Bilimkurgunun en sevdiği konulardan biridir zaman mefhumu. Zamanda kâh ileri kâh geri gider, türlü paradokslar yaratır, arapsaçı kurmacalar örüntüleriz. Zaten zamanda yolculuğu çekici kılan da vaat ettiği bu sıra dışılıktır. İlk kez Zaman Makinesi romanında H.G. Wells’in yan yana getirdiği “zaman” ve “yolculuk” sözcükleri, o gün bugündür bilimkurguya eklemlenmiş durumda. Tabii konunun bu karmaşık doğası, aynı zamanda sinsi tehlikeler de içeriyor. Öyle ya, zamanı mıncırayım derken mantık tuzaklarına düşmeniz ve her şeyi elinize yüzünüze bulaştırmanız işten bile değil. Konunun tehlikelerini bile bile daktilo başına oturan yazarlardan biri de Richard Lupoff’tu. 1973 yılında kaleme aldığı öyküsünün ileride Groundhog Day adlı efsane bir filme esin kaynağı olacağından ise habersizdi.
Yazarın “12:01 PM” adıyla yayımlanan öyküsü, bilimsel bir deneyin yol açtığı zaman döngüsünü anlatıyordu. Öyküde bir grup bilim insanı evrenin oluşumunu simule etmeye çalışırken zamansal bir anomali ortaya çıkıyor ve piyango da bedbaht kahramanımız Myron Castleman’a vuruyordu. 12:01 ile 13:00 arasındaki bir saatlik zaman döngüsüne sıkışıp kalan Castleman, bir yandan olayın nedenini çözmeye çalışırken bir yandan da kurtuluş çareleri arıyordu. Ne var ki onun dışında kimsenin bundan haberi yoktu. 1990 yılında kısa, 1993 yılında ise uzun metrajlı bir televizyon filmine de uyarlanan bu ilginç öykü, Groundhog Day’e uzanan yolun kilometre taşlarından biriydi.
Yönetmenliğini Harold Ramis’in üstlendiği Groundhog Day, özellikle Bill Murray’in parmak ısırtan oyunculuğu sayesinde 1993 yılının en akılda kalıcı yapımları arasına girmeyi başardı. Ramis’in senaryosunu Danny Rubin ile birlikte kaleme aldığı film, Richard Lupoff’un öyküsünü andıran bir zamansal döngüyü anlatıyordu. Ancak Lupoff’un öyküsündeki bilimkurgusal zemin gitmiş, döngünün nedeni ve niçini tamamen es geçilmişti. Zaten film döngünün kendisinden ziyade, döngüye sıkışıp kalan Phil karakterinin dönüşümüne yoğunlaşıyordu. Haliyle filmin oyunculuk yükünü sırtlayan Bill Murray’in işi hiç de kolay değildi. Buna rağmen sergilediği başarılı performansla karakterinin radikal dönüşümünü ustaca yansıtıyor ve adeta oyunculuk dersi veriyordu.
Phil Connors, ekranlardaki samimi kişiliği ve eğlenceli yüzüyle kendine has bir şöhrete sahip olan, ancak kameralardan kurtulduğu an kendini beğenmiş ve kibirli kişiliğine geri dönen bir hava durumu spikeridir. Aynı kanalda çalıştığı Rita ve Larry ile birlikte, Groundhog Day etkinliğini haberleştirmesi için Pensilvanya’nın küçük bir kasabasına gönderilir. Kırsal hayattan nefret eden ve çevresindeki kasabalıları küçümseyen kahramanımız, işini yapıp bir an önce geri dönme derdindedir. Ancak ansızın başlayan kar fırtınası yüzünden kasabada mahsur kalır. Oysa asıl silleyi ertesi güne, yani 2 Şubat’a uyandığında yiyecektir. Her sabah aynı güne uyandığını fark eden ve 2 Şubat’a sıkışıp kalan Phill için artık hayatının dersini alma vakti gelmiştir.
Aynı günü tekrar tekrar yaşadığını fark etmenin şokunu atlatan karakterimiz, başlarda tam da kendisinden beklenen şeyleri yapar: Tadını çıkarır. Çünkü kendisinden başka kimsenin bu sıra dışı olaydan haberi yoktur. Ertesi sabah her şeyin sıfırlanacağını bilmenin rahatlığıyla gönlünce takılır. Doyasıya yer, polisleri peşine takar, hatta işi banka soymaya kadar vardırır. Ancak yavaş yavaş anlamaya başlar ki bunların da bir önemi yoktur. Çünkü sabah olduğunda aynı güne uyanacak ve bir kez daha kendiyle baş başa kalacaktır. Tabii depresyona girmesi ve intihara kalkışması gecikmez. Ne var ki bunun da bir çare olmadığını görür.
Bu noktadan sonra Phill’in ağır ama sancılı dönüşümü de başlamış olur. Bir zamanlar burun kıvırdığı kasabalıları tanımaya ve hayatlarına dokunmaya karar verir. Yaşama, çevresine ve insanlara yönelik değişen algısı, kahramanımızı bambaşka bir kişiliğe büründürür. Artık o, kasabalılar için bir süper kahramandan farksızdır. Üstelik meslektaşı Rita’ya karşı da sıcacık duygular beslemeye başlamıştır. Aynı günü yaşamanın avantajını kullanarak onu tavlamaya çalışsa da başarılı olamaz. Sonradan anlayacaktır ki, çözüm onun seveceği adamı oynamak değil, seveceği adam olmaktır.
Bill Murray’e Andie MacDowell ve Chris Elliott’ın eşlik ettiği Groundhog Day, iyi insan olmanın ufak ama önemli ayrıntılarına parmak basan, bunu yaparken de gülümsetmenin ötesine uzanmayı başaran izlenesi bir 90’lar filmi. İnsanın büyüme, olgunlaşma ve bilinçlenme sürecini bir zaman döngüsüne yedirerek sunan yapım, sırtını ise Joseph Campbell’ın “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu”nda vurguladığı o en eski öyküye yaslıyor. Üstelik reenkarnasyona dayalı dini ve felsefi öğretilere temas ederek de anlatısını perçinliyor. Kahramanımızın baştan beri lanet olarak algıladığı şeyin belki de bir armağan olabileceğini kabul etmesiyle başlayan kırılma, aynı güne sıkışıp kalan koca bir ömrü de anlamlı kılmaya yetiyor. Zaten önemli olan bir şeye hangi açıdan bakıldığı değil midir?
Özgeciliği yücelten tüm bu mesajlarına rağmen, filmin Bill Murray ile yönetmen Harold Ramis’in arasını açmasıysa alabildiğine ironik. Arkadaşlıkları 70’li yıllara kadar uzanan ikili, filmin çekimlerinde tartışmış ve yıllarca konuşmamıştı. Küskünlükleri, kanser hastalığına yakalanan Harold Ramis’in 24 Şubat 2014’teki ölümünden kısa süre önce son bulmuştu. Biraz uzun sürse de sonunda filmin mesajını anlamayı başardılar belki de, kim bilir?