Hayatta bazen tüm kapılar yüzünüze kapanır. Ancak tam bitti derken mucizevi bir şey olur ve hiç beklenmedik bir el imdadınıza yetişiverir. Tıpkı yönetmenliğini Matthew Robbins‘ın, yapımcılığını ise Steven Spielberg‘ün üstlendiği Batteries Not Included filminde olduğu gibi. Apartman sakinleri, büyük bir gayrimenkul sahibinin inşaat planından ötürü evlerinden çıkarılmak istenmektedir. Çevrelerindeki birçok bina boşaltılmış ve yıkılmıştır. Evlerini boşaltmaya yanaşmayanlarsa küçük çetelerin şiddetiyle yıldırılmaya çalışılmaktadır. Ancak bölgedeki son apartmanın sakinleri tüm baskılara rağmen direnmeyi sürdürmektedir. Binanın girişinde restoran işleten yaşlı Frank ve Faye çifti, ressam Mason, eski boksör Harry ve gezici bir müzisyenden çocuk bekleyen Marisa, direnişin odağındaki isimlerdir. Michael Carmine’ın canlandırdığı Carlos karakteri ise, direnişi kırmaya ve apartman sakinlerine gözdağı vermeye çalışan çetenin elebaşı olarak karşımıza çıkar.
Film ilerledikçe hem karakterlere ısınmaya başlar, hem de hüzünlerine ve düş kırıklıklarına şahit oluruz. Örneğin Frank-Faye çifti, trafik kazasında çocuklarını yitirmiş acılı bir anne babadır. Ressam Mason, sanatının takdir edilmemesinden hoşnutsuz saplantılı bir sanatçıdır. Marisa, uçarı, hayalperest ve duygusaldır. Karnında çocuğunu taşıdığı müzisyen sevgilisine karşı iyimserliği, yer yer saflıkla karıştırılabilecek raddededir. Eski boksör Harry, en büyük eğlencesi reklam izlemek olan pısırık, sessiz ve asosyal bir siyahidir. Çetenin elebaşı Carlos ise, hızlıca zengin olma hayalleri kuran hırslı ve çıkarcı bir gençtir. Varoştan kurtulmayı, hak ettiği refaha ulaşmayı amaçlarken kendi içinde de gelgitler yaşamaktadır.
Düğümün açılmaya başladığı nokta, içten söylenen bir dilek ve ziyaretçilerin gelişiyle olur. Bir gece ansızın beliren bu robotlar ya da minik uzaylıların seyahat taşıtları, apartman sakinlerinin hayatında köklü değişikliklere yol açar. Faye onları gördüğünden beri artık daha mutludur. Yılmanın eşiğinde olan Frank ise çok geçmeden kaybettiği direnme azmini geri kazanır. Fakat ressam Mason tedirgindir, çünkü bilinmeyen bu misafirlerin amacı konusunda bazı kuşkuları vardır. Oysa bu kuşkular yerini çok geçmeden umuda bırakacaktır. Çünkü gelenler iyidir. Onlara hayat enerjisi, yaşama gücü vermiştir. Geldikleri günden itibaren binayı tamire başlamışlardır. Üstelik bunun karşılığında istedikleri tek şey de biraz alet edevat ve elektriktir. Çatı katındaki güvercin yuvasını kendilerine mesken edinirler. Tabii onların varlığı, binanın yıkılması için uğraşanların hiç de hoşuna gitmez.
Filmin duygusal kırılma noktalarından biri de küçük mekanik ziyaretçilerimizin yavrulamasıyla ortaya çıkar. İki yavrunun doğumu sorunsuz şekilde olsa da, üçüncü yavru maalesef atıl hâlde dünyaya gelmiştir. Ancak o ana dek sessizliğini koruyan eski boksör Harry devreye girer ve “ölü doğan” yavruyu çalıştırmayı başarır. Bu eşikten sonra apartman sakinleri ve ziyaretçiler artık tek vücut olmuş gibidir. Hatta bu sevimli konukları Frank-Faye çiftinin restoranında çalışırken izler ve bin bir sakarlıkları karşısında tebessüm ederiz. Kısacası her şey yolunda gitmektedir. Ta ki Carlos’un ve patronlarının hain planına kadar…
Filmde ilginç zıtlıkların uyumuna şahit oluyoruz. Örneğin eski bir boksör olan Harry, iri yarı cüssesine rağmen son derece pasif bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Kendisine yönelik sergilenen şiddet karşısında bile bu tutumundan ödün vermiyor. Carlos ise onun tam zıttı bir tipleme. Cüsse olarak yarısı dahi etmese de, çok daha hırslı ve kinci. Harry şifa verirken, Carlos yıkım yaratmaya çalışıyor. Aşk da yine temel anlatı içinde bir diğer önemli unsur olarak işlenmiş. Riley çiftinin aşkı fedakarlık üzerine kurulu. Oğullarını kaybetmelerine ve sık sık fikir ayrılığına düşmelerine rağmen, birbirlerine olan saygılarını yitirmediklerini görüyoruz. Mason ile Marisa’ya ilham veren de bu fedakarlık oluyor. Mason sinirlenerek resimlerini camdan aşağı fırlattığında, onları gizlice sokaktan toplayıp kendi evine taşıyan Marisa’dan başkası değil. Marisa, acıya karşı gösterdiği vicdani yönüyle Mason’a sağlam bir ders veriyor. Zaten filmin temel mesajı da bu: Ders almak…
Filmde işlenen zıtlık, bina ve içinde yaşayan karakterler üzerinden de başarıyla veriliyor. Bina ayaktayken, karakterlerimiz yıkılmış hâldedir. Bina yıkıldığında ise karakterimizi güçlü ve dimdik ayakta buluruz. Sevimli ziyaretçilerimiz, aslında içten içe çürüyen bu bir avuç insana aile olmayı, birlikteliği, direnmeyi, savaşmayı öğretmiştir. Zaten verdiği bir röportajda Spielberg, Batteries Not Included ile Charles Dickens’in ünlü eseri A Carol Christmas tadında bir aile filmi amaçladıklarını belirtir.
Tüm bu sıcacık yanlarına rağmen filmin eksikleri de yok değil elbette. Etkisi ne kadar hoş ve sevimli olsa da, karakterlerin hikâyelerine derinlemesine yoğunlaşılamamış. Yine yer yer filmin akıcılığında da aksamalar göze çarpıyor. Bu anlarda bir çizgi film izliyormuşcasına ekrana bakmakla yetinebiliyoruz. Senaryo dışında, kamera açılarındaki yetersizlikler de beklentiyi yüksek tutmamak gerektiğine işaret ediyor. Ancak tüm bu aksaklıklar, popüler bir anlatım yönetimiyle verilen mesajın çekiciliğini baltalamaktan çok uzak.
Velhasıl kelam; yeni nesillerin yetişmesinde sinema ve televizyonun büyük roller üstlendiği günümüzde, şiddeti samimi bir dille kötüleyen, iyiliğin önemini ve değerini yalınlıkla aktarmayı bilen izlenesi bir yapım Batteries Not Included. Çünkü Hume’un da dediği gibi, “İyilik, iyiliğe maruz kalınarak ortaya çıkarılır”. Eğer çocuklarımıza iyi bir gelecek inşa edeceksek, her yerde bu fikri bir bayrak gibi yükseltmek zorundayız. En azından mutlu yarınlar için…