Bir eserin yaratım sürecindeki en zor kısmın o mükemmel fikri bulmak olduğu söylenir. Oysa gerçekte fikri bulmak neredeyse en kolayıdır, asıl zor olan gelişme kısmıdır. Çünkü aklınızdakileri ekrana ya da sayfaya aktarmak bir hayli zordur. Ancak doğru adımlar atarsanız, son derece yetersiz bir bütçeyle bile kulaktan kulağa yayılabilir ve önemli bir takipçi kitlesi oluşturabilirsiniz. Yanlış adımlar ise, harika bir fikirle başlayan ve bu fikri arka arkaya gelen fevri hamleler ile baltalayan “Doors” filmi gibi bir sonuca yol açabilir.
Senaryo umut vaat eden bir fikir üzerine kurulu: Dünyanın her yerinde bir milyondan fazla kapı beliriyor. Bariz şekilde dünya dışı olduğu görünen bu kapıların yüzeyleri, demir tozu üzerindeki mıknatıs etkisine benzer bir etkiyle kıvranıyor, rastgele ve ürkütücü sesler çıkarıyor, yoğun titreşimlerle kendilerine bakılmasını güçleştiriyor. Bu kapılara fazla yaklaşan insanlar içeri çekiliyor ve tabii beraberinde sorular gündeme geliyor: “Nereye gidiyorlar ve neden gidiyorlar?”
Ancak 81 dakikalık film, bu soruları yalnızca yapbozun parçalarının birbirine tam uymadığı bir antoloji formatında ve kafa karıştırıcı yollarla yanıtlıyor. Hikaye dört bölüme ayrılıyor. İlk bölüm olan ve Jeff Desom tarafından yönetilen “Lockdown“da sınav için bir kütüphanede izole edilmiş dört lise öğrencisinin, kapılardan birinin okullarında ortaya çıkışı ile yaşadıkları ele alınıyor. Saman Kesh‘in yönettiği ikinci ve en iyi işlenmiş hikaye olan “Knockers“da üç gönüllü bir kapıdan geçerek diğer taraftakilerle yüzleşiyor. Üçüncüsü, Dugan O’Neal‘in yönettiği “Lamaj”. Bu bölümde ormanda yalnız bir adam, derme çatma bir ses sistemi kullanarak bir kapı üzerinde yasa dışı deneyler yapıyor. Kendine ait bir ismi olmayan dördüncü bölümde ise bu fenomen hakkındaki bakış açısını rahatsız edici bir şekilde açıklayan, kapı hakkında deneyimleri olan bir konukla röportaj yapan bağımsız bir yayıncıya yer veriliyor.
Hafif alaycı konuşma-radyo seslendirmesi ekleyen yayıncı Martin Midnight (David Hemphill) dışında, film zaman içinde ilerledikçe karakterler bir hikayeden diğerine geçmiyor. İlk bölüm (Lockdown) kapıların ortaya çıktığı ilk günde geçiyor; “Knockers” 15 gün sonrasını ve “Lamaj” aylar sonrasını anlatıyor. İsimsiz dördüncü bölümü zaman çizgisinde konumlandıracağımız herhangi bir ipucu bulunmuyor. İzleyicilerin kapıların insanlığı nasıl değiştirdiğini takip etmesi oldukça zor çünkü bu bölümlerin tümü tek açılı ve izole edilmiş. Geniş bir dünya izlenimi veren tek bölümün “Knockers” olduğu söylenebilir.
Bu rahatsız edici bir hikaye akışı seçimi çünkü bölümlerin her biri, oyundaki tüm bilinmeyenlerin altını çiziyormuş gibi, aniden bir sürü soru işaretiyle ve önemli bir anda bitiyor. Her bitiş anının, izleyicilerin karakterleri tam hikayedeki dinamikleri anlayacak kadar tanıdıklarını hissettikleri an olması da cabası. İlk üç bölüm, özellikle de “Lockdown”, hikayelerini garip bir şekilde sürükleyici yollarla anlatıyor. Aciliyet duygusu ancak bölümler kapanmadan hemen önce gelişiyor. Tuhaf kabullerin bazılarını açıklamak için çok az zaman harcayan hikayede (örneğin milyonlarca insanın kapılarda kaybolması ve bir sebepten ötürü “çok daha fazlasının öldüğünün varsayılması” gibi), gençlerin çalan telefonlarını kilitli bir dolaptan alıp alamayacakları hakkında uzun uzun tartışmalarına yer verilmesi dayanılmaz olabiliyor.
Doors’da bölümler arasında belirgin bir uyum yok. Ancak ilk üç bölümün tamamının ya da bir kısmının kreatif direktör Kesh tarafından yazılmış olduğunu görüyoruz. ‘V / H / S‘, ‘ABCs of Death‘ ya da ‘Love, Death + Robots‘ gibi antoloji film projelerinde farklı tonlar arasında geçiş gözlenmesi gerilimin bir kısmını hafiflettiği ve izleyicilerin farklı beklentilerine hitap ettiği için keyifli bir özellik bile olabilir. Ancak sergilenen farklılıkların yanında Doors, dört bölümün tamamında yoğun bir sıkışmışlık hissi uyandırıyor. “Lockdown”, oyuncuların en sıradan detaylara verdikleri aşırı tepkiler ve ortada komatöz halde korkuyla gezmeleri açısından M. Night Shyamalan’ın ‘The Happening’ini andırıyor. “Lamaj” daha çok Westworld TV dizisine benziyor, kapı deneyimi yaşayan Jamal (Kyp Malone), kocaman sakalı ve “üzgün ve şaşkın” ifadesi ile sanki Jeffrey Wright’ın yerini alıyor.
“Knockers” titreyen gizemli özel efektlere en az bel bağlayan bölüm olması sebebiyle, en başarılı bölüm olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda en sarsıcı korku aksiyonuna sahip. Ancak bu bölüm bile izleyiciye birbiriyle uyumsuz parçalara bölünmüş hissi veriyor. İlk önce ıssız bir dünyaya mahmurca tepeden bakış, sonra fısıldayan şiirsel bir ses ile tamamlanan Terrence Malick tarzı müzik, ardından mikrobütçe ile tam bir ‘Annihilation’ı yeniden yaratma çabası… Bunların yanında Knockers birtakım güzel çekimler de sunuyor izleyiciye. Örneğin başrol oyuncuları Becky ve Vince’in seçtikleri kapıya yönelmeden önce sahilde duruşları gibi… Diğer tarafta ne olduğunun derinlerine ilerledikçe, Kesh, Annihilation’un kaçınılmaz dehşetle karşı karşıya kalındığında oluşan yoğun bunalım hissini vermeyi dahi başarıyor.
Ne var ki filmde çoğunlukla bir konseptin derinlikli işlenmediği, bunun yerine çevresel yansımaların ön plana çıktığı görülüyor. Bir hikayeyi bütünüyle anlatmak ve tutarlı bir düşünce geliştirmek yerine, izleyiciye birkaç şey söyleyip kaçıyormuş gibi bir izlenim doğuruyor. Bağımsız bir filmden ziyade, konuyu çok daha derinlemesine işleyen asıl filmin biraz uzunca tutulmuş fragmanı hissi veriyor. Korku filmlerinin sıklıkla, gelecek vaat eden yönetmenlerin kendilerini kanıtlamak için düşük bütçeli kartvizitler olarak çekildiği günümüz sinema piyasasında belki bu yeterli olabilir. Kim bilir belki birileri bu filmi asıl fikrin geliştirilerek işlenebileceği daha büyük bir yapıt için zemin olarak görür. Fakat ilk bakışta kaçırılmış bir fırsat görüntüsü verdiği kesin.