri ve oyunun atmosferini büyük ölçüde etkiliyor.
Uzun lafın kısası, belli bir süreden sonra kendini tekrarladığı söylense de verdiği tekinsizlik ve çaresizlik hissiyatı nedeniyle Outlast’ın gelmiş geçmiş en korkutucu survival horror oyunlarından biri olduğunu söyleyebiliriz.