Uyarı: Bu yazı spoiler içermektedir.
2049 yılında, K (Ryan Gosling), LAPD adına çalışan bir avcı, “blade runner” androiddir. Eski, Nexus 8 kopyaları yakalayıp “emekli” etmektedir. K, bir protein çiftliğinde bulduğu kopyayı öldürdükten sonra ağacın altına gömülü bir kutu bulur. Kutuda hamile bir kadın androide, Rachael’a ait kemikler vardır. Teğmen Joshi (Robin Wright) androidlerin hamile kalmasının insan ve androidler arasında bir savaşa yol açacağını düşünerek K’yı bu çocuğu bulup öldürmekle görevlendirir. Wallace da emrindeki android Luv’dan (Sylvia Hoeks) bu üremenin sırrını keşfetmek için çocuğu bulmasını ister. K, yeniden çiftliğe döndüğünde ağaç parçasında 6-1-21 tarihini görür. Bu tarih K’nın anılarında yer bulmaktadır. Çiftliği yakar. O tarihte doğan çocukları araştırdığında erkek ve kız çocuktan sadece erkeğin hayatta kaldığını görür. K’nın holografik kız arkadaşı Joi bunun K’nın “o” erkek çocuk olduğuna dair bir delil sayar.
K, bir yetimhanede anısının gerçekliğini gösteren bir oyun atı bulur. K, anı tasarımcısı Stelline’ye (Carla Juri) bu anının gerçek olduğunu doğrulatır. Sonrasında temel bir anomali/sapma testinde başarısız olur. Joshi’ye çocuğu bulup öldürdüğünü söyler, kendisine kaçmak/anomali testine yeniden girmek için 48 saat süre verilir. Analiz edilen oyuncak atının kaynağını araştırıp burada Deckard’ı (Harrison Ford) bulur. Kayıtlar gizlenmiş, çocuk kopyaların özgürlük hareketine teslim edilmiştir. Luv bölgeye gelip Deckard’ı kaçırırken, özgürlük hareketi K’yı kurtarır. Lider Freysa (Hiam Abbass) çocuğun kadın olduğunu bildirir ve onun bulunmaması için K’dan Deckard’ı öldürmesini ister. Deckard sorgu için dünyanın dışına çıkartılacakken K onları durdurur, Luv’u öldürür. Deckard’ı kızı Stellina ile buluşması için ofise götürür. K kapı önünde ölür.
Androidleştirmeye Direnen, Kuşku Duyan ve Kuşku Duyulan Özneler
Filmde kahramanın, K’nın öne çıkan arayışı kendisinin bir android ve insanın, “doğal yollarla” çiftleşmesinden doğan bir “özel varlık” olup olmadığı arayışıdır. Filmde Descartes’cı bir yöntemsel şüpheciliğin izleri sürüldüğünde insan ile androidleri ayıran en temel, yalın testin “empati testi” olduğu ortaya çıkmaktadır. İnsan, yani düşünen özne ya da “doğal bir varoluşa” sahip cins için kendinden kuşku duymanın olasılığı yoktur ancak android “öteki”nin tıpkı kendisi gibi doğal ve düşünen özne olup olmadığını anlamak önemlidir. Bu yüzden infazcılar yaptığı standart testlerde bu android şüphesi altında olanların belirli seslere verdiği bedensel tepkileri inceler. Burada önemli olan onların belirli duygulanımlara sahip olup olmadığıdır. Özne için “düşünüyorum öyleyse varım” önermesi, androidlerde “duygulanıyorsa öyleyse tehlikelidir”e; “standarttan sapmıştır”; “o halde zararlıdır”a dönüşür. Bu yüzden filmde standart değerlerden sapma bir öznenin oluşma ihtimaline gönderimde bulunmaktadır. Özne büyük ölçüde öngörülemeyen, kendi “kaderi”ne karşı duran bir konumda inşa edilmektedir.
Kimliğin düğümlendiği nokta sürekli değişiklik göstermektedir. Filmin önemli bir kısmı, izleyicinin K’nın gerçekten de Deckard ve Rachael’in oğlu olabileceği, onun bu “özel varlık” olarak gerçekten de “ruha” sahip olma olasılığı kuşkusunu ayakta tutmaktadır. Çok geçmeden bunun yanlış olduğu, ironik biçimde K’nın kökeninin belirsizliği ile desteklenir. Orada bir yerde, Stelline adında daha özel biz kız çocuk vardır. Stelline genetik, bağışıklık hastalığına sahiptir. Diğer insan ve androidlerle aynı doğal çevreyi paylaşamaz. İçinde bulunduğu cam fanus kırılırsa hızla hasta olup ölecektir. O kendisine özel oda yaptırmıştır; böylece androidler için “sahici” anılar üretmeye başlar. Anılar androidlerin kimliğinin doğasını pekiştirecek, mutlu bir şekilde bağlanabileceği özgül “düğüm noktaları” olmaktadır. Böylece K’nın özel olmayan olarak “özel” yönü, ironik biçimde seçilmiş, seçkin kişi olmayarak kendi kimliği, kişiliği üzerine düşünmesi, daha büyük bir amaç için kendini feda ederek “insani bir edimde” bulunması yoluyla gerçekleşmektedir. O hayal ettiği kişi değildir ancak hemen her davranışı da ayrıksıdır, özeldir. Sürekli “özel”liğini vurgulayan insanların kırılganlığı ve hızla ölmeleri, bu göreceliği sürekli öne çıkarır. Androidler kırılgan değillerdir. Yaratılmış, dizayn edilmiş, anıları onlar için kurgulanmıştır ancak gene de “özel”dirler. Varlıkları tıpkı insan gibi kendine dönüşlüdür; dolayısıyla film sürekli biçimde doğru gibi görünen şeylerin yanlış olabileceğini, yeniden değerlendirilmesi gerektiğini, yaşamın işleyişinin buna bağlı olduğu göreli ilişkiler kümesini öne çıkarmaktadır. Filmde K’dan bilgi almak amacıyla görevlendirilen hayat kadını Mariette de daha büyük bir amaç için kendilerini özveri ile sunmalarının onları “insandan daha insan” yapacak bir olasılık olarak görmektedir.
Filmde kendisini bir android olarak “tanıyan” ancak kendisinin gerçek bir insan ya da melez olmasından “kuşku duyan” kahraman, belleğinin parçalanmış ayrıntılarında bu kuşkuya dair umut bazen de kanıt aramaktadır. Kendisinin “O” (bir android ve insanın üremesinden doğan ilk canlı) olma ihtimali ortada dururken sonunda “O”nun aslında örtüsü, olası dikkatleri “O”ndan gizlemek için yapılan bir parça, küçük “o” olarak kendisini tanıdığında tam da Kartezyen felsefenin gerektirdiği gibi kendini bir özne olarak inşa etmeye başlamaktadır. Kendi varlığından kuşku duyarak düşünmeye başlar ve sonunda kuşku duyan özne olarak kendini tanır. Kendisini yaratılmış, tasarlanmış biyolojik bir varlık olarak tanır ama sonunda düşünen, referans çizelgesinden sapan varlığın bir türevi olarak kendini oluşturmaktadır. Referans kodlarından uzaklaştığında, standardize edilmiş kendisi olmaktan vazgeçtiğinde, şüphe duyduğunda kendisini inşa etmeye başlamaktadır.
Descartes’ın otomatlardan ayırıcı insani bir özellik olarak gördüğü gibi yeni koşullara göre davranışlarını uyumlulaştırır bunlara özgü yeni simgesel davranışlar gösterir. K, teğmen Joshi’ye düzenli olarak yalan söyler, at gibi belirli nesnelere bağlılığını arttırır. Baba ve kızı bir araya getirerek davranış ve düşünüşünde değişim gösterir. Androidler aslında özellikle dünya dışı kötü koşullarda yaşamak için tasarlanmıştır. Stelline yarattığı anılarla onların geleceğini değiştiremeyeceğini ama bunu daha dayanılır kılacak anımsanacak anılar oluşturabileceğini söylemektedir. Andoridler insanların “olmalarını istediği” kadar insandırlar ve Luv’un söylediği gibi dilendiği gibi “özelleştirilme” imkânı sunmaktadır. Wallace’ın onlara biçtiği rol ise tanrılarına huşu içinde hizmet eden “melekler” olmalarıdır. Yıldızlara sahip olmak birincil amaçtır. Bu yüzden andoridler basit kolonyalist-emperyal amaçlar için araçlar olarak anlam kazanmaktadır. Bu yüzden filmde kendini gösterdiği gibi belirli nesnelere özgül anlamlar yükleyerek, onlarla yinelenemez davranış örüntüleri oluşturmaları onları farklı kılmaktadır.
Irksal Bölünme ve Kolonyalist İdealler
Descartes’ın düşünen öznesi Tanrı’yı kendi eksikliklerinde tanımaktadır: Tanrı “tam” olandır. O sonsuzdur, her şeye gücü yeter, her daim iyi, doğrunun kaynağı, her şeyi bilen, her şeyin yaratanıdır (2013: 34,64). Bununla birlikte filmde “tanrı”nın yerini almaya çalışan insan eksiktir. Burada betimlenen tanrısallaşan insan büyük harfle başlayan özel bir “Tanrı”nın niteliklerine sahip değildir. Sınırlıdır, doğmuştur, kırılgandır, her şeye gücü yetmez, her şeyi bilmez ve araştırması gerekir. Verdiği kararlar kendiliğinden doğru değildir, olumsal ve görecelidir. Özellikle Luv karakteri için insanın bu sınırlılıkları, kendisini “üstün insan” olarak gören bir varlık için çekilmezdir. Luv “emeklilik dairesi” şefi Joshi’nin yanına geldiğinde bardağı elinde tutar ve kırılan bardağın bedeni kesmesi üzerine “Seni küçük şey” diye seslenir. Ya da laboratuvar görevlisini basit bir ense darbesiyle öldürür. Bu sahnelerde insanın kırılganlığı, kendisinden daha güçlü bir yaratıkla karşılaştırıldığında net bir şekilde açığa çıkmaktadır. Bunun yanı sıra insan iyiliğin kaynağı değildir ve doğada yarattığı tahribattan görüleceği üzere ağırlıkla kötülüğün işleyicisidir. Yaratımları bilgi ve becerisiyle sınırlıdır. Filmde “Tanrıcılık oynayan”ın dramı kendinden, doğal, yetkin biçimde bir araya getirmediği bu vasıflardan önce “tanrı” rolünü oynaması gibi görünür. Filmde yetkinliğe karşılık gelmeyen bir iddia korkutucu ve tehlikeli olarak sunulur.
Filmde insan hegemonların önemsedikleri şey insan ile androidler arasında bir ayrım olduğunu kurumsallaştırmak ve insani varoluşun bir ‘duyarlılık’ meselesi olduğu, bunun da ölçülebilir olduğunu ortaya koymaktır. Bunu en fazla önemseyen Şef Joshi’dir. İnsanlık ve androidler arasında kalın bir duvar vardır ve bu duvarın yıkılması felaket getirme tehlikesi içermektedir. Joshi’nin ifadesiyle “düzen sağlama” toplumsal farklılıkları bir ilke olarak ortaya koyup, ayrılığın sürekliliğin sağlamak anlamına gelmektedir. Film aristokratik bölünmeye benzer bir toplumsal yapılanma sunmaktadır; kast sistemi hakim gibidir. Dolayısıyla filmin felsefi çerçevesindeki hakim paradigma türsel ve ırksal ayrımcılığın kurumsallaştığı bir yapılanmayı öne çıkarmaktadır. İlk ayrım hastalıklı ve sağlıklı olan arasındadır. Romanda Isodore gibi “tavuk kafa”lıların ya da Sebastian gibi hızlı yaşlanma hastalığı olanların dünyayı terk etme olasılığı zaten yoktur. Toplumsal yapı eşitliğe dayalı değildir. Kolonyalist amaçların gerçekleşmesi için büyük bir şirket kuran Niander Wallace sepya bir atmosferin desteğinde, minimal, bir antropoloji müzesine benzer bir mekanda yaşamaktadır. Pek çok hizmetçisi vardır ve yaratılarını mükemmelleştirmek, onları zor şartlarda yaşayabilir kılmak istemektedir. Wallace’ın şahsında filmdeki hakim çerçeve, otokratik, apartheid, monopol bir şirket egemenliğindeki, distopik bir dünyayı imlemektedir. Bu dünyada yaşayan normal insanlar ise androidlerden daha yetersiz bir varlık türü olarak belirirler. Buna karşın onların türsel saflığı, androidler üzerinde ayrıcalık vermektedir.
Filmde çatışma yaratan, genel bir arayışı ortaya koyan temel ayrım insan/insan olmayan ayrımı, bu ayrılığın temel bir eşitlik düzeyinde çözümlenip çözümlenemeyeceğidir. Romanda belirdiği gibi[1] bazı şeylerin “gerçeğine” sahip olma ve bunun için çaba harcama kişileri ayrıcalıklı hale getirecek bir statü ve sınıf farklılığına işarettir. Örneğin K filmin başına android Sapper’ı “emekli” ettiğinde, romanın Deckard’ının canlı hayvan arzusunu yankılayacak biçimde evine kurulmuş sistemde varlık gösteren sanal sevgilisi Joi’ye bir yayıcı güncelleştirmesi alır. Bu yolla Joi evin dışına çıkıp yağmurun yağmasını hissedecek duruma gelir. Joshi de K’nın evine geldiğinde “gerçek bir şeyler” aradıklarını söyler. K için gerçek olmak onun kimliğinin de bağlandığı ağaçtan oyma atın imlediği gibi gerçek bir insan olma olasılığını içermektedir. Sevgilisi Joi ise her ne kadar 0 ve 1 kodlarından yaratılmış bir şey olsa da onu “o” yapacak anıları vasıtasıyla bir gerçeklik kazanır: silinmek ölmek ile aynıdır. K’yı korumak için, çünkü K hakkında pek çok bilgiye sahiptir, kendisini taşıyıcıya yüklemesini ve yanında götürmesini ister. K ona cihaz zarar görürse “öleceğini” söyler ve Joi bunun ona bir “hediye” olarak görülmesini ister; hem bu yolla gerçek bir canlı gibi ölecektir. Deckard da yıllar yılı mükemmel anısı ile yaşadığı Rachael’in sureti canlı biçimde yeniden önünde belirdiğinde sevdiği kadını izler ve “kusuru” bulur; Rachael’in gözleri yeşildir. Dolayısıyla “benzemek” gerçeklik etkisinde sadece bir ara geçiştir. Bu gerçeklik ve sahicilik tutkusunun sırrını ise Stelline tanımlar. Gerçeklik karman çormandır; duygularla bağıntılıdır. Lacancı bir ulaşılamaz, sembolleştirilemez gerçeğin (Bowie, 2007: 95) bu karman çormanlık ifadesi, bu uzamsızlık, geçeklik ve sahicilik arzusunun hem nasıl şiddetli hem de asla gerçekleştirilemez/ele geçirilemez olduğunu imlemektedir.
İstencin Özgürlüğüyle Ölüm, Merhamet ve Özveri
Filmin en dışarıdaki, ötekileştirilen üyesi K’dır. O sadece bir android değildir; androidleri öldüren bir cellattır. Anlatıdaki olayların ilerlemesiyle K, insan gibi ‘özel biçimde doğduğunu’ düşünür. Bir android (Rachael) ve gerçek bir insanın (Deckard) ‘doğal çocuğu’ olduğu hissiyatına kapılır. K, bu düşünceden hem nefret etmekte hem de haz duymaktadır. Bunun gerçek olmadığı ortaya çıktığında ise bilişsel etki, düşünmenin felsefi kendine dönüşlü (self-reflexive) doğası çoktan gerçekleşmiştir. K, insan olmanın özel biçimini büyük bir amaç için kendini feda etmeyi ve benlik duygusundaki karmaşayı yaşamıştır. İçine düştüğü şey tam olarak kuşkudur. K’nın durumu, onun geçici bir süre de olsa “KD6-3.7” değil de “Joe” olma ihtimali, onu sürekli androidlerin ve insanların sınırında tutmuştur. Bunun doğal sonucu insan ve android olmanın bütün yükünü üzerinde taşıdığıdır. Filmin tutumu, bu bakışı değerli göstermektedir. Filmde esas “insan”ın baba ve kız içerde buluşurken dışarıda can verdiğini empati yoluyla hissettirilmektedir. Teknik gelişmenin getirdiği yeni ahlaki tartışmalarda bakış açısı sömürülen varlık türlerinin tarafındadır. Onlar insanlığın melankolik işçileridir.
Descartes makineler belirli edimler veya konuşmalar yapabilse de bunların gerçek bir istencin dışavurumu ya da düşünen bir öznenin edimlerinin dışsallaştırması olarak kabul etmemektedir. Buna karşın bu usavurum öne sürülen koşul gerçekleştiğinde otomatları özne olarak kabul edecek bir çerçeve sunmaktadır. Film tam da bu sorunsala yoğunlaşmakta ve makinelerin giderek bir özne oluş sürecini öne çıkarmaktadır. Çünkü onlar sadece robotik bir düşünme kalıbına değil, bir vicdana ve merhamete de sahiptir. İlk filmde de Roy’un, ikincisinde K’nın ve romanda Deckard’ın sonunda karşılaştıkları kendi varlıklarıyla yüzleşmedir. Romanda Rachael, Deckard’ı sevmeye başlamıştır ve şöyle der: “Seni seviyorum. Eğer bir odaya girip de senin derinle kaplanmış bir divanı görseydim Voigt-Kampff testinde çok yüksek bir sonuç alırdım”. Luba Luft gibi çok iyi bir şarkıcı androidi öldüren Deckard, bunun bir mantıksızlık olduğunu düşünür; onlar yararlı bir şekilde kullanılabilen “şeyler” gibi görünür. Sonunda ise “bazı” androidlere karşı empati geliştirmeye başlar. Duyumsal ilişki ve onların toplumun üretken bir parçası olarak tanıma burada belirleyici olur. Rachael ise kendisinin görüntüsel bir kopyası olan Pris’e karşı güçlü bir empati duymaya başlar, onun durumuna üzülür ve bunların intikamını almak için Deckard’ın keçisi Euphemia’yı öldürür. Deckard sonunda görevini tamamlayıp evine döner ancak yaptığı şeylerin dehşetini hissetmektedir.
Deckard’ın roman boyunca hedeflediği canlı bir hayvana sahip olma çabası başarısızlığa uğramıştır; sonunda sahipsiz ve sevgisiz bir şekilde kendisiyle baş başa kalır (Dick, 2014: 235, 172, 224, 267). İlk filmde de Roy kaybettiği arkadaşlarının ardından Deckard’a belirli acıları duyumsatır, onun parmaklarını kırar. Böylece onun “empati” duymasına yardımcı olur. Bununla da kalmaz, avcı Deckard’ın giderek av olduğu son sahnelerde Roy onu kovalar ve avcı haline gelir. Deckard artık kaçmanın mümkün olmadığı durumda Roy, eliyle Deckard düşmek üzereyken yakalar ve kurtarır. Roy korku içinde yaşamanın, köle olmanın ne demek olduğunu Deckard’a hissettirdiğinde ölümü kabullenmektedir. Roy bu aşamada merhamet göstermektedir. Filmde merhametin üst düzeyde insani duygulanımlardan birisi olarak sunulduğunu söylemek mümkündür. “Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan duyulan üzüntü acıma” (TDK, 1998: 1538) olarak bu duygu, ötekinin varlığına yaklaşmayı, farklılık yerine belirli türde bir ortaklık yaratma imkanı sunmaktadır. Roy merhamet yoluyla, beyaz bir güvercinle sembolize edilen ruhsal özgürlüğe ulaşmıştır. Nefret duygusundan arınmış, affetmiştir. Roy’un hiçbir zorunluluk yokken gösterdiği merhamet edimi, son filmde K’nın özverisiyle yeni evreye taşınmaktadır. Merhamet duygusu empati olanağı sunarken bir amaç uğruna kendi çıkarlarından vazgeçme olarak ifade edilen (TDK, 1998: 1750) özveri, adanmışlık yaratmakta, toplumsal bir bilincin, süperegonun oluşmaya başladığını göstermektedir.
K’nın baştaki durumu özgeci olmaktan uzaktır: ilk insan-android karışımı canlı olmaktan korksa da “O” olmak onu heyecanlandırır. Dedektif gibi arayışına devam etmektedir. K kendinin “O” olmadığını anladığında artık eskisi bir referans değere uyumlu olmadığını görmektedir. Bu aşamadan sonra melankoli içinde kendini Deckard ve Stellina arasındaki baba-kız bağının kurulmasına yardımcı olmaya adamıştır. Teber’in vurguladığı gibi bir toplumsallaşamama sorunu olan melankolide, melankolik kişiler “insanların benliğinin (de) siyasal bir ürün olduğunu ve yanlış bir hayatın doğru yaşanamayacağını” bilirler. Temel sorun olarak “insanın kendi kişisel yazgısını gene kendisinin belirleme istemi[2]“ne yönlendirirler. Dolayısıyla onlar karşı oldukları kurumlara insanlara dolaylı ya da dolaysız biçimde öldürten, intihar eden kişiliklerdir (Teber, 2009: 9, 14). Bu melankolik betimlemesinin tipik bir örneği öleceğini bile bile Deckard’ı kurtarmaya giden ve onu kızına kavuşturan K’dır. Seyircinin empati kurduğu K insanlar ve androidler arasında yıkıcı bir savaş istememektedir. Sevdiği kadın olan Joi ile ayrımcılık görmeden bir yaşam sürmek istemektedir. Joi’nin öldürülmesi/yok edilmesi K’yı yeni bir evreye taşır ve K “kaybetmenin” ne anlama geldiğini deneyimler.
Hem ilk film ve romanda androidlerin bir bilinç ve benlik duygusuna sahip olup olamayacağı ve sonuçta “olduğu” konusu, hem de ikinci filmde, onların bir bilince sahip olduğu ve doğal yollarla üreyerek özel bir yaratıcıya gereksinim duymadıkları olgusu, çatışmanın daha da yükselişe geçeceği bir geleceği işaret etmektedir. Androidler kendi ‘insani’ özlerini ve eşitliklerini ispat edecek bir ‘özel’ varlığa sahiptir. Bu varlık kırılgandır. Beden ruh düalizmi açısından, tasarımlanmış, yapay bir bedene sahip olsa da aynı zamanda bir “ruha”, kuşkuya sahip görünen androidlerin insani öz iddiaları Kartezyen perspektiften mümkündür. Hatta insan/android ayrışmasının gelecekteki olası sonuçları gözetildiğinde, Kartezyen felsefe insani özü ruh ve bilinç gibi daha soyut bir düzeyde ele aldığı için, bu çatışmayı idealist felsefe temelinde bir çözüme kavuşturmada araç da sağlayabilir. Eser öznenin inşasında kuşkuyu, empatiyi, merhameti ve özveriyi önemli bir temel olarak kabul eder ve otomatların gerçekten yaratılmış bir “şey” olmakla kalmayıp bir kimliğe sahip olduğu düzleme gönderimde bulunmaktadır.
Buna karşın insanın kendine köle ‘yaratması’, bu kölelerin bir ruha sahip olması türler arası ayrışma ve çatışma bakımından klasik liberal kavrayışın yeni düzeylerine gönderimde bulunmaktadır. Androidlerin talepleri, Heywood’un milliyetçilikle ilişkilendirdiği kendi kaderini tayin, kimlik siyaseti ve millet gibi kavramlarla ilişkilidir. Faşizmin de bir ırk siyaseti güttüğü, genetiğin politikayı belirlediği iddiası gözetildiğinde (2013: 164, 227) filmin bu türden kolonyalist politikaları yankıladığını, daha eşitlikçi/reformist ilişki çağrısında bulunduğunu söylemek mümkündür. Böylece eserler güncel ırk siyasetinin olası sonucunu gösterse ve bu konuda uyarılar sunsa da, kimliğin kurucu unsuru konusunda epistemolojik (düşünüyorum öyleyse varım), insan felsefesi (empati duyuyorum o halde yaşayan özel bir insani öze sahibim), psikolojik (merhamet gösteriyor ve kendimi daha özel bir amaç için feda edebiliyorum) olarak bir açıklama sistemi sunmaktadır.
- [1] İtalikler Teber’e ait.
- [2] Romandaki Deckard sürekli biçimde onun sınıfsal durumunu “görünür” kılacak bir canlı hayvan sahipliği peşindedir.
- Bu makale Sinefilozofi dergisinin 8. sayısında yayınlanmıştır. Metnin tamamını okumak için tıklayınız.