1961’de vizyona giren kült İngiliz bilimkurgu filmi The Day the Earth Caught Fire, bugün giderek ısınmakta olan gezegenimizde yankısı hâlâ süren çarpıcı bir uyarı mahiyetinde. Son birkaç haftadır rekor düzeydeki sıcak hava dalgaları dünyayı o kadar kavurdu ki, Temmuz ayınım başında bugüne dek kaydedilmiş en sıcak haftayı yaşadık. Ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele için verdiği taahhütlere rağmen küresel sıcaklıklar yükselmeye devam ediyor. Nasıl netice alınacağını bilmekse zor. The Day the Earth Caught Fire’daki karakterler de bizim şu an hissettiğimize benzer hisler içinde. Bu felaket filmi, dünyanın mevcut iklim krizine verdiği tepkiyle ürkütücü bir benzerliğe ve hem oldukça iç karartıcı hem de uyarıp harekete geçirici bir sona sahip. “The Day the Earth Caught Fire” ilk bakışta gezegenimizin şu anki gidişatına mükemmelen uyan bir başlık olsa da, filmin yönetmeni ve aynı zamanda Wolf Mankowitz ile birlikte senaristi de olan Val Guest‘in asıl amacı, insanları yükselen nükleer savaş tehdidine karşı uyarmaktı.
Filmde, ABD ve Rusya hükümetlerinin aynı anda patlattığı nükleer bombaların Dünya’nın ekseninde 11 derecelik büyük bir değişime sebep olması anlatılır. Sonuç olarak, gezegen hızla Güneş’e yaklaşmaya başlar. İlk başlarda dünya yükselen sıcaklıkları tolore edebilse de, kısa süre içinde değişen koşullar kelimenin tam anlamıyla ortalığı kasıp kavurur. Termometreler Meksika’da 63C, Roma’da 60C’yi görürken; Güney Fransa, Sicilya ve Libya, yaz ortasında on gün süren sağanak yağmurla mücadele etmek zorunda kalır. Nil taşıp Mısır çöllerini basar. Kasırgalar, tayfunlar ve hortumlar diğer ülkeleri harap eder ve bir güneş tutulması tahmin edilenden on gün önce gerçekleşir. Film, insanlığın karşı karşıya olduğu bu krizin sebebini ortaya çıkaran iki gazeteciyi merkeze alır. Alkolik ve özel hayatındaki sorunlar sebebiyle kariyerinde gerileme yaşayan Daily Express muhabiri Peter Stenning (Edward Judd) ile görmüş geçirmiş ve bilimsel konulara hâkim kıdemli muhabir Bill Maguire (Leo McKern), cereyan eden olayların sebebinin “ikiz bomba” testleri olduğunu anlarlar. İngiltere Meteoroloji Kurumu’nda telefon operatörü olarak çalışan Jeannie (Janet Munro) ile birlikte durumun ciddiyetini gözler önüne sererler. Çok geçmeden hükümetler acil durum ilan eder. Sular kuruyup kaynaklar tükenirken, Dünya’nın Güneş’e doğru gidişini durdurmanın yollarını ararlar.
The Day the Earth Caught Fire; The Quatermass Xperiment, Triffidlerin Günü ve Lanetliler Kasabası gibi dönemin diğer İngiliz bilimkurgu filmleri kadar hayran kitlesi toplamasa da oldukça beğenildi ve Guest ile Mankowitz, 1962’de En iyi film senaryosu dalında Bafta Ödülü’nü aldı. Gerçek dünyanın âdeta filmdeki sıcaklık artışını taklit ettiği göz önüne alındığında, filmi asıl özel yapan şeyin de bu ileri görüşlülüğü olduğunu anlarız. İklim bilimci, aktivist ve baş karakterlerden biriyle aynı adı paylaşan yazar William “Bill” McGuire, filmin Güney Avrupa ve Kuzey Amerika’nın son birkaç haftadır yaşadığı soruna eğildiğini söylüyor. “Film, dünya gitgide daha da sıcak hâle gelirken küresel ısınmanın bugün tüm gezegende nasıl hızlandığına dair harika bir örnek.” Maguire karakteri, duyulur duyulmaz bu eşzamanlı nükleer patlamalarla ilgilenirken, salt iklim koşullarındaki bozulmadan endişe duyan ekibin geri kalanının ise dünyanın başının ne kadar büyük bir belada olduğunu anlaması biraz zaman alıyor. Suzanne Moshier ve Judith Boss ile birlikte 1994 tarihli “Fantastic Voyages: Learning Science Through Science Fiction Film” adlı kitaba imzasını atan ve The Day the Earth Caught Fire‘ın arkasındaki bilimi araştıran Leroy Dubeck film hakkında şunları söylüyor:
“Karakterlerin tabiatı çok ilginç. Günümüzde olanlarla benzerlikler görüyorum çünkü insanlar yaşanılanları kabul etmiyor. Daha önce görülmemiş, duyulmamış olaylara şahit oldukları hâlde, gerçekten bir sorunumuz olduğunu görmek istemiyorlar.”
Burada belirtmek gerekir ki, gerçekten aynı anda iki nükleer bomba patlasa bile gezegeni Güneş’e doğru itmek için yeterli gücü oluşturamaz. Elbette Guest ve Mankowitz de bu gerçeği ve filmin bilimsel yanının güçlü olmadığını biliyorlardı. Ancak bu sansasyonel tabloyu, Rusya ve ABD’nin nükleer bombalara yaklaşımı hakkında bir tartışma başlatmak için kullanmak istediler. İkilinin hikâye anlatımı ve dünyanın kaosa sürüklenişinin tasviri o kadar güçlü ki, yapımının üstünden 60 yıldan fazla zaman geçse de filmin çarpıcı etkisi hâlâ sürüyor. Sadece bu etkinin sebebi artık farklı. William McGuire, filmin vurucu yanının artık nükleer patlamadan ziyade aşırı ısınan bir gezegen anlatısı olduğunu söylüyor ve bunun mesajı daha güçlü hâle getirdiğini, daha hızlı bir ölçekte gerçekleştiği için toplum ve ekonomi üzerindeki etkili bir uyarı olduğunu ekliyor.
“Birkaç saat içinde, dünya bunun bir son mu yoksa yeni bir başlangıç mı olduğunu öğrenecek. İnsanın yeniden doğuşu mu, yoksa ölüm ilânı mı?”
Guest ve Mankowitz’in filmi yazarken aldıkları en yaratıcı kararlardan biri, olayları sorunu çözmeye çalışan politikacıların gözünden değil, tamamen gazetecilerin bakış açısıyla göstermekti. Sonuç olarak Peter, Bill ve Jeannie dünya için yolun sonu görünürken çaresiz kalıyordu. Konuyla ilgili birkaç kitap ve kısa öykü de yazan William McGuire, “Bana göre iklim değişikliğiyle ilgili en iyi hikâyeler, küçük topluluklardaki insanların nasıl etkilendiğini gösterenlerdir,” diyor. “Küçük, kişisel ölçekte hikâyeler, insanlara gelecekte işlerin ne kadar kötü olacağını anlatmanın en iyi yoludur.” Film, İngiltere başbakanının, ABD başkanının veya BM genel sekreterinin adını bile vermeyerek, onların kendi bozdukları doğa karşısında ne kadar aciz kaldıklarını vurguluyor. Film ayrıca, hükümetlerin olup bitenlerin ciddiyetini nasıl küçümsemeye ve saklamaya çalıştığını da gösteriyor. Radyodan ulusa seslenen başbakan, eksen kaymasının tek etkisinin mevsimlerin düzeninin bozulması ve şiddetinin değişmesi olacağını iddia ederken, konuşmasını İngiliz hava durumu hakkında bir de şaka yaparak bitiriyor. Bu açıklamayı izleyen haftalar içinde su kullanımı devlet kontrolüne alınıp sınırlandırılıyor, su karneye bağlanıyor. Bu sırada Thames Nehri tamamen buharlaşıyor.
Spoiler!
Filmin mesajının ve hikâyesinin gücü finale doğru artıyor. Dünya hükümetleri, gezegeni güvenli yörüngeye geri döndürmek için Batı Sibirya’da çok sayıda nükleer bomba patlatmaya karar veriyor. Ancak kendileri de bunun işe yarayıp yaramayacağını bilmediklerini itiraf ediyor. The Day the Earth Caught Caught Fire, finali de kendine yakışır şekilde ana karakterlerin gözünden yapıyor. Dünyanın kurtulup kurtulmadığını açıklamak yerine, ertesi günkü gazetenin iki ihtimali de düşünerek hazırlandığını gösteriyor. Bir versiyonunda, “Dünya Kurtuldu” manşetiyle insanlığın zaferi kutlanırken, diğer versiyonda bir ağıt mahiyetinde “Dünya Battı” manşeti atılıyor. Film bu muğlaklıkla sona ererek, böyle büyük bir kriz karşısında elinden bir şey gelmeyen insanların yaşadığı sorunlara dikkat çekiyor. Başbakan yakında gezegenin yok olup üzerindeki herkesin ölebileceğini nihayet açıkladıktan sonra, Stenning’in Maguire’a; aslında kendine ve hatta izleyen herkese sorduğu soru film bittikten sonra akıllarda yankılanıyor: “Bir şeyler yaparlar herhâlde? Bir şeyler yapmaları gerekiyor!”
“Velhasıl, insan rüzgâr ekti ve fırtına biçti. Belki de birkaç saat içinde ne geçmişin hatırası kalacak ne de geleceğe dair bir umut. İnsanın bütün eserleri, kendi eliyle tutuşturduğu büyük ateşte yanacak. Fakat belki de, ihanet ettiği dünyasında, o ateşin tam ortasında, onu kendisinden daha çok önemseyen bir kalp vardır.”