Öncelikle sizi okur yönünüzle tanımak isteriz. Kitaplarla nasıl tanıştınız acaba?
İlk olarak çizgi romanlarla okuma alışkanlığı kazandım. Çocukluğumda Teksas, Tommiks, Zagor, Mister No, Mandrake, Kızıl Maske, Kaptan Swing falan okuyordum. Bazı maceralarında bilimkurgusal konular da vardı. Ayrıca Tercüman ve Milliyet Çocuk da takip ettiğim yayınlar arasındaydı. Para biriktirip aldığım ilk kitap Mark Twain’in Tow Sawyer’ıydı.
Ayrıca ortaokulda, kütüphane gezimizde Okat Yayınevi’nin bilimkurgu serisindeki “Uzaydan Gelen Ajan” adlı kitabı almıştım. O da beni çok etkilemişti. Çocukluğum ve ergenliğimde TRT tek kanaldı, internet, bilgisayar hayatımıza girmemişti, o nedenle çok fazla okuyordum. Günde birkaç roman bitirdiğim olurdu. Tür fark etmeden elime ne geçerse okurdum. Örneğin bir komşumuz iki koli Barbara Cartland romanı vermişti. Onları da bir haftada bitirmiştim.
Sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdir?
Bu soruya net olarak Isaac Asimov ve Stephen King diye cevap verebilirim. Bir arkadaşımın kütüphanesinde Isaac Asimov’un “İmparatorluk” kitabıyla karşılaştım. (Yani Vakıf)… Kitaptaki psiko-tarih bilimi beni çok etkiledi. Zekâ ve stratejinin güçten daha önemli olduğunu anladım. Hayat boyu yaşamıma uyguladım.
Stephen King ise hayal gücümü nasıl değerlendirebileceğim konusunda bana ufuk açtı. Yazarlığı meslek olarak düşünmemi sağladı. Ortaokuldayken sınıfımdan bir kız gelip bana Stephen King’in “Tepki” kitabını verdi. “Neden?” diye sorduğumda, bir gün yazar olacağımı düşündüğünü söyledi. Bu da hoşuma gidecek bir romanmış. Şaşırmıştım zira hiçbir yazmışlığım yoktu. Ama o kız haklıymış gördüğünüz gibi.
Okur kimliğiniz size hayata dair neler kattı?
Katmak bir yana tümden etkiledi. Dediğim gibi hayatımı psiko-tarih üzerine şekillendirdim. Okuldaki tarih dersine başka gözle baktım. Bazı savaşları kazanmak yenilgiydi mesela, büyüklük önemli değildi, ordular değil zekâ ve strateji önemliydi. Bu sayede Osmanlı tarihini tersten okudum diyebilirim. Ne kadar başarısız olduklarını görebiliyordum.
Ayrıca fiziksel olarak da etkiledi. Çok okuduğum için gözüm 8.30 derece miyop oldu. Futbol oynardım, gözlük terden kaydığı için zevk almaz oldum, bu da daha çok okumamı sağladı.
Şimdi de müsaadenizle yazar yönünüzü tanıyalım istiyoruz. Metal Fırtına serisiyle oldukça geniş kitlelere ulaşmayı başardınız. Yazarlığa başlama sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Ben yazmaya erken yaşlarda başlayanlardan değilim. Üniversite birinci sınıfa kadar belki bir sayfa kompozisyon yazmışımdır. Üniversitede bir gece uyku tutmadı, kalkıp “Çakı” diye bir öykü yazdım. Yaşlanıp, tekerlekli sandalyeye bağlı kalan bir işkenceci vardı. Torununa işkence yapmayı öğretiyordu. Çocuk da onu öldürüyordu. Bu öyküyü el yazısıyla yazmıştım ama el yazım çok kötüydü. Üniversitede okurken Hürriyet Gösteri’de işe girmiştim. Oradaki maaşım ile daktilo aldım.
Sattığım ilk öykü ile kendime pizza ısmarladım. Benim için büyülü bir andı. Düşünsenize, hayal gücümü somut bir şeye dönüştürmüştüm. E = MC2 kadar önemli bir formüldü. Ama profesyonel yazarlığa geçişim 31 yaşında oldu.
1999 yılında Nostromo Bilimkurgu dergisi bir öykü yarışması düzenledi. Ben o sırada dört-beş yıldır yazmayı bırakmıştım. O yıllarda yayınevleri tek tük Türk yazar basıyordu. Yazsam bile basılmaz diye bakıyordum. Yarışmanın birincisine verilen sınırlı üretim H.R. Giger desenli saati kazanmak için yazarlığa döndüm ve kazandım. 2000 yılındaki ekonomik krizde de işsiz kalınca, aldığım birinciliğin verdiği motivasyonla profesyonel yazar olmaya karar verdim.
Sizce “iyi yazar”ın tanımı nedir?
Bence iyi yazar iyi öykücüdür. Mağara devrinde öykü anlatan atalarımızla aynı hamurdanız. Yazı, anlatım dili sonradan geldi. Ben bu nedenle en büyük önemi iyi bir konuyu, güzel bir kurguyla anlatmaya önem veririm.
Yazmakla ilgili herhangi bir metodunuz var mı? (Belirli saatlerde yazma ya da gündelik kelime hedefleri v.b.)
Geceleri yazmayı seviyorum. Bir de yazmaya başladıktan sonra öykü veya romanı ara vermeden bitirmeliyim. Ara verirsem uzun sürüyor. Mesela öykülerimi tek oturuşta yazarım. Romanlarda da bitirene kadar her gün ara vermeden yazmam lazım. Bazen araya başka iş girince dönmem zor oluyor.
Yazarken özellikle tercih ettiğiniz bir alt tür var mı?
Fantastik, bilimkurgu, siberpunk, korku, aksiyon yazmayı seviyorum.
Bilimkurgu yazarı olarak, bilimkurgu edebiyatı hakkında düşünceleriniz nelerdir? Sizce “İyi bilimkurgu iyi edebiyattır” sözü ne anlam ifade ediyor?
Kısa süre önce “Yapay Zekâ Üzerine Konuşmalıyız” diye bir yapım seyrettim. Orada bir konuşmacı, “Tür olarak gelecek planımız yok, bu inanılmaz. Bilimkurgu bir açıdan bunu sağlıyor,” gibi bir şey demişti. İşte bilimkurgu bu kadar önemli; insanlığın rehberi…
Bilimkurgu edebiyat olarak kalmadı, şu anda yaşadığımız dünya, bilimkurgunun inşa ettiği dünya. Yani bence, “İyi bilimkurgu iyi edebiyattır”ın ötesinde bir gerçeklik yaşıyoruz.
Absentium ve Kült gibi eserleriniz dışında Derzulya serisini de kaleme aldınız. Gelen yorumlar beklentinizi karşıladı mı?
Evet fazlasıyla karşıladı ama ben yazarlığa başladığımdan beri ilk olarak “Okumak istediğim öykü ve romanları” yazdığım için okur yorumlarına göre hareket etmiyorum veya motivasyonum o değil. Ölmeden mümkün olduğu kadar yazmak istiyorum.
Yüksek Doz Çürüyüş ve Yüksek Doz Gelecek ile farklı birer yapıt ortaya koydunuz. Fikri ortaya çıkışı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Mutant Serçe adlı YouTube üzerinde yayımlanan bir programa katılmıştım. Orada Xasiork döneminden bahsederken ortak bir proje fikri çıktı. Yazarlar, “Güneş Sistemi”nde geçen kısa romanlar yazsın dedik. Projeye 25 yazar katıldı ama zamanla kendi ayrılanlar ve elenenlerle beş yazardan beş kısa romana kaldık. Bu Yüksek Doz Gelecek oldu. İki buçuk yıl sürdü.
Bu proje zevkli olunca distopya üzerine tekrarladık. 20 yazar katıldı, yine ayrılan ve elenenlerle beş yazar finale ulaştı. Bu da Yüksek Doz Çürüyüş oldu.
Bu iki kitap olağanüstü oldu ama ilk baskıları bile zor sattı. Bu da Türk okur kitlesinin ayıbı olsun.
Bu iki kitap sonrası Altın Kitaplar’dan ayrıldığım için proje sonlandı.
Yeni dosya çalışmaları var mı? Varsa bahsetmek ister misiniz?
“Opus” adlı bir dosyam hâlihazırda var, Derzulya serimden “Asa – Gri Tanrı”yı yazıyorum ama henüz yayınevi anlaşmam yok. Görüşmelerim oluyor ama ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik krizden yayın sektörü de etkilendiği için henüz sonuca ulaşmadım. Çok da panik yapmıyorum, yayınevi bulamazsam yazar yazar yazdıklarımı okurum, bir kenara koyarım veya bir gün kendi yayınevimi kurmak için para biriktiririm. Benim açımdan sorun olmaz.
Son olarak okurlarımıza söylemek yahut eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Günümüz şartlarında kitap okumak çok zorlaştı. Artan kitap fiyatlarından değil “bildirimler”den bahsediyorum. Dediğim gibi çocukluğumda günde birkaç saat yayın yapan TRT vardı. Kitap okurken radyo dinlerdim. Şimdi okumayı bölecek çok şey var. İnsanlar telefona bakmadan duramıyor. Yani okuma alışkanlığınızı kaybetmeyin, bildirim seslerini kapatın demek istiyorum.