predators

Uzak Bir Dünyada Av Hikâyesi: Predators

Predators, belki de sinema tarihinin en ilginç girişlerinden birine sahip; karakterler gökten zembille iniyor! Gerçekten. Son hatırladıkları şeyin göz kamaştıran bir ışık parlaması olduğunu söylüyorlar. Serbest düşüşte çığlık atarken bir yandan da paraşütün ipini yakalamaya çalışıyorlar. Peki sırtlarında paraşüt olduğunu nereden biliyorlar? Onu sormayın işte. Üstelik başlarına geleni anlamak için sadece bir dakikaları var, hatta belki o kadar bile yok. İnişin kaç dakika süreceği belli değil sonuçta. Üstelik de söz konusu olan yabancı bir gezegense… Evet, gökten zembille inen karakterlerimiz Dünya’da bile değil.

Hollywood ticari sinemasının amentüsü olan “action” hemen devreye giriyor, kovalamaca başlıyor, heyecan doruğa ulaşıyor… Film kımıldamalı… Sinemaya boşuna mı “movie” yani “kımıldayan resim” deniyor? Koca bebeğimiz (seyirci) asla sıkılmamalı. Heyecanla, soluk bile almadan mısırına uzanmalı… “Hani nerede action?” diye sormamalı, verdiği paranın karşılığını almalı… Gezegene ilk iniş yapan Royce (Adrien Brody) oluyor. Kısa bir süre sonra da diğerleri yağmaya başlıyor. Hepsinin ortak yönü profesyonel katil olmaları: bir paralı asker, bir Yakuza, bir İsrailli keskin nişancı, bir seri katil, bir Afrika savaş lordu… Bir de görünüşte masum pratisyen hekim… “Ben niye buradayım?” diye soruyor, “Bana da silah verin!” diyor…

Peki bu insanlar nasıl seçildiler ve neden oradalar?

Başka bir dünyada olduklarını kısa sürede anlıyorlar: Görünüşe göre mükemmel bir şekilde biçimlendirilmiş bir dünyada… Yerçekimi normal bir şekilde yürümelerine izin veriyor, havayı soluyabiliyor ve suyu içebiliyorlar. Royce garip bir şey fark ediyor: Güneş hareket etmiyor. Yüksek bir tepeye vardıklarında gökyüzünde üç tane uydu olduğunu da görüyorlar. Ama uydular çok yakın ya da çok büyük, zira çapları bizim Ay’ımızın birkaç katı… Her bilimkurgu hayranı bilir ki, bir gezegen yıldıza her zaman aynı yüzünü gösteriyor ve etrafında da büyük gök cisimleri varsa, devasa gelgit kuvvetleri tarafından yamultulur ve erimiş lav hâline gelir. Oysa filmin geçtiği gezegende böyle bir volkanik faaliyet gözlenmiyor… Ama siz yine de izlemeye devam edin.

Ziyaretçiler korkunç av hayvanları tarafından saldırıya uğradıktan sonra Royce durumu hemen anlıyor (Royce’un anlamadığı bir şey yok): Uzaylılara ait bir tür av sahası burası… Peki ama bu avlağı kim yönetiyor ve neden böyle bir şey yapıyor? İlk “Predator(1987) filmini hatırlarsanız, Arnold Schwarzenegger ve adamları görünmez bir uzaylı avcıyla Amazon’da savaşıyordu. Anlaşılan aynı uzaylı tür, yeniden karşılaşmak için insanları kendi yıldız sistemlerine getirmiş… Sadece avlamak için birkaç memeliyi ışık yılları boyunca uzayda taşıyan bir yaratığı hayal edebiliyor musunuz? Üstelik de bu yaratık gezegenler arası solucan delikleri açabilecek zekâya sahip… Yine de canı avlanmak istiyor işte…

Aman, boş verin! Filmde yaban domuzu gibi yaratıklar var, daha ne istiyorsunuz! Her biri yaklaşık yarım ton ağırlığında olmasına karşın çita kadar hızlı koşabilen yaratıklar bunlar… Üzerlerinden çok fazla boynuz ve diken çıkıyor, bu da çiftleşmenin epey zor olacağı anlamına geliyor. Tasarımın mükemmelliğine dikkatinizi çekeriz. Boğazlarından çıkan dikenler hayvanların kafalarının etrafını sarıyor ve ağızlarından öne doğru uzanıyor… Peki avını öldürdükten sonra nasıl yiyor acaba? Ya da şöyle diyelim, onca sivri boynuzun arasında kafalarını uzatıp da avlarını nasıl parçalayabiliyorlar? Belki sırt üstü yatıp yemeklerini ayaklarıyla içeri itiyorlardır. Ama bunu da yapamazlar, çünkü sırtları kocaman dikenlerle dolu… Neyse bunu boş verelim!

Film çoğunlukla korkunç bir düşman tarafından şimşek hızında saldırıya uğrayan anti-kahramanlarımız hakkında… Mücadele sahneleri tam bir efekt karmaşası… Her şey hızla olup bitiyor. Üstelik ilk “Predator” filminin sessiz gerilimine de sahip değil… Hele de “Alien vs. Predator” filmlerinden hiç bahsetmeyelim. Zaten yönetmen, ilk film ile günümüz arasında geçen olayları yok saymaya karar vermiş. Bu arada uzaylıların görüş netliği 1987’den beri pek gelişmemiş, ayarı bozuk VHS kalitesinden ileriye gidememiş. Hâlâ renkleri 320×240 çözünürlükte cırlak ve patlak görüyorlar.

Bu tür filmlerde her zaman birkaç karakter ölür. Asıl garip olan hepsinin neden ölmediği. Şu yaban domuzuna benzeyen hayvan saatte 90 kilometre hızla birine çarpsa, filmde o adamın başka diyaloğu olabilir mi? Elbette bir de kadın var, Isabelle (Alice Braga). O ve Royce yavaş yavaş bağ kuruyor ve her zamanki klişeler gerçekleşiyor. Kahramanımız bencilce davranıyor, kadınsa daha insancıl. Kahramanımız geçmiş travmalarının etkisiyle (hangi travmaysa artık) yamulmuş, psikolojisi bozulmuş. Soğuk, aksi ve tetikte. Sonunda kadın tarafından evcilleştirildiğini söylemeye gerek bile yok.

Predators için kötü bir film denemez. Sadece ele aldığı konuya yeni bir bakış açısı getiremiyor. Sanki “orijinali bugün çekilseydi nasıl bir film ortaya çıkardı?” sorusunu yanıtlamak için çekilmiş gibi duruyor. Bunu da bir klişeler resmi geçidine dönüştürerek yapıyor. Karakterleri eleştirmeye gerek yok, sadece kendilerinden beklendiği kadar “kişilikleri” var. Yani hiçbiri (doktor dâhil) bizi şaşırtmıyor. Sonuç olarak film kendini izletiyor ve çok fazla sıkmıyor. Ancak, günümüz seyircisinin biraz daha entelektüel derinliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Neticede orijinal Predator, kızılötesi görüş, uzaylı avcı kavramı, kamuflaj ve görünmezlik teknikleri gibi yenilikçi fikirler içeriyordu. Farklı uzaylı türler arasında ölümüne bir sürek avı fikri de oldukça ilginçti. Predators ise gerek efektleriyle gerek sinema anlayışı ile gerekse de bilimkurgu ögeleri açısından bize çok fazla şey vaat etmiyor. Yine de, çok fazla beklentiniz olmadığı müddetçe, eğlendirici bir film olduğu söylenebilir.

Yararlanılan Kaynak:

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

Er ist wieder da

Hitler Zamanda Yolculuk Yaparsa: Er ist Wieder Da

Özellikle güncel politika konuşulan ortamlarda eski politikacılara atfen, “Bugünleri görseydi ne düşünürdü, ne yapardı?” diye …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin