Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.
Benim için büyük bir zevk Emre. Röportaj teklifi için ben de teşekkür ederim.
İlk olarak sizi okur yönünüzle tanımak isteriz. Kitaplarla nasıl tanıştınız acaba?
Yazın dünyasının içinde bir şekilde yer alan herkes için temel mesele iyi bir okur olabilmektir. Kendimi her şeyden önce iyi bir okur olarak görmek isterim ve bu anlamda okuma eyleminde nicelikten öte niteliğe önem veririm. Satırlardaki anlamı görmek ve onu kendi düşünce süzgecimden geçirmek, bazen yorumlamak bir öykü yazmak kadar tatmin edici gelir bana. Hepimiz muhtemelen etkileyici öyküler veya parlak düşüncelerle karşılaşarak yazma cesaretini elde ettik. Okur olmak da tıpkı yazmak gibi bir süreç içerisinde kendini yenileyen ve geliştiren özelliğe sahip. Zaman geçer, tecrübeler artar ve okuma eylemimiz başladığımız yerin çok ötesine ulaşır.
Kendimize yakın bulduğumuz türler değişir; yazarlar, fikirler keşfederiz ve açılan her yeni pencere bizi her defasında şaşkınlığa uğratır.Kitapların böylesine sihirli dünyaları vardır. Sınırsız düşünce evrenlerinde gezmemize olanak sağlayan, her biri farklı bir sisteme sahip iyi yazarları okumaya ne yazık ki ömrümüz yetmez. Bu yüzden bir yerden sonra seçici davranırız, bazen kurgusal eserlere bazen de düşünceye yoğunlaşırız. Kitaplar keşfetme heyecanımızı sonsuza dek beslediği için okuma eylemi vazgeçilmezimiz olur.
Kitaplar okumayı öğrendiğim andan itibaren her zaman hayatımdaydı. Yazarların, türlerin ve düşüncelerin pek de farkında olmadığım yaşlarda okumayı keyif verici bir eylem olarak görüyordum. Eğitim hayatımdaki ilerlemeye paralel olarak yaptığım okumalar çeşitlendi, böylece kendi beğenilerimi ve düşüncelerime yakın olanları da keşfetmeye başladım. Okumak benim için bilinçli bir tercihe dönüştüğü andan itibaren daha da anlamlı bir hâle geldi.
Sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdir?
Yazarlar da genelde hayatımızdan bir film şeridi gibi geçerler. Kimi ilk adımımızı atmamıza yardımcı olur ancak sonrasında raflarda unutulur. Popüler romanlar birçok kişi için genelde okumaya açılan ilk duraklardır. Bana kalırsa önemli olan o durakta çok fazla vakit kaybetmemektir. Okuma eyleminde hem anlamı hem de keyfi artıracak asıl kısım kelimelerdeki estetiği yakalayınca ortaya çıkıyor. Bu belki de bir tercih meselesidir.
Jules Verne romanları ve Sherlock Holmes öykülerinin okumaya bağlanmam üzerinde büyük etkisi oldu. İlk anda genelde hayal gücüne odaklanmıştım, zekice işlenmiş kurgular bana inanılmaz keyif veriyordu. Tabii bu noktada Edgar Allan Poe’dan bahsetmemem imkânsız, çünkü onun okuduğum her yeni öyküsünde bir okur olarak bana hissettirdiklerini tarif etmem şu anda bile zordur. Ayrıca Kafka’yı da yaşadığımız ve belli bir zaman sonra idrak edebildiğim bu korku çağını etkileyici bir atmosferle ele aldığı için eklemeliyim.
Bu yazarlar benim için yolun başıydı ve devam etmemi sağladılar. Gelişme kısmında herkesin aşina olduğu bir sürü ismi yinelemeyi gerekli görmüyorum. Popüler bilim kitapları, denemeler ve biyografilere son yıllarda daha fazla yoğunlaştığımı söyleyebilirim. Bunun dışında dünya edebiyatının demeyelim de öykü anlatma geleneğinin temel izleklerini tekrar tekrar okumak, yazarlarda onların izlerini sürmek bana ayrı bir heyecan veriyor.
Ancak yine de ilk başlardaki o hayal gücü etkisinin üzerimden hiçbir zaman yok olmadığını ve bilimkurgunun gücünü bu şekilde fark edebildiğimi söyleyebilirim.
Okur kimliğiniz size hayata dair neler kattı?
Kitapların hayatımın önemli bir parçası hâline gelmesini sağladı en başta. Kitaplığıma şöyle bir baktığımda kelimelerle yaptığım yolculuğu görebiliyorum ve bu durum bana memnuniyet veriyor. Satırların altını çizerek, sayfanın sağına soluna not alarak okuyan biri olarak yıllar önce elime aldığım o kitabın bana hissettirdiklerine göz atabilmek bazen tuhaf bir duygu yaratıyor.
Okuma eylemi kişinin kendisine özeldir. Buradaki tek beklenti düşüncelerde ulaşılmak istenen noktaya doğru kendine özgü bir yolculuğa çıkmaktır. Ancak çıktığınız o yolculuklar sizi başka yerlere de ulaştırır, siz farkında değilsinizdir aslında, öyle bir amacınız da yoktur. Sizinle aynı heyecanı paylaşan diğerleriyle bir mıknatıslanma etkisi yaşarsınız ve ister istemez bir araya gelirsiniz.
Yol boyunca tanıştığınız yazarlar size dünyanın farklı köşelerini de tanıtırlar aslında. O kültürleri derinlemesine görme şansı yakalarsınız. Bazen bir zaman yolculuğuna çıkmış gibi hissedersiniz. Okuma eylemi farklı tutkuları tetikler ve sadece bir sırt çantasıyla bilmediğiniz yerlere doğru yolculuğa çıkmanıza neden olabilir. Okuma eylemi, bitmek bilmeyen bir merak duygusu içinde sizi daima bir şeyler aramaya zorlar.
Kitaplar her şey değildir tabii ama çok şey katabilir. Türler, konular, kurgular farklı olsa da asıl önemli olanın insanı anlatmak ve anlamak olduğunu gösterir kitaplar.
Şimdi de müsaadenizle yazar yönünüzü tanıyalım istiyoruz. Yazarlığa başlama sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Yazmak okur olmanın doğal bir sonucudur. Tabii bu çıkarımım edebi metinler için söz konusu. Okumak kişiyi düşünmeye teşvik eden bir eylem. Olayları, davranışları, sebep ve sonuçları her zamankinden farklı bir bakış ve gözle görmeye katkı sağlar. Bir zaman sonra okur olarak siz de çevrenizde, dünyada olan bitene karşı söyleyecek bir sözünüz olduğunu düşünür ve kendi yöntemlerinizi uygulamak istersiniz. Başlarda belki de sadece bir hevestir, öykünmedir. Her şeye rağmen yazmak, bana kalırsa cesurca atılmış bir adımdır.
Yazma maceram benzer süreçlerle başladı. Yazmaya niyetlendiğim, buna rağmen yazamadığım zamanlarda okumaya devam etmek benim için kaçınılmazdı. Okur olarak olgunlaşmak, düşünce ve yazarlık anlamında da olgunlaşmayı beraberinde getiriyor. Galiba Thomas Bernhard’la tanışmam yazmak konusunda beni ciddi ciddi düşündürmüştü. Evrenin doğası, galaksiler, yıldızlar, gezegenler, gelecek hakkında düşünmeyi ve öyküler yaratmayı seviyorum. Doris Lessing gibi ben de bilimkurgunun edebiyatın en özgün dalı olduğuna inanıyorum. Ancak son yıllarda iş okuma kısmına geldiğinde artık daha az kurgusal eserlere yöneliyorum.
Sizce “iyi yazar”ın tanımı nedir?
Böyle bir tanımlama yapabileceğimi sanmıyorum. Edebiyat nesnel bir alan değil, bence tamamen öznel, genelde tüm sorunlar da buradan çıkıyor. Yine de klasikler var tabii. Klasikler diğerleri için bir ölçüt değeri taşıdıklarından klasiktir, eski olduklarından değil. Öyleyse iyi yazar veya edebiyatın şifrelerini belki de klasiklerde aramak doğru olabilir. İyi yazar kimdir sorusuna cevap vermekte zorlansam da okumayı tercih edeceğim yazar ve kitaplar mevcut. Özgün bir konu, kendine has bir üslup, gerçekçi karakterler üçgeninin en az ikisini başarıyla uygulayabilmiş bir yazar bana kalırsa okunabilir bir yazardır.
Yazmakla ilgili herhangi bir metodunuz var mı? (Belirli saatlerde yazma ya da gündelik kelime hedefleri v.b.)
Tam zamanlı bir yazar olmadığım için açıkçası belirli bir yazma ritüelim yok. Bana lazım olan tek şey uygun bir zaman. Bu anlamda ortamın nasıl olduğunu pek önemsemiyorum. Yine de öğleden önce yazmak bana her zaman daha kolay ve akıcı geliyor. Kelime konusunda kesin bir sayı vermek isterdim. Günde üç yüz iyi kelime bile bence harika bir hedeftir, keşke bunu yapabilseydim. Maalesef yazmak dışında yerine getirmemiz gereken birtakım sorumluluklarımız var, bunlar hayatımızı devam ettirebilmemiz için gerekli. Maalesef enerjimizin çoğunu alıp götüren şeyler. Bir de yaşadığımız dünya, ülke; olan bitenler bazen insanı ikilemde bırakıyor.
Stefan Zweig müthiş biyografisi Rotterdamlı Erasmus’ta Goethe’den örnek verir. Napoleon savaşlarının cehennem atmosferinde bu büyük yazarın kendi iç dünyasına kapanıp eserleri üzerinde çalıştığını söyler. Sanırım bu çağda böyle bir kapanma pek mümkün değil.
Yazarken özellikle tercih ettiğiniz bir alt tür var mı?
Yaşadığımız dünyada olan biteni değerlendirmek, sebep-sonuç ilişkisi üzerine geleceği düşünmek yazma motivasyonuma doğrudan etki ediyor. Evrenin şifreleri üzerine yapılan bilimsel çalışmaları -anlayabildiğim kadarıyla- takip etmek de gelecek öngörüleri için kurgusal tetiklemeler sağlıyor. Bu nedenle uzun zamandır sadece bilimkurgu üzerine yazmaya çalışıyorum. Elektrik-Elektronik alanında lisans eğitimi almış biri olarak işin teknik kısmıyla ilgili düşünmek de bana keyif veriyor.
Bilimkurgu yazarı olarak, bilimkurgu edebiyatı hakkında düşünceleriniz nelerdir? Sizce “İyi bilimkurgu iyi edebiyattır” sözü ne anlam ifade etmektedir?
Bilimkurgu her şeyden önce yaratıcı zekaya sahiptir ve hayal gücünü keskinleştirir. Bununla birlikte tüm o teknolojik yapılar ve gelecek tasvirlerine rağmen ince anlamlara da sahiptir. Bilimkurgunun en sevdiğim kısmı öngörüde bulunabilmesi ve bunu da yaşadığımız dünya için bir uyarı sinyali olarak aktarabilmesidir. Şu an distopyaların böylesine yoğun okunmasının nedeni günümüzle benzerlik gösteren o tasvirler ve öngörüleridir. Gerçekçi, toplumcu diye ayrılan ve edebi olarak nitelenen eserlerden farklı olarak bilimkurgu insanın, toplumun ve dünyanın değişimine daha iyi ayak uydurabiliyor ve en az diğer türler kadar önem taşıdığı için edebiyatı da değiştiriyor.
İyi bilimkurgu iyi edebiyattır sözü anlamlı. Bu aslında tüm edebi eserler için geçerlidir. İyi roman iyi edebiyattır, bilimkurgu da buna dahildir. Bilimkurguyu örneğin sadece bir macera, aksiyon olarak değerlendirmek büyük bir yanılgıya neden olur ve ondaki benzersiz ve değerli örnekleri görmeye engel olur. Nobel ödüllü yazar Doris Lessing’in Argos’taki Kanopus Arşivleri serisi her bir kitabıyla katman katmandır ve hem kurgusu hem de anlatı yöntemleriyle çok güçlü bir eserdir. Yine Nobel edebiyat ödülü sahibi Kazuo Ishiguro’nun bilimkurguya yakın durduğunu biliyoruz. Son çıkan romanı Klara ile Güneş’te bunu tekrar gördük. Demek ki edebiyat dünyasının en prestijli ödülünü alan yazarlar da bilimkurgunun vizyonunu kullanmaktan geri durmuyorlar ve bunu bir ihtiyaç olarak görüyorlar. Ayrıca bana göre günümüzün en yetenekli bilimkurgu yazarı olan Ted Chiang’in eserlerinde koca bir edebiyat dünyasının çoğu parıltılı dokunuşlarını görmek mümkündür.
İllet adlı romanınızda İstanbul’da yaşanan bir salgını işlediniz. Pandemi sonrasında da kurgunun gerçeğe dönüştüğüne hep birlikte tanık olduk. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Bu soru pandemiden sonra sıkça karşıma çıktı. İllet İstanbul’u saran bir kolera salgınını ele alan, tarihsel gerçeklerden beslenen ancak daha çok hayal gücü etkisiyle günümüzü ele alan bir roman. Daha önce bir salgın tecrübem olmadığı için, yani direkt bir salgın ortamında bulunmadığımdan yazarken birtakım ikilimlere sahiptim. En basitinden örnek vermem gerekirse salgının İstanbul’a etkisini, insan kayıplarını abartıyor muyum acaba diye düşündüğüm çok oldu
Gelgelelim Covid-19 tüm beklentileri, düşünceleri yerle bir etti. Salgınlarda genelde benzer manzaralar yaşanır, karantina ve hijyen önlemleri ve yasaklar gibi. Bunların hepsi İllet’te de yer alıyordu. Sokaklardaki o karantina tenhalığını, maske ve eldivenle gezen insanları, ambulans seslerini romanımda tasvir etmiş olsam da gerçeğini yaşama ihtimalini düşünemezdim. Ancak bir kez daha kanıtlandı ki gerçek, düşünülen veya düşünülebilecek tüm kurgulardan daha korkutucudur.
Yeni dosya çalışmaları var mı? Varsa bahsetmek ister misiniz?
Birkaç yıldır bekleyen ve maalesef pandemiyle birlikte tek bir kelime dahi ekleyemediğim, kırk bin kelimelik kısmı yani yarısından fazlası tamamlanmış bir roman çalışmam var, adı Risk Endüstrisi. Bu yazın sonuna kadar onu bitirmeyi düşünüyorum. Risk Endüstrisi’nden önce yazmaya başlayıp beklettiğim, ismi Homeros Saptantısı olan bir çalışmam daha var ama onu ne zaman bitiririm bilemiyorum. Bunun haricinde kısa öyküler yazmaya devam ediyorum.
Son olarak okurlarımıza söylemek yahut eklemek istediğiniz şey var mı?
Herkese düşlerini yaşayabilmeyi diliyorum. En azından yaşayamasak bile yazarak yaşatabiliriz belki.