Büyük yapımcı şirketlerden bağımsız bilimkurgu filmi I Am Mother, ilk olarak 2019 Sundance Film Festivali’nde izleyici ile buluştu. Gelen olumlu tepkilerin ardından da Netflix dağıtım haklarını aldı ve geçtiğimiz hafta filmi yayımladı. I Am Mother, daha önce Legacy isimli bir kısa filmi ve Castaway dizisinin dört bölümünü yöneten Grant Sputore’nin ilk uzun metrajlı filmi. Yönetmenin etkilendikleri arasında Stanley Kubrick, Ridley Scott ve James Cameron gibi türün efsaneleri yer almasına rağmen, film onların yarattığı etkiyi yaratamıyor. İçinde barındırdığı büyük fikirler, güzel oyunculuk ve seslendirme ile izlemesi keyifli ama bitirici son darbeyi yapamamış bir film.
Film, gizemli bir şekilde insan nüfusunun sıfırlanması ile başlıyor. Anne robot (Filmde Rose Byrne tarafından seslendiriliyor), aktive olduktan sonra içinde bulunduğu tesiste yer alan binlerce embriyo ile insan türünü tekrar hayata döndürebilecek bir umut olarak karşımıza çıkıyor. Anne, ilk olarak tek bir embriyo seçerek görevine başlıyor ve bir kız bebeği büyüterek kendi ebeveynlik tarzını da geliştirmeye çalışıyor. Kız çocuğunu aktrist Clara Rugaard canlandırıyor. Filmin ilk bölümü bir robot ile bir kız çocuğu arasında gelişen duygusal bağı seyirciye de başarılı bir şekilde aktararak empati kurulmasını amaçlıyor. Çocuk ebeveyn ilişkisine getirdiği bakış açısı ile I Am Mother çeşitli soruları da peş peşe sıralıyor.
Film baştan sona kasvetli ve karanlık bir atmosferde geçtiği için izleyenleri sıkıntıya sokmaya başladığı noktada ergenliğe giren kızın daha fazla soru sorması, bildiği ortamın dışında nelerin olduğunu merak etmesiyle herkesin kafasına takılanları da yanıtlamaya çalışıyor. Bu yanıtlama çabasında izleyenlere tek taraflı bir bakış açısı sunulmuş. Genç kız ve izleyici sadece anne robotun anlattıkları sayesinde dışarısıyla ilgili bilgi sahibi oluyor. Yönetmen ve senaryo yazarlarından Sputore, birçok noktada izleyenlere standart bir ergen psikolojisi ortaya koyuyor. Genç kız bulunduğu yerden sıkılmış, ebeveynlerine veya var olan otoriteye karşı koymaya çalışan tipik birisi. Bu aşamada bir robot tarafından büyütülmek, sadece “Tonight Show”un eski bölümlerini izlemek, sürekli eğitim alıp çeşitli testlerden geçmek çok daha ilginç olabilecekken senaryoda çok basite indirgenmiş.
Filmin kırılma noktası, genç kızın dışarıda duyduğu sesler ve karşısına çıkan bir kadın (Hillary Swank) oluyor. Bu arada film boyunca izleyenlere hiç isim verilmiyor. Karakterler Anne, Kız ve Kadın olarak isimlendiriliyor. Yardım isteyen kadını içeri alan genç kızın hayatıyla birlikte izleyicinin de bakış açısı değişmeye başlıyor. Sürekli sorular soran ve bu soruları iki farklı şekilde cevaplayan film, hem genç kızı hem izleyenleri ikilemde bırakmayı başarıyor. Yönetmenin ve filmin en başarılı olduğu nokta ise görsel efektleri. Bağımsız şirketler tarafından ortaya konulan görsellik gayet tatmin edici. Çok az mekan gösterilse de I Am Mother ‘ın Anne’si ekranda hiç sırıtmıyor ve gerçekçiliğini hiçbir zaman kaybetmiyor. Bu filmdeki görsellik ve iddialı fikirler belki de yönetmen Grant Sputore’nin büyükler ligine atlamasına yol açabilecek kalitede.
Filmde Hillar Swank ve Clara Rugaard başarılı bir performans sergilemiş. 21 yaşındaki Clara Rugaard, senaryodaki tipik ergen karakter rolünde elinden gelenin en iyisini yapıyor ve filmin can damarı olarak karşımıza çıkıyor. Gizemli ve akıl sağlığından şüphe duyulan bir karakteri canlandıran Hillary Swank de yoğun duyguları başarılı bir şekilde hissetiriyor. Filme damgasını vuran ise Anne’nin sesi Rose Byrne. Kızın bebeklik zamanlarında şefkatli ancak robotik olan sesi, kadının aralarına katılmasıyla daha tehditkar oluyor. Ancak hiçbir zaman gerçek bir insan gibi tınlamıyor. İzleyenler her zaman sesin bir robota ait olduğunu anlayabiliyor. 2001: A Space Odyssey’in HAL 9000’inden sonra unutulmayanlar listesinde yer alması muhtemel.
İnsan olmanın ne olduğunu sorgulayan bir film için basit ve etkileyici olmayan bir sonla bitmiş olsa bile, bilimkurgu sevenlerin kesinlikle göz atması gereken bir yapım. Netflix Orijinal bilimkurgu içeriklerinin bir çoğundan iyi olabilecekken bitirici son vuruşu yapamaması en büyük eksiği. Ana hikaye potansiyelinin bir kısmı hiç kullanılmamış olsa da son dönemin kısır döngü içindeki bilimkurgu filmlerine iyi bir alternatif olabilir. Kısacası, büyük beklentilere girmeden keyifle izlenebilecek bir film I Am Mother. Sorduğu soruları cevaplamakta aceleci davranmamak ve sorular üzerine düşünmek kesinlikle güzel bir beyin jimnastiği olacaktır.