Fransız mühendis ve yazar Pierre Boulle, Maymunlar Gezegeni’ni yazmadan önce “Kwai Köprüsü” (Le Pont de la rivière Kwaï) adlı eseriyle de epey tanınıyordu. 1952 yılında yayımlanan roman, Japon işgali altındaki Burma’da (şimdiki Myanmar) esir tutulan ve bir köprü inşa etmeye zorlanan İngiliz askerlerinin hikâyesini anlatıyordu. Kurgu olmasına rağmen aslında yaşamdan doğrudan esinler içeriyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz Ordusu’na bağlı Gizli Operasyonlar İdaresi’nin (SOE) bir üyesi olarak görev alan Boulle, Güneydoğu Asya’da, özellikle de Burma’da Fransız Direnişi’ne yardım etmek üzere gönderilmişti. Ancak 1943 yılında Japonlar tarafından yakalandı ve esir alındı. Bu dönemde yaşadıkları, gelecekteki çalışmaları için de önemli bir ilham kaynağıydı.
Kwai Köprüsü ile geniş kitlelere ulaştıktan sonra yazma hevesi artan Boulle, yeni projelere yöneldi. Aklında insanın insana zulmünü anlatan bir kurgu vardı. Bu kurgu, zaman içinde birçok farklı etkenin eklenmesiyle oluşturuldu. “La Planète des Singes” yani Türkçesiyle “Maymunlar Gezegeni“, sürekli genişleyen evreniyle bugün çok aşina olduğumuz bir marka. Fakat Boulle’un zihnindeki ilk haliyle toplumsal yapıların, uygarlığın dayandığı kavramların ve elbette insan ilişkilerinin bir eleştirisiydi. Alegorik yapısının amacı, kurgunun okuyucu üzerindeki etkisini artırmaktı. Katıldığı bir söyleşide niyetini de şu sözlerle açıklamıştı:
“İnsanların hayvanlar üzerindeki tahakkümünü tersine çevirmek, modern toplumun çelişkilerini ve adaletsizliklerini gözler önüne sermek için güçlü bir metafordu. Bu şekilde okuyucularımı kendi toplumları hakkında düşünmeye teşvik etmek istedim.”
Bilimkurgusal yönünü ise yalnızca basit bir tersine evrim kullanmaktan ibaret görmez. Evrimle insan bilinci ve medeniyeti arasındaki bağa dair de sorular sordurarak sosyal bilimlerle fen bilimlerinin kesişim noktalarını yakalar.
“Evrim ve adaptasyon süreçlerinin doğadaki yerimizi nasıl şekillendirdiğini sorgulamak istedim. İnsanların ilkel bir hâlde tasvir edilmesi, evrimsel süreçlerin farklı yönlerde gelişebileceği fikrini gündeme getirdi.”
1968 yılında ilk kez sinemaya uyarlanan eserin yeni uyarlamaları “tersine dünya” konseptinin ortaya çıkışına dair sorulara yanıtlar içeriyor. 2011 yılında başlayan modern serinin ilk seriye doğru uzanan yolculuğundaki son adım olan Kingdom of the Planet of the Apes (Maymunlar Cehennemi: Yeni Krallık) ise hem evrenin zaman akışında hem de bunu anlamakta önemli bir yere sahip. Caesar’ın ölümünden nesiller sonra geçen Kingdom of the Planet of the Apes, maymunların farklı klanlar oluşturduğu ve insanların daha ilkel bir duruma gerilediği parçalanmış bir dünyayı tasvir ediyor. Film, genç bir şempanze olan Noa’nın klanı yakalandığında trajik bir hâl alan geçiş törenini konu ediyor. Kurtarma ve keşif yolculuğu onu, eski insan teknolojilerinin kilidini açmak için çeşitli maymun klanlarını köleleştiren zalim Proximus Caesar ile tanıştığı bir yolculuğa sürüklüyor. Hikâye ilerledikçe, Noa bambaşka kişilerle tanışıyor ve gitgide dönüşerek güçlü bir lider hâlini alıyor.
İlk odaklanılması gereken nokta, hâliyle Noa’nın yolculuğu. Zira Noa, maymunlar ile insanlar arasındaki şiddet mirasını sorgulayan bir lidere doğru evrilerek anlatının merkezine konumlanıyor. Kabilesine yapılan saldırıdan sonra mucizevi biçimde kurtulan karakterimizin karşısına Caesar’ın öğretilerini paylaşan orangutan Raka çıkıyor. Raka ile olan etkileşimleri, onun ideolojik dönüşümünde çok önemli bir rol oynuyor. Bu akıl hocalığı ve sonrasında Noa’nın karşılaştığı zorluklar, Caesar’ın felsefesinin maymun toplumu üzerindeki kalıcı etkisini güçlü bir şekilde vurguluyor. Bu bağlamda, Raka’nın gelişini Campbell’ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğu şablonundaki “akıl hocasıyla tanışma” kavramıyla açıklayabiliriz. Raka’nın varlığı Noa’nın sadece yolculuğuna devam etmesini değil, aynı zamanda kim olduğu sorusuna yanıt bulmasını da sağlıyor. Dolayısıyla Raka’nın beklenmedik bir şekilde hikâyeden çıkarılması da önem arz ediyor. Tıpkı Yıldız Savaşları‘nda Luke’un Obi Wan’ın kaybını yaşaması gibi, Noa’nın reşit olması için bir fedakârlık olarak yorumlanabilecek bir kurgusal tercihi sunuyor.
Karmaşık motivasyonlara sahip bir insan olan Mae ise hayatta kalma ve ahlaki bütünlük arasındaki mücadelesiyle derinlemesine inceleniyor. Eylemlerinin olay örgüsü üzerinde kesinlikle önemli bir etkisi var, özellikle de türler arasındaki güven ve ihanet meselesinin altını çizen aldatıcı taktikleri ve son sabotaj eylemiyle bunu açıkça gösteriyor. Ancak Mae’nin asıl önemi, Boulle’un acımasız ve açgözlü tavrıyla gezegeni yok eden insanlık eleştirisinin vücut bulmuş hâli olması. Mae, Makyavelist bir tavırla sadece kendisine yakışan şekilde hareket ediyor ve bunun için Noa dâhil herkesi kullanıyor. Karakteri böyle sergilemenin gayesi, önceki yapımlarda da görüldüğü gibi insanlığın güç arzusunun sonuçlarını etkileyici bir şekilde “amaçlar araçları haklı çıkarır” zihniyetini yansıtmak.
Sonuç olarak, başarılı bir devam yapımı olan “Kingdom of the Planet of the Apes“, Caesar sonrası dünyanın nasıl şekillendiğine ve bu doğrultuda medeniyetin ne yönde değiştiğine dair önemli doneler veriyor. Ayrıca külliyata hatırı sayılır bir katkıda bulunarak seriler arasında köprü işlevi de üstleniyor.