Duyguların aktarılabildiğini hayal edin. Bir araç sayesinde ulaşma şansınızın dahi olmadığı şeyleri evinizin salonunda anında yapabilseydiniz ya da kurgusal ve sanal alemlere erişim şansınız olsaydı ne düşlerdiniz? İnsanlığın en derin arayışına çözümü bulduk galiba. Birey, kendini gerçekleştirmekten uzaklaştıran tüm etmenlerden kaçar. Sanatın doğuşu da psikotik sorunlara ya da ağırlıkla nevrotik duyarlılığa sahip insanların, kurgular aracılığıyla alternatif gerçeklikler yaratarak onlara sığınmasıyla meydana gelmiştir. Bunun bir adım ötesi de var olan gerçekliğin kişiye göre yapılandırılması değil midir? İşte filmimiz Brainstorm böylesi bir arayışa ayna tutuyor.
Michael Brace ve Lillian Reynolds, duyuları aktarmaya yarayan bir aletin icadı için çalışan bilim insanlarıdır. İcat ettikleri bu aletin tasarımı bir şapka gibi beyni sararak ve önceden kaydedilen ya da halihazırda işlenen verileri aktarmayı ve böylelikle etkileşimi sağlamayı amaçlamaktadır. Filmin giriş sekansındaki deneyde cihazın yapılış amacı da kısaca sunulmaktadır. Denek karışık bir yemek tabağı yaptırır ve bunu yer. Ardından Doktor Brace de bu yemekleri duyumsar ve doğrudan aktarmayı başarır. Böylece deneyin ve cihazın olumlu sonuç verdiği onaylanmış olur. Bunun anlamı, yaşanılan yani deneyimlenen ne varsa aktarmanın yolunu bulduklarıdır. Tarihi gelişme karşısında mutlu olsalar da halen geçmeleri gereken yollar vardır. Kendilerine maddi destek olanların ve başka kişilerin istekleri gibi.
Projenin büyük ortağı ve çalışmaları fonlayan firmanın sahibi Robert Jenkins (Alan Fudge), ilgili cihazın kullanımı için askeri yetkililerle görüşme ayarlar. Doktor Lillian’ın toplantıdaki gergin hali göze çarpar. Askeri yetkililerin teklifine karşı çok sert tepki verir ve üstüne üstlük sinirli bir şekilde Michael’ı da tersler. Bu görüşmedeki diğer önemli durum ise Doktor Brace’ın eşi Karen da onlarla çalışmak için yanlarında bulunacaktır. Boşanan çift uzun zamandır birlikte çalışmıyordur; ayrıca aralarındaki şiddetli kavgaların ardından sahip oldukları malların paylaşımı gibi hususlar dışında görüşmemektedirler. Bundan ötürü iki taraf da bu profesyonel iş ortaklığını doğal karşılar. Zaten Lillian ile birlikte olan Michael’ın aklı fikri bu projededir. Böylelikle projenin önemi, gündelik olayların akışını da belirlemeye başlar. Filmin ana izleği de zaten karakterlerin zihinleri, deneyimleri ve anıları arasındaki geçişlerine odaklanır. Birbirlerine dair pişmanlıkları ve sorumlulukları, açmazı durmadan genişletir.
Filmin ana fikri teknolojinin ve etkilerinin belirli bir açıdan ele alınmasından oluşuyor. Bilim insanlarının geliştirdiği teknolojilerin güç sahipleri tarafından nasıl ele geçirildiğine ve manipüle edilerek kullanıldığına işaret ediyor. Böylesine etkili bir icadın ise ne denli büyük sonuçlar ortaya çıkarabileceğini fark etmek insanı düşündürüyor. Kaydedilen deneyimlerin bugün var olan VR, yani sanal gerçeklik teknolojisinin gelişmiş hali olduğunu düşünürsek çok da uzak bir tarihi belirtmiş olmayız. Bu açıdan bakıldığında, film propaganda araçlarının evrimi ve medyanın dönüşümüne dair de fikir verebilir. Kitlelerin denetimi, arzunun imalatı gibi konuların bolca gündeme geldiği çağımızda, arzunun böylesine kontrol altına alınabilmesi adeta bir distopya evrenini buyur etmek kabus gibi. Deneyimler öznelliği konusunu aşan, zihnin halihazırda kendine açtığı oyunların ötesinde manipülasyona da imkan veren bu gelişmeler, geleceğin metalaşan insanına dair emareler sunuyor.
Bir başka açıdan bakıldığında ise teknolojik gelişmelerin ihtiyaçlar özelinde gerçekleştiği yanılgısı da ortaya çıkmış oluyor. İhtiyaç ile arzunun karışması, arzunun imalatı ve pazarlaması üzerinden kazanç elde edenlerin teknolojik gelişmelere güçleri doğrultusu ve oranında yön vermesine sebep oluyor. Bu yalnızca erk kavgasından ibaret olmayan, satılamayan değerin değersizleştirilmesine kadar varan bir yoz politikanın da ilanı adeta. Duyguların ve deneyimlerin insanın bilincini ve dolaylı yoldan kaderini şekillendirdiği bilinirken, nesnel birer yaratım ögesi haline gelmesi bireylerin hem özelini hem de istedikleri şekilde yaşama haklarını ellerinden alma noktasına kadar varır. Güçlü olanın haklı olduğu tüm çağlarda nasıl ki suistimal ile iç içe geçen bir duyarlılık hali söz konusuysa, duyarlılığın samimiyetsizliği de kişisel özgürlük alanlarının yüce idealler uğruna yok sayılmasıyla kendine aşikar eder. Halil Cibran der ki;“Haz bir özgürlük şarkısıdır. Bu şarkıyı olgun bir yürekle söylemenizi isterim; ama şarkıyı söylerken yüreklerinizi yitirmenizi değil.” Filmin izleyiciye sunduğu, teknolojik gelişme çatışması da böyle görülüyor.
Brainstorm, sinematik açıdan vasatı geçemeyen bir film. Bu yargının sebebi kullanılan çekim teknikleri ya da görsellikten ziyade, senaryonun vardığı sonuç ve oyunculukların yetersizliği. Film belirli ölçülerde ilerlerken karakterlerin hislerini, yapılan şeylerin anlamını, boyutunu, karakter değişimini ve en önemlisi anlatılmak istenen olayın arka planını havada bırakan bir senaryoya sahip. Konunun güzel olması ise izlerken en azından kendi hayatımıza dair özdeşlik kurma imkanı veriyor. Sanal gerçeklik kavramının yükseldiği çağımızda, “acaba bunları ben yaşasaydım, ne olurdu?” sorusunu sordurarak kendisine belirli ölçüde kredi kazanıyor. Ancak sonuca vardığında da, “yahu ben ne izledim?” dedirtmeyi başarıyor.
Yine de izlenmesinin ve üzerine düşünülmesinin faydalı olacağı bir gerçek. Günümüzde teknolojinin iyiden iyiye araçtan çok amaca dönüştüğünü düşünürsek, belki birkaç faydalı nokta bulunabilir. Ayrıca Cliff Robertson‘a da büyük gücün büyük sorumluluk gerektiğini hatırlatmak gerekebilir.