avatar-way-of-water

Avatar: Suyun Yolu’nda Kahraman Olmanın Bedeli

2022’nin bitimine çok az bir zaman kala vizyona giren Avatar: Suyun Yolu ile James Cameron 13 yıllık sessizliğini bozdu. 2009 yılında vizyona giren Avatar’ın devam filmi olan eser, izleyiciyi aksiyon dolu bir seyre davet ediyor. Blockbuster olarak ifade edilen ve neredeyse yarım milyar dolara ulaşan bütçesiyle yapım, Hollywood’daki en büyük bütçeli filmler arasında.

Gişe gelirinin yaklaşık 1.5 milyar dolara ulaştığı düşünülünce, en azından yatırılan paranın rahatlıkla geri alındığını görüyoruz. Peki, Avatar’ın yeni filminde bizi ne bekliyor? Ya da Cameron’ı yeni bir film yapmaya iten neydi?

Bir Hayatta Kalma Çabası mı?

Bir önceki filmden hatırlayacağımız gibi, Avatar yakın bir gelecekte insanlığın Pandora adı verilen bir gezegendeki kolonileşme/sömürgeleştirme çabalarını konu alıyordu. Açıkçası ilk filmin ABD’nin Irak işgali sonrasına gelmesi ve doğa/bilinçli varlık birliği yönündeki ekolojist perspektifi çok farklı okuma ve değerlendirmelere açıktı.  Bu yazımızda ilk filmi işgal ve direniş perspektifinden ele almıştık. Uygarlığımız uzayda uzak mesafeler arası yolculuk yaparken, ilginç bir gezegen insanlığın maden elde etme ve sömürgeleştirme açlığının merkezine yerleşiyordu.

Dünya’dan gönderilen ve genetik olarak eşleşmesi yapılan Jake Sully (Sam Worthington) gibi askerler, gezegenin kolonileştirmesi ve halkın köleleştirilmesinde piyon olarak kullanılıyordu. Sonunda Jake Sully bu gaddarca eyleme dayanamıyor, avatarını kullandığı Na’vi halkının tarafına geçiyor ve onlarla insan sömürgecilere karşı direnişi örgütlüyordu. İlk filmde gerçekleşen savaşın ardından insanların gezegenden sürgün edildiğini biliyoruz.

Avatar: Suyun Yolu insanlığın Dünya’daki durumu hakkında bilgimizi derinleştiriyor ve gezegenimizin neredeyse yaşanmaz hâle geldiğini, Pandora’nın ise insanlığın yeni evi olarak seçildiğini öğreniyoruz. Daha büyük bir güçle gezegen işgal edilirken, General Francis Ardmore (Edie Falco) yönetiminde bir önceki filmin baş kötülerinden Albay Miles Quaritch (Stephen Lang)‘ın hafızası ölmeden önce kaydedilerek bir avatara yükleniyor ve Jake Sully’yi öldürmek için gezegende görevlendiriliyor.

Jake Sully ise direnişin lideri olarak büyük bir saygınlığa sahip, hatta Neytiri’yle (Zoe Saldaña) birlikteliğini çocuklarla taçlandırıyor. Neteyam (Jamie Flatters), Lo’ak (Britain Dalton), Tuk (Trinity Jo-Li Bliss) ve Dr. Grace Augustine’in yeni avatarı olan Kiri (Sigourney Weaver) ile yaşamına devam ediyor. Yeni işgal karşısında direnişe geçen Sully ailesi, insanlığın artan baskısı karşısında bir süre sonra ne yapacağını bilemiyor. Dahası Jake Sully, Miles Quaritch’in peşinde olduğunu öğrendikten sonra klasik anlatılarda kahramana sunulan “maceraya çağrı”ya olumsuz bir yanıt veriyor.

Öte Dünya Sorunları

Bilindiği üzere, aslında bir kahramanı “kahraman” yapan öncelikle onun toplum, topluluk adına savaşma iradesi ve özgeci bir tutum takınarak fedakârlık sergilemesidir. Kahraman biraz da kendi kişisel gelişimini ve bilinçliliğini toplumun fayda ve çıkarını gözeterek sunabilen kişidir. Bu nedenle kahramana yapılan maceraya çağrı, gönülsüzce de olsa çıkılan bir yolculuğu ve dönüşümü ifade eder.

Filmde Jake Sully, kendine yapılan bu çağrıya ailesini korumak adına olumsuz yanıt veriyor. Liderlerinden biri olduğu topluluk için savaşmaktansa bu savaşın yenilgiyle son bulacağını düşünerek geri çekiliyor. Ailesinin itirazına rağmen Pandora gezegeninin adalarına, mizansen olarak Dünya’daki Karayipleri andıran bir bölgesine çekilip gizlenmeyi tercih ediyor.

Böylece filmin dramatik anlamda meşgul olduğu sorunlar da birden açığa çıkıyor. Bildiğiniz gibi Jake, marjinde yer alan ve insan kökeni dolayısıyla ister istemez “öteki” olarak yaşamak durumunda kalan biriydi. Çocukları da Na’vi halkının genetik özellikleri gözetildiğinde, onlara göre bir “ucube” gibi görünüyor. Sully ailesi, Metkayina klanına sığınmak için başvuru yaptığında başvuruları gönülsüzce de olsa kabul ediliyor, ancak bir yönüyle “iki kere” öteki olmak durumunda kalıyorlar. Dünyalı olmaları ve Na’vi halkları arasındaki kültürel farklardan dolayı büyük ölçüde ormanlık alana uyum sağlamanın getirdiği iklim ve coğrafi farklılık, onları zorlu bir kendini kabul ettirme ve “tanınma” arzusuyla donatıyor.

Ailemiz hızla okyanus halkının koşullarına adapte olurken yüzmeyi, denizin altında uzun süre kalmayı, deniz atlarına benzer yaratıklar üzerinde mücadele yürütmeyi öğrenmek durumunda. Filmin önemli bir kısmı bu uyum süreciyle geçiyor. Çocukları üzerinde aşırı kontrolcü baba kişiliğiyle Jake, sürekli alttan alan, onları yeni koşullara uyum sağlamaya zorlayan, özellikle ikinci çocuğuna karşı gaddarlık taslayan bir baba portresi çiziyor. Lo’ak ve Neteyam arasında Habil ile Kabil arasındaki kıskançlık krizinin bir benzeri dallanıp budaklanıyor.

Çocukların Büyüklere Söyleyeceği Söz

Avatar’ın, savaşı yeni bir mizansene taşıması dışında getirdiği esas yenilik bu motiflerde gizli. Dışlanan çocuk Lo’ak, tıpkı kendisi gibi “dışlanmış” Payakan adlı balina benzeri varlıkla dostluk kuruyor. Pasifist olmasına rağmen onları toplu bir saldırıya yönelten ve pek çoğunun ölümüne yol açan Payakan, sürgün yaşamı sürerken Lo’ak ile karşılaşıyor. Bunun yanı sıra Kiri ne kadar “ucube” gibi görünse de, Pandora’nın tinsel Gaia benzeri üst bilinciyle özel bir bağ kuruyor. Bu bağ dışarıdan bakan “bilim insanları” için epilepsi belirtisiyken, yerel iyileştiriciler içinse bir “yetenek”.

Film boyunca Jake ile Albay Quaritch arasında gerçekleşen son savaşa hazırlık yapılıyor. Aslında çocukların evreni tanımasına, kendi kimlik ve benliklerini keşfetmesine / icat etmesine tanık oluyoruz. Jake’nin kendisine sunulan önemli çağrıya olumsuz yanıt vermesini klasik Hollywood anlatıları için bir istisna olarak yorumlamak mümkün. Jake sıla özlemi ile yanıp tutuşurken kahraman olmanın ve evini, yurdunu savunmanın önemini elbette anlayacaktır. Film, büyüklerin bu erginleşmesinde çocuklara özel bir rol veriyor. Kaybedilenler herkesi dönüştürüyor. Kiri ve Lo’ak büyüklere kendi kaderlerini çizmede ne kadar ayrıcalıklı ve farklı olduğunu yeniden hatırlatıyor.

Son olarak Albay’ın, en azından yeni Na’vi görünümlü Albay Quaritch’in fahri çocuğu Spider nezdinde insan olmanın “merhamet”i de es geçilmiyor. Gerçekten de kötülere karşı ne yapmalıyız? Hele hele bu kötülerin varlığı pek çok masum insanın ölümüne neden olacaksa onları ölüme mi terk etmeli, yoksa kurtarmak için eyleme mi geçmeliyiz? Bu soru da Spider nezdinde bir hümanizma meselesi hâline getiriliyor ve Avatar 3 için de kapı aralanmış oluyor.

Toparlamak gerekirse Avatar: Suyun Yolu, savaşı yeni bir mekâna taşımak dışında görsellik, efektler ve sinematografi konusunda ilk filme büyük ölçüde benzemesine rağmen ahlaki ikilemler ve çocukların erişkinlerin dünyasına katılması hususunda yeni (aslında klasik anlatı için bilindik) şeyler de söylemeye çalışıyor. Dolayısıyla, Pandora’nın kutusundan çıkanlar hâlâ izleyiciyi cezbetmeyi sürdürüyor.

Önceki

Yazar: Mikail Boz

Ömrünün yarısını ne yapacağını, kalan yarısını da ne yaptığını düşünerek geçirmek istemeyen bir yersiz yurtsuz... Bilimkurguyu da bu yüzden seviyor...

İlginizi Çekebilir

sinema ve yapay zeka

Yapay Sinema

Çip teknolojisinin gelişimiyle birlikte 70’lerin ikinci yarsından sonra evlere girmeye başlayan “kişisel bilgisayarlar” büyük bir …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin