gokcan sahin

Gökcan Şahin ile Röportaj

Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. İlk olarak sizi okur yönünüzle tanımak isteriz. Kitaplarla nasıl tanıştınız acaba?

Bilimkurgu Kulübü okurlarıyla beni bir kez daha buluşturduğunuz için ben teşekkür ederim.

Kitaplarla olan geçmişimde birkaç hikâye var aslında. Okumayı beş yaş civarında kendi kendime öğrenmişim ve günlük gazetelerle evdeki ansiklopedilere sarmışım. Sonrasında uzun süre kurgudan ziyade bilgi içerikli kitaplarla haşır neşir oldum. O dönem popüler bilim yayıncılığında TÜBİTAK başı çekiyordu ve edebiyata zıplamam da bir nevi onlar sayesinde oldu. B.B. Calhoun’un TÜBİTAK Yayınları’ndan çıkan bir Dinozor Dedektifi serisi vardı. Arkeolog bir babanın Fenton adlı oğlunun dinozor araştırmaları eksenindeki maceralarını anlatıyordu ve ilkokuldayken beni kalbimden vurmuştu. O seriyi edebi manada miladım olarak kabul ederim.

Lisede ikinci bir kırılım yaşadım. Edebiyat ödevi için okuduğum İki Şehrin Hikâyesi yeni bir kapı araladı. O kadar etkilenmiştim ki bana yaşattığı duyguları hâlâ hatırlarım. Kâğıda basılmış matbaa harflerinin bu kadar güçlü olabileceğine inanamamıştım. Hâliyle bu tada doymadım ve kitapların müdavimi oldum. O zamanlar maddi olarak aileme en büyük yüküm her ay aldığım kitaplar oldu. Çok geçmeden Stephen King’le tanıştım ve bulabildiğim tüm kitaplarını çılgınlar gibi tükettim.

Ama meğerse daha keşfedeceğim çok büyük bir alan varmış: Bilimkurgu. Sanırım üniversiteye başladığım zamanlardı. Metis’in bilimkurgu serisinden çıkan Brian Aldiss’in Yıldız Gemisi ile bu uçsuz bucaksız âleme yelken açtım. Bu arada bilimsel eserler, araştırma kitapları, aksiyon romanları, ezoterizmden bahseden kitaplar, çizgi romanlar ve daha niceleri repertuarıma girmişti. Artık her türden besleniyordum. Benim için her birini keşfetmek ayrı bir hikâyedir. Galiba bir gün hepsinin sırası geliyor.

Sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdir?

Şu üç yazar biraz daha öndedir benim için: Verne, King ve Asimov. Üçünden de ne bulduysam yalayıp yuttum. Jules Verne hayal gücü tünellerimi açtı, Stephen King bilinçaltımın derinliklerindeki duyguları çekip yüzeye çıkardı, Asimov ise zekâma ve açılmayı bekleyen ufkuma hitap etti.

Okur kimliğiniz size hayata dair neler kattı?

Öncelikle hayallerimi başkalarına ulaştırmak, kâğıda dökmek konusunda bir yol gösterdi. Kendimi bildim bileli iyi bir hayalciyimdir ama ‘okuma’ ve onun peşi sıra gelen ‘yazma’ eylemleriyle tanışmasaydım kafatasımın içinde hapis kalacaklar, zamanla eriyip gideceklerdi. Edebiyat hem başka insanların zihinlerini okumak hem de kendi düşüncelerini dökmek için sınırsız büyüklükte bir alet kutusu veriyor.

Şimdi de müsaadenizle yazar yönünüzü tanıyalım istiyoruz. Yazarlığa başlama sürecinizden biraz bahseder misiniz?

On bir – on iki yaşlarımdayken Dinozor Dedektifi serisini okurken, ben de hayallerimi kâğıda dökebilirim diye düşündüm. O zamana kadar elimden geldiğince bir şeyler çiziyordum. (Ki buna belki de birçoğumuz gibi üç yaşımda ev duvarlarını karalayarak başlamışım ama bırakmayıp defter üzerinde sürdürmeyi başarmışım.) Yazmak daha özgür ve daha sınırsız bir alan gibi geldi ve Beyaz Elmas adıyla bir romana başladım kendimce. Birkaç çocuk, zamanda yolculuk yapıp çeşitli çağlarda maceralara atılıyor, her maceranın sonunda bir elmas ediniyorlardı. Yedi renkteki taşlar bir araya gelince de Beyaz Elmas diye bir şey oluşacaktı. Küçük boy çizgili bir deftere el yazısıyla altmış sayfa kadar yazmıştım ama yanlışlıkla eski defterlerle beraber sobada yandı. Küsmedim. Okudukça daha fazla yazma isteği geldi. 2007’de Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü’yle tanıştığımda on beş öyküm vardı ama kimseye okutmamıştım. Bu internet forumu biçimindeki muhteşem kulüp önümde kocaman bir yol açtı ve sonrası çorap söküğü gibi geldi.

Sizce “iyi yazar”ın tanımı nedir?

İyi yazar’a erişmek için birçok etmen var bence. Birincisi, iyi bir ‘hikâyeci’ olmak lazım. Yani binlerce yıl önce kabileler hâlinde yaşadığımız dönemlerde geceleri insanları ateş başında toplayıp ağızlarını açık bırakan o hikâyecinin kanına, ruhuna sahip olmaktan söz ediyorum. İkincisi, dil kullanımı çok önemli ve bu becerinin olgunlaşması gerçekten uzun sürüyor. Çılgınca okumak ve yazmak gerekiyor. İmla kurallarıyla barışık olmak da şart tabii. Ardından çok iyi gözlemci ve biraz da araştırmacı kişiliğe sahip olmak büyük bir avantaj. Hayallerin içinde yüzüyor olmak ve fikirler üretmek elbette önemli ama bunları okunabilir hâle getirmek için gerçeklikle harmanlamak ve bunu yaparken inandırıcı olmak gerek.

Yine de bana kalırsa “iyi yazar” kolayca formüle edilebilecek bir şey değil.

Yazmakla ilgili herhangi bir metodunuz var mı? (Belirli saatlerde yazma ya da gündelik kelime hedefleri vb.)

Yazmak benim doğal bir parçam gibi. Her an her yerde yazabilirim. Kendimi zorlamama, bir ritüel oturtmama gerek kalmıyor. Tanıdığım birçok yazara nazaran bu konuda gerçekten çok şanslıyım. Gecenin bir yarısı kalkıp aklıma gelen bir paragrafı yazabilir ya da yolda yürürken cep telefonumun klavyesini bile -zorlansam da- bu iş için kullanabilirim.

Böyle deyince aşırı üretkenmişim gibi oldu ama zihinsel manada epey yorucu bir meslekle iştigal ettiğim için (özel bir bankanın BT’sindeyim) arzu ettiğim kadar sürekli yazabildiğimi söyleyemem.

Bilimkurgu yazarı olarak, bilimkurgu edebiyatı hakkında düşünceleriniz nelerdir? Sizce “İyi bilimkurgu iyi edebiyattır” sözü ne anlam ifade ediyor?

Üzerine tez yazılabilecek bir soru. Daha önce de belirttiğim gibi bilhassa spekülatif kurgu tarafındaki her türe dokunmuşluğum var ama nihayetinde kendimi bilimkurguda buldum. Çünkü günümüzü ve geçmişi ele alan tüm türlerin gelecekteki hâllerini kapsayan çok büyük bir tür bu. Edebiyatın geleceği, bilimkurgunun ta kendisi.

Orkun Uçar’ın öncülüğünü yaptığı ve birbirinden kıymetli yazarların yer aldığı Yüksek Doz Gelecek adlı seçkide Karavanlar Çağı romanınızla yer aldınız. Bahsi geçen esere nasıl dâhil oldunuz? Romanınızın yazım sürecinden ayrıca söz etmek ister misiniz?

Orkun Uçar’ın kurduğu Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü’nün, yazarlığımın olgunlaşmasında büyük rolü olduğundan bahsetmiştim. Orkun Uçar, kulüpten önce de özellikle Asi kitabıyla yerli idollerimden biriydi. Kalemindeki akıcılık, kurgularındaki zekâ ve lezzetli dili, kendi yazarlığım için de en öne koyduğum tüm özellikleri sergiliyordu. Böyle bir fırsat oluşunca Yüksek Doz Gelecek projesine katılmamam imkânsızdı. Çok sayıda yazarla başladık ve proje uzun bir sürece yayıldı. Hedefimiz güneş sisteminin kendimiz için seçtiğimiz bir bölgesinde geçen novellalar yazmaktı. Nihayetinde beş yetkin eser bir araya geldi ve her birimizin yoğun emek sarf ettiği bir editörlük sürecinin ardından Altın Kitaplar etiketiyle raflara çıktı. Bence efsane bir iş oldu. İleride bulunması daha da zorlaşınca her bilimkurgu hayranının elinde olmasını isteyeceği, çok değerli bir eser hâline gelecek.

İstanbulTanrıları

Yerli bilimkurgu edebiyatına Suçun Altın Devri isimli kıymetli bir eser kazandırdınız. Yazarken özellikle tercih ettiğiniz bir alt tür var mı?

Suçun Altın Devri, Türkçede pek yapılmamış bir işe girişiyor. Polisiye ile bilimkurguyu harmanlayıp ‘distopik bir yakın gelecek polisiyesi’ sunuyor. “Deepfake teknolojisinin gelişmesiyle sahte kanıtlar gerçeğinden ayırt edilemez hâle gelirse ne olur?” sorusuna yanıt arıyor. Suçun Altın Devri, edebiyatın iki apayrı türünü eşit şekilde bir araya getirmeyi başardı. Bu biraz benim edebiyat tarzımı da yansıtıyor. Kendimi genelde bilimkurgucu olarak görsem de suç, fantastik kurgu, aksiyon gibi tarzlara sık sık kayıyorum.

Laplace’ın Son Şeytanı kitabıyla başlayan İstanbul Tanrıları serisi epey güçlü bir kurgu içeriyor. Genel itibariyle serinin bugünü ve geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

İstanbul Tanrıları’nın gelişimi çok geniş bir zamana yayıldı. 2013 yılında yazmaya, ondan çok daha öncesinde kafamda kurmaya başlamıştım. Yerli bir süperkahraman evreni yaratmayı hep çok istemişimdir. Çocukken defterlerime kendi uydurduğum süperkahramanları çizdiğimi çok net hatırlıyorum. İstanbul Tanrıları bu hayalimi gerçekleştirmek için son derece uygun bir formata sahip. Altı farklı karakterin ayrı ayrı öykülerini okurken bir yandan da hepsini birleştirecek büyük hikâyeye adım adım yaklaşıyoruz.

Bu serinin bitişiyle ilgili bir öngörüm yok. Üç cildin yazımı tamamlanmış durumda. Dördüncü cilt üzerine çalışmaya başladım. Yakın aralıklarla yeni ciltlerin de yayımlanmasını bekliyorum.

Yeni çalışmalar var mı? Varsa bahsetmek ister misiniz?

Öncelikle az önce belirttiğim gibi İstanbul Tanrıları’nın devam ciltleri geliyor. Tanıdık karakterlerin hikâyeleri devam ederken yeni süper kahramanlarla da tanışacağız.

Enceladus Kıyameti adıyla bir uzay operası kaleme aldım. O kitabın yayım süreci başladı. 2023 ortalarında raflarda olmasını bekliyorum. Öte yandan Yüksek Doz Gelecek’teki Karavanlar Çağı’nı romana uyarlıyorum. Ayrıca öykü tarafında da boş durmuyorum. Önümüzdeki yıla damgasını vuracağına inandığım, çok kaliteli kalemlerin katıldığı bir seçkiye katkıda bulundum.

Bunlar yetmezmiş gibi bir fantastik kurgu projem ve Suçun Altın Devri evrenini genişletme yönünde çalışmalarım var. Fakat daha uzun vadeli işler. Hayat ne getirir, bilinmez.

Son olarak okurlarımıza söylemek yahut eklemek istediğiniz şey var mı?

Yerli edebiyatın hâlihazırda çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Derin bir edebi altyapımız ve bunu besleyen -tıpkı Türk mutfağı gibi- inanılmaz çeşitlilik barındıran bir kültürümüz var. Son yıllara kadar edebiyatımızın spekülatif kurgu bacağı biraz daha geride kalmıştı ama bence çok güçlü şekilde geliyor. Bu yükselişin bir parçası olabiliyorsam ne mutlu bana.

Son cümlem şu olsun: Bilimkurgu, gelecektir!

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

tuhaf bir kivilcim kapak

Fahrenheit 451’e Saygı Duruşu: Tuhaf Bir Kıvılcım

Ray Bradbury, bundan tam yetmiş sene önce kendisiyle özdeşleşecek ve bilimkurguda başı çeken eserlerden biri …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin