zone 414

Blade Runner’ın İzinde: Zone 414

Marlon Veidt, yapay zekâ ve robotik alanında yatırımları bulunan dahi bir milyarderdir. Veidt, Zone 414 (Bölge 414) adında özel bir yer oluşturmuştur ve bu özerk yerleşim alanında tasarladığı robotlarla insanların etkileşime geçmesini sağlamaktadır. Bu ticaret ağının üzerinde de devasa bir finansal yatırım ağı inşa etmiştir. Ancak arasının bozuk olduğu kızının söz konusu bölgede kaybolmasıyla işler değişir. Emekli polis David Carmichael‘ı kızını bulması için görevlendirir ve ona gelişmiş yapay zekâlı android Jane‘in yardım edebileceğini söyler ve böylece arayış başlar.

Yönetmenliğini Andrew Baird‘in üstlendiği yapımın senaryosu ise Titans dizisinden tanıdığımız Bryan Edward Hill‘e ait. Ayrıca başrollerinde Memento, Iron Man 3 gibi filmlerden aşina olduğumuz İngiliz aktör Guy Pearce, Vikings dizisinin Ragnar’ı Travis Fimmel ve Matilda Anna Ingrid Lutz yer alıyor.

Roboseksüelitenin yaygınlaştığı yakın bir çağdayız. Gizli fantezilerini gerçekleştirmek isteyen insanlar, devasa bir firmanın inşa ettiği şehirde, bu iş için programlanan robotlar sayesinde arzularını tatmin etmektedir. Her şeyin bu düzen üzerine kurulduğu şehir adeta bir suç merkezidir. Hâliyle her şey yasaların delindiği, yasak arzuların aşikar edildiği bir düzlemde geçiyor. Ancak filmin ilk sorunu da bu noktada ortaya çıkıyor. Film, başından itibaren kadın bedeni üzerinden anlatılan bir hikâye olmasına ve çıplaklık konusunda oldukça cüretkâr davranmasına rağmen, basit bir nefret ve cinsiyetçilikten ötesini söyleyemiyor. Yani, aslında güçlü bir alt metin fırsatını tepiyor; böylece yalnızca erkeklerin kadınlara karşı duyduğu nefreti ve belirsiz bir polisiye maceranın izlerini sunmakla yetiniyor.

Filmin bir diğer sorunu da bilimkurgusal öğelerin ve karakter gelişiminin birbirine bağlı ilerleyişinde gösterdiği aksaklıklar. Filmin henüz başında, “sentetikleri öldürmek kişiyi katil yapar mı?” sorusu soruluyor. David’in karşısına bir kadın çıkarılıyor ve belirsiz bir konuşmanın ardından kadını öldürüyor. Burada izleyici ister istemez David’in cinayet işlediğini düşünüyor ama sahnenin devamında ölenin sentetik bir robot olduğu ortaya çıkıyor. Böylece etik tartışmayı da başlatmış oluyor. Sahiden de bir robotu öldürmek kişiyi katil yapar mı? David bunu pek de umursuyor gibi görünmüyor. Zira hepsi birer oyuncak ve her oyuncak gibi oynanmak için varlar. Bu da David’in hareket noktasını ortaya koyuyor.

Ancak David’in bu hareket noktası ne yazık ki yeterince vurgulanamıyor. Kusursuz bir yapay zekâ olarak sunulan Jane’in “eşsiz” olarak tanımlanması bile bu durumda klişe bir hâle geliyor, cinsiyetçi şablonlar arasında yitip gidiyor. Burada yalnızca emekli polisin soğuk tavırları ve kurtarma görevi için seçilmesinden bahsetmiyoruz anlayacağınız; böylesine gelişmiş bir robotun zekâsının yalnızca seks robotu olarak kurtarılmaya muhtaç bir portreyle sunulması da senaryonun basit tekrarlara düşmesine yol açıyor. Halbuki böylesine bir başarının çok daha göz önüne çıkarılması, bilişsel tekilliğe ulaşmış robotun yeteneklerinin daha doyurucu bir biçimde aktarılması filmin kalitesini arttıracaktı hiç şüphesiz. Bu bağlamda büyük bir fırsatın tepildiğini söylemekte fayda var.

Öte yandan Jane’le tanışması karakter gelişimi bakımından olumlu birkaç adım imkanı veriyor. Gelişmiş bir yapay zekâ olan Jane, araştırması sırasında David’e yardım ediyor. Onun kayıp kızı bulması konusunda gerekli kişilerle görüşmesini sağlıyor. Bu kısım filmin polisiye bölümü ve bol bol siberpunk şehir dekorlarıyla baş başa bırakıyor bizleri. Fakat asıl dikkat çekici nokta Jane’le David arasında kurulan bağın zamanla değişimi. David robotların sıradan birer oyuncak olduğunu düşünürken, Jane’in duygularını fark edince yavaş yavaş bakış açısı değişmeye başlıyor. “Hissedebilen bir canlı yalnızca bir zevk aracı olamaz,” diyor ve hislerinin onu da insanlar kadar gerçek kıldığının farkına varıyor. Lakin filmin temel sorunu da burada ortaya çıkıyor.

Filmin başında bir kadın öldürülüyor. Devamında film boyunca kaçırılan Melissa‘ya dair rahatsız edici görüntüler dağınık biçimde gösteriliyor. Bunların hepsi bir amaca hizmet etmek için veriliyor elbette. Sistem eleştirisi ve etik meseleleri cesur bir biçimde konuşulmak isteniyor. Ama nihayetinde Jane üzerinden işlenen tek şey korkmuş ve yalnız bir kadının güçlü erkek tarafından kurtarılışı oluyor. Ki bu klişe senaryo bile öylesine karmaşık ve öylesine alelade biçimde işleniyor ki, ne şehrin havası basit bir dekordan öteye geçiyor ne de verilmek istenen mesaj sağlıklı bir şekilde ortaya konabiliyor.

Velhasıl, derdini anlatmakta başarısız olan film arada kalarak ne bir bilimkurgu ne de dedektiflik öyküsüne dönüşebiliyor. Üstelik cinsiyetçilik gibi mevzulardaki tutumunu yüzüne bulaştırmasının yanı sıra, bahse açtığı sorgulamaları da ortada bırakıyor. Böyle olunca da oyunculuklar harcanıp gidiyor ve geriye Blade Runner‘ın izinde yürüyen, ama ona pek de bir şey katamayan bir film ortaya çıkıyor…

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

gittikce kotulesen film serileri 2

Gittikçe Kötüleşen Bilimkurgu Film Serileri #2

Pek çok bilimkurgu film serisi, unutulmaz bir başlangıçla bizi kendine bağladı. Geleceğin ihtişamına dair vizyoner …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin