Netflix’ten Şiirsel Bir Göç Bilimkurgusu: IO

Netflix‘in son yıllarda yakaladığı ivme her yaştan izleyiciyi memnun ederken, özellikle bilimkurgu ve fantastik eserlere yaptıkları yatırım da dikkate değer. Bu eserlerden biri de geçtiğimiz günlerde bizlerle buluşan IO. Senaristliğini Charles Spano, Clay Jeter ve Will Basanta’nın, yönetmenliğini ise Jonathan Helpert‘ın üstlendiği film, Margaret Qualley (Sam), Anthony Mackie (Micah) ve Danny Huston‘dan oluşan bir oyuncu kadrosuna sahip.

IO, bir saat 36 dakikada yalnızlık ve melankoli temelleri üzerinde yükselen iddialı bir bilimkurgu filmi olarak karşımıza çıkıyor. Açılış sahnesinde kirlenmiş atmosferin karakterin ağzından dökülen kelimelerle tasvir edilmesi hoş bir “merhaba” olmuş. Seyirciyi daha ilk dakikadan itibaren adım adım bu karanlık geleceğe sürükleyen IO, kullandığı sıra dışı dille de dikkat çekici. Bilimkurgu türündeki yapımlar çoğunlukla kostüm ve mekan konularında hayli pahalı dekorlar inşa ederken, IO afişine koyduğu görselin aksine bu konularda neredeyse hiç emek harcamamış. Bu olumsuz tabloya karşın, şiirsel bir anlatı yoluyla konuyu aktarma yolunu seçmiş ve verdiği ipuçları ile ortaya çıkacak karamsar gelecek tasvirinin haklılığını kanıtlamak istemiş.

Atmosferde oluşan ani değişimler insanları birer birer öldürürken, bilim insanları farklı gezegenlerde bulmayı ümit ettikleri kurtuluş için geç kalmıştır. İnsanlar zehirlenmeye başlar. Yapılacak şey gezegeni terk etmektir. 100 gemilik bir göç görevi sonrasında Jüpiter’in volkanik uydusu olan IO üzerinde konumlanmış bir koloni ile insan ırkı hayata tutunmaya çalışır. Bu aşamada filmin yaşanan yıkıma karşı kullandığı dil yine önemli bir duruma işaret ediyor.  Film, gezegenimizin bizi hayatta tutamayacak kadar kötü bir döngüye girişini insanlardan kurtulup yeniden arınabilmesi için zamana ihtiyacı olduğu fikriyle açıklıyor. Doğanın karşısında insan ırkının er ya da geç yenileceğine ve doğanın yine bildiğini okuyarak önüne çıkan tüm bentleri yıkacağına olan inanç, yapımda göze batmadan ustalıkla sergilenmiş.

Sam ve babası ise, bu yok oluş sürecinde başta arılar olmak üzere birçok canlı türünün gezegendeki yeni yaşama uyum sağlayacağı ve bu yönde evrileceği fikrinde. Bulunduğu araştırma merkezinde yalnız kalan Sam, bir yandan araştırmasını sürdürürken bir yandan da IO ile iletişime geçerek kolonilerden haberdar oluyor. Kolonilerin Güneş Sistemi dışında Dünya’ya çok benzeyen bir gezegen bulmasıyla birlikte bu gezegene yönelik keşif görevi yapmaya karar verilmesi, kolonideki insanlar için heyecan uyandırsa da Sam için bir ikilem doğuruyor.

IO’ya gidecek son araçlarla birlikte gezegeni terk etmekle gezegende kalarak araştırmalarını sürdürmek arasında sıkışan Sam, uçan balonuyla tepeye gelen Micah ile karşılaşıyor. Film, Micah’ın ilginç hayat hikayesine kısa bir bakış attıktan sonra dikkatimizi yeniden gezegendeki yaşam sorununa çekiyor. Buraya kadarki her saniyede bu büyük çöküşe uygun duygular barındırmayı hedefleyen IO, karakterlerin hüznünü de başarıyla yansıtmayı biliyor.

Beğenilere oranla, filme yönelik keskin eleştirilerin daha fazla olduğunu belirtmekte yarar var. Ancak bir gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor: IO, tıpkı 2017 yılında yayımlanan Bokeh filmi gibi duygu temelli bir dram bilimkurgusu. Sam ve Micah’ın dışında başka bir karakter görmek neredeyse mümkün değil. Terk edilmiş gezegenimize ait görüntülerse yok denecek kadar az. Dahası, filmde özel efekt beklentisine de girmemeniz gerekiyor.

Peki, IO filmi neden izlenmeli?” derseniz, karakterlerin gezegenimizi benimsediklerini gösteren şiirsel anlatımı takip etmenizi önerebiliriz. Ayrıca Sam’in, Dünya’yı terk edilemeyecek kadar kutsal görmesi ve evrimin gücüne olan bağlılığı ile gezegende kalmanın daha doğru olacağına yönelik inancı hayli dikkat çekici. Film boyunca evrim hakkında yapılan konuşmaların yer yer mitoloji ile süslenmesi, sade ve ağır tempolu filmlerden hoşlananları memnun edecek nitelikte. Chopin’in sevilen bestesi Nocturne in E Flat Major (Op. 9 No. 2) ile süslenen IO, hüzünlü bir göç hikâyesini şiirsel yalnızlıkla vermeye çalışan, doğayı korumanın önemine farklı bir pencereden yaklaşan ve eleştirilerin aksine izlenmeyi hak eden bir yapım.

Yazar: Varlık Ergen

sabaha karşı başlamış bir doğumun eseriyim_ cennet bahçelerinden düşenlerdenim bir de- parçalanmış benliklerimin gölgesinde bir bireymiş gibi yaşıyorum_ tuzlu suyun yakınlarında olmak şanslı kılıyor beni- #ModelEvren #Sinestezi #KaraDua #Matem varlikergen.com -yazar-okur-seslendirir-

İlginizi Çekebilir

atlas

Samanyolu’ndan Andromeda’ya Uzanan Bir Av Hikâyesi: Atlas

“Kendimizden daha zeki şeyler üretiyorsak, onları nasıl kontrol edeceğimizi nereden bileceğiz?” Yapay zekânın iyice hayatımıza …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin