Bir ilişki bittikten sonra hayatı sıfırlamak, her şeye yeniden başlamak çoğumuzun zaman zaman düşündüğü bir şey. Ancak bu kararın verilmesinin ardından uyanılan ilk sabah yine eski sevgili hatırlanacak, potansiyel yeni sevgilide eskisinin özellikleri aranacak ve en önemlisi de eski sevgili ile gelen alışkanlıklar devam edecek. Dolayısıyla eski sevgiliye dair duygu, düşünce ve anılar bellekte olduğu sürece hayata yeniden başlamak pek de mümkün değil. Peki bir şekilde eski sevgili ve ona dair her şey bellekten tamamen silinebilseydi? O zaman belki yeniden başlamak ve yeni aşklara yelken açmak mümkün olabilirdi. Olabilir miydi?
İşte bu sorunun yanıtını arayan Eternal Sunshine of the Spotless Mind, 2004 yılında Michel Gondry‘nin yönetmenliğinde çekilmiş bir bilimkurgu ve romantik drama. Charlie Kaufman tarafından yazılan senaryo, Gondry, Kaufman ve Pierre Bismuth‘un ortak öyküsüne dayanıyor. Film, belleğin ve sevginin doğasını keşfetmek için psikolojik dramayı, bilimkurguyu ve doğrusal olmayan anlatı unsurlarını kullanıyor. Bu döngüsel kurgudaki amaç, belleğin anıları parça parça hatırlatmasını ve bir anıyı hatırlamak için bellekteki başka anılara gönderme yapmasını görselleştirmek. Bunu da çok başarılı bir şekilde yaptığını belirtmek lazım.
Filmde Jim Carrey, Joel Barish rolünde karşımıza çıkıyor. Carrey, genellikle komedi filmleriyle tanınsa da bu filmdeki performansıyla dramatik yeteneklerini de sergiliyor. O dönemde komedilerden artık sıkıldığını belirtmişti. Zaten aynı yıl fantastik bir çocuk filmi olan A Series of Unfortunate Events’te de oynadı.
Kate Winslet ise Clementine Kruczynski rolünde. Winslet, bu rolüyle En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar adaylığı da kazandı. Kadroda Tom Wilkinson, Kirsten Dunst, Mark Ruffalo, Elijah Wood gibi önemli isimler var. Oyuncu kadrosu adeta yıldızlar geçidi gibi.
Peki film bize ne anlatıyor?
Joel Barish, ayrıldığı kız arkadaşı Clementine Kruczynski’nin New York’taki Lacuna firmasına giderek kendisiyle ilgili anılarını sildirdiğini öğreniyor. Kalbi kırılan Barish, aynı işlemden geçmeye karar veriyor ancak işler umduğu gibi gitmiyor. Eternal Sunshine of the Spotless Mind, hafızanın ve ilişkilerin karmaşıklığını derinlemesine inceleyen bir film. Görsel stili, kurgusu, yazımı ve oyunculuk performanslarıyla günümüzde de önemini koruyor. 77. Akademi Ödülleri’nde En İyi Orijinal Senaryo dalında Oscar kazanmış olması da senaryosunun derinliğini gösterir nitelikte.
Film, gösterime girdiği yıllarda kült bir klasik hâline geldi ve birçok eleştirmen tarafından 2000’lerin en iyi filmlerinden biri olarak kabul edildi. Ayrıca, hafıza ve aşk temalarını işleyişiyle bilimkurgu sinemasına yenilikçi bir bakış açısı sundu. Bunun dışında bilimkurgu sinemasının o güne kadarki tüm klişelerini alt üst eden, standartların yeniden düzenlenmesini gerektiren yenilikler de getirdi. Yapım, belleğin silinmesi üzerine kurulu bir teknolojiye odaklanıyor. Bu teknoloji, insanların istemedikleri anıları silmelerine olanak tanıyor. Söz konusu konsept, o döneme kadarki bilimkurgularda pek de rastlanmayan bir yenilik olarak öne çıkıyor. Hafıza silme işlemi, filmde Lacuna Inc. adlı bir şirket tarafından gerçekleştiriliyor.
Bilimkurgu filmleri genellikle teknolojik yenilikler ve gelecekteki dünyalar üzerine odaklanır. Eternal Sunshine of the Spotless Mind ise insan psikolojisi, zihin, bellek ve duygusal derinliği merkezine alıyor. Hafıza silme teknolojisini kullanarak izleyicilere aşk, kayıp ve pişmanlık gibi evrensel temaları keşfetme fırsatı sunuyor. Bu da doğal olarak bilimkurgu türüne daha insani ve duygusal bir boyut kazandırıyor. Filmde doğrusal olmayan bir anlatım tekniğinin kullanıldığını görüyoruz. Anılar ve gerçek zamanlı olaylar arasında gidip gelen hikâye yapısı, izleyicilerin Joel’in zihnindeki karmaşayı ve duygusal yolculuğunu daha iyi anlamalarını sağlıyor.
Filmde kullanılan görsel efektler ve stil, bilimkurgu sinemasına yeni bir soluk getiriyor demek yanlış olmaz. Yönetmen Gondry, pratik efektler ve yaratıcı kamera teknikleri kullanarak izleyicilere Joel’in zihnindeki anıların silinme sürecini görsel olarak etkileyici bir şekilde aktarıyor. Bu, CGI yerine pratik efektlerin kullanıldığı nadir bilimkurgu filmlerinden biri. Fransız yönetmen, Fransız film noir tadındaki görsel estetiği ile izleyicileri insan zihni içinde farklı bir dünyaya götürmeyi başarıyor. Ayrıca Eternal Sunshine of the Spotless Mind, New York’a alışılmışın dışında bir bakış açısı da kazandırıyor. Yönetmen, New York’un ikonik gökdelenleri ile geniş ve kalabalık caddeleri yerine, daha sakin ve Avrupai mahallelerine odaklanarak şehri farklı bir perspektiften gösteriyor. Bu yaklaşım, filmin genel atmosferine ve anlatımına büyük katkı sağlıyor.
Filmde Times Meydanı veya Manhattan görülmüyor, onun yerine daha az bilinen ve sakin bölgelerin gösterilmesi tercih ediliyor. Bu, filmin daha samimi ve kişisel bir atmosfer yaratmasına yardımcı oluyor. Montauk gibi küçük kasabalara ve Brooklyn gibi mahallelere odaklanılıyor. Bu bölgeler, filmin melankolik ve içsel yolculuk temasına daha uygun bir zemin hazırlıyor. Michel Gondry’nin bu yenilikçi sinematik bakışı, Eternal Sunshine of the Spotless Mind‘ı diğer bilimkurgu ve romantik dramalardan ayıran önemli bir unsur. Gondry’nin yaratıcı ve duygusal anlatım tarzı, filmi unutulmaz kılan başlıca etkenler arasında.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind, bilimkurgu sinemasının aksiyon sahneleri olmadan da etkileyici ve derin olabileceğini kanıtlayan filmlerden. Aksiyon yerine karakterlerin iç dünyalarına ve duygusal yolculuklarına odaklanıyor. Joel ve Clementine’in ilişkisi, hafıza silme süreci boyunca izleyicilere duygusal ve psikolojik bir keşif yolculuğu vadediyor. Bu, bilimkurgu türünde nadir görülen bir yaklaşım ve izleyicilere daha insani ve duygusal bir deneyim katıyor. Öte yandan, hafızanın silinmesi ve silinirken anıların yeniden yaşanması süreci, izleyicilere insan hafızasının ve duygularının karmaşıklığını gösteriyor. Eternal Sunshine of the Spotless Mind‘ın ardından bilimkurguyu aksiyon yerine dramayla birleştiren, hatta bilimkurgu/aşk filmi diyebileceğimiz çok sayıda yapım hayatımıza girdi. Dolayısıyla filmin bilimkurgu sinemasında bir devrim yaptığını söylemek abartı olmaz.
Son olarak filmin müziklerine de değinmek gerek. Filmin müzikleri, İngiliz müzisyen ve besteci Jon Brion‘a ait. Brion, film müziklerinde kullandığı benzersiz tarzı ve yaratıcılığıyla tanınan bir isim. Daha çok yönetmen sineması türündeki filmlerin müziklerini bestelemesiyle biliniyor ve bu filmin de görsel ve anlatısal estetiğini çok iyi tamamlayan işitsel bir eser ortaya koyuyor. Brion, akustik ve elektronik elementleri harmanlayarak filmin gerçeküstü ve melankolik atmosferine uyum sağlayan bir ses paleti yaratıyor. Filmde kullanılan bazı şarkılar, karakterlerin ruh hâllerini ve anılarını desteklemek için dikkatle seçilmiş. Örneğin, The Polyphonic Spree tarafından seslendirilen “Light & Day” şarkısı, Clementine’in enerjik ve özgür ruhunu yansıtırken, Beck’in “Everybody’s Gotta Learn Sometime” yorumu ise filmin melankolik ve içsel atmosferine katkıda bulunuyor. Bu beklenmedik müzikal seçimler, filmin olağandışı atmosferini daha da güçlendiriyor.
Kısacası Eternal Sunshine of the Spotless Mind, izleyicilere hem unutulmaz bir sinema deneyimi yaşatan hem de hafızanın ve ilişkilerin karmaşıklığını keşfetme fırsatı sunan unutulmaz filmlerden…