2019 yapımı Escape Room, bir avuç insanın ölümcül tuzaklarla dolu kaçış odalarından sağ çıkmaya çalışmalarını izlediğimiz, aksiyonu ve heyecanı bol bir filmdi. Film boyunca izleyiciler olarak bulmacaların çözümünü tahmin etmeye çalışıyorduk; gerçek çözüm bizi her seferinde ters köşeye yatırsa da yine de tahmin etmesi eğlenceli olacak kadar ipucu sunuyordu. Devam filmi Escape Room: Tournament of Champions, bizi yine ekran başına kilitlemek için daha akıllı yarışmacılar ve daha ölümcül tuzaklarla dolu olması yetecekken tüm zekice gizemlerini bir kenara fırlatarak sade suya tirit bir aksiyon-korku macerasına dönüşmüş.
Tournament of Champions (Şampiyonlar Turnuvası), ilk filmde hayatta kalan Zoey (‘Waves’ yıldızı Taylor Russell) ve Ben’i (‘Love, Simon’dan Logan Miller) odağına alıyor. İkili, kaçış odalarını üreten Minos şirketi ile yüzleşmek için New York’a seyahat ediyor. Ne var ki kısa süre sonra şeytanca tasarlanmış bir dizi odaya daha düşüyorlar. yanlarında ise önceki oyunların kazananları olan başka karakterler de var. Ve tabii ‘Şampiyonlar Turnuvası’ da böylece başlıyor.
İki filmin baş rolünde de oyunculardan ziyade karakterlerin kapana kısıldığı odalar var aslında. İlk filmde, yönetmen Adam Robitel her odanın sunumunu özel bir konseptle sergiliyordu. Karakterler odalar arasında pür dikkat bir şekilde dolaşıyor, izleyiciler olarak tüm ipuçlarını ve tuzakları görmemizi sağlıyordu; böylece zekice hazırlanmış karmaşık tuzaklar değişime uğradıkça karakterlerin içinde bulunduğu durumu tüm yönleriyle kavrıyorduk. Adeta her yeni kamera açısı bir sonraki adımda neler olabileceğine dair ipucu sunuyordu. Şampiyonlar Turnuvası’nda ise bu harika girişler terk edilmiş, bunların yerine her odanın sonundaki aksiyon sekansları gelmiş. Robitel’in hakkını teslim etmek gerek, bu sahneler gerçekten de heyecanlı. İlk filmdeki aksiyon sahneleri çoğunlukla sakil duruyordu, bu film ise Son Durak filmlerinin korku türü versiyonlarından fırlamışa benzeyen sinir bozucu, telaşlı sahnelerle dolu.
Tabii bu aksiyonun da bir bedeli oluyor: Odalarda geçirilen sürenin çoğu aksiyona ayrılınca, bulmacaların kendisi genellikle sıkıcı ve alelade hazırlanmış izlenimi uyandırıyor. Şampiyonlar Turnuvası’nda izleyiciler, karakterlerin sahip olduğu ipuçlarını bilmediğinden, ilk filmdeki çözümü tahmin etme heyecanını yakalamak imkânsızlaşıyor. Daha da kötüsü, fazladan aksiyona yer açmak için bulmacaların hep çok basit çözümleri olduğunu görüyoruz. Bu yüzden de karakterler basit bulmacaları çözemedikleri için öldüklerinde, filmin yaratmaya çalıştığı korku ve gerilim ortamı bir anda temelsiz kalarak yok oluyor.
Donuk, heyecansız bulmacalar filmin tüm atmosferini baltalıyor. Bu karakterlerin, Minos’un daha önceki çılgınca oyunlarından sağ kurtulmayı başarmış yetkinlikte kişiler olduklarına inanmamız bekleniyor, ama “sahilde bir metal parçasını bulmak için metal detektörü kullan” sığlığında bulmacalar sağ olsun, karakterler zekâsına hayran duyulacak kişiler olmaktan çıkıyor. Odalardan kaçmak için artık bir bulmacayı çözmek bile değil, sadece basit bir görevi baskı altında bitirebilmek gerekiyor.
Şampiyonlar Turnuvası karakter gelişimini de bir kenara atmış. Her karakterin ismi dışında geçmişlerine dair belki tek bir şey biliyoruz, o kadar. Burada ölmek için bulundukları o kadar belli ki. Ölüme mahkûm karakterleri izlemek korku filmlerine o yüreği ağzındalık hissini veren yegâne şeylerden biri. Şampiyonlar Turnuvası korkuyu odağına almak istiyor ama bunu da tam beceremiyor. Birazcık bile olsa önemsediğimiz, kendisiyle bağ kurduğumuz bir karakterin ölümünü izlemek, duygusal anlamda listeden bir ismin daha üzerine çizik atmaktan çok daha etkileyici zira.
Bu arka plan eksikliği, garip bir şekilde filmin en iyi sekansını bile baltalamayı başarmış. Söz konusu sekansta karakterlerimizi, banka lobisi şeklinde tasarlanmış bir kaçış odasında izliyoruz. Lobinin zemini dama tahtasına benziyor ve tam karşıda da bir kasa var. Amaç zaman tükenmeden bulmacayı çözüp kasaya girebilmek. Karakterler kareler arasında adımlarını çok dikkatle atmalı, zira yanlış tek bir adım bile odayı ölümcül lazerlerle doldurmaya yetecek. Çıkış yolunu bulmak için kilitli kutulardan, gizlenmiş anahtarlardan, haritalardan, satranç hamlelerinden ve kandırmacalı kelime oyunlarından faydalanmaları gerekiyor. Kesinlikle bu anlar, aksiyon ve bulmacanın birbirine en iyi karıştığı bölüm. Peki ne oluyor? Rahip Nate (işte size isim + geçmişe dair bir bilgi örneği) bir anda artık bulmacayı çözmek istemediğine karar veriyor ve onun yerine inancına bel bağlamayı seçiyor.
İlk film tonal açıdan muhteşemdi, aynı anda hem şapşal ve azimli, hem de heyecanlı ve gerilimli olmayı başarıyordu. Üstelik hem Cube (Küp) hem de Saw (Testere) hayranları için de izlemesi keyifliydi. Artık ununu elemiş eleğini asmış ağabeylerine özenmekten ve onun gibi olmaya çalışmaktan kendini alamayan küçük kardeş gibiydi. Belki muhteşem değildi evet, ama izlemesi keyifliydi. Şampiyonlar Turnuvası ise bu rahat karışımı bir türlü elde edemiyor. Diğer korku filmlerinin yeni bir yorumlaması olmaya çalışırken ucuz bir taklidi olmaktan öteye gidemiyor. Filmin bulmacaları, her seferinde karakterlerin yeteneklerini daha heyecanlı yöntemlerle test etmekten ziyade onları bir an önce öldürmeye odaklı hazırlanmış gibi duruyor. Bir korku filminde rastgele ve dağınık ölüm sahnelerinin olması elbette yersiz bir şey değil. Tek sorun, zaten bunu daha iyi şekilde yapmış yüzlerce örnek olması…