Iron Maiden‘ın solisti Bruce Dickinson, müzik dünyasındaki en renkli karakterlerden biri. Ayrıca, ayırt edici sesi ve sahne hâkimiyetiyle tüm zamanların en saygın metal vokalleri arasında. Diğer yandan da tam bir rönesans insanı; lisanslı bir ticari pilot, kılıç kullanıcısı, okur, motor tutkunu ve tabii ki iyi bir bira sevdalısı… Dickinson’ın “sevdiği etkinlikler” listesinde bilimkurgu filmleri de var elbette.
Dickinson, 2018 yılında Revolver dergisine verdiği röportajda en sevdiği üç bilimkurgu filmini sıralamış ve şöyle demişti: “Hepsi de oldukça derin filmler. Hepsinde insan unsuru ve hikâye çok güçlü, ayrıca hepsinde bilim unsuru da mükemmel. Hepsinin muhtemel gelecekleri öngördükleri söylenebilir.”
Şimdi gelin, Bruce Dickinson’ın çok sevdiği ve bizlere de mutlaka izlemimizi önerdiği o üç bilimkurgu filmine birlikte göz atalım.
The Day the Earth Stood Still (1951)
Dickinson’ın seçtiği üç film arasındaki en eski olanı, türün klasiklerinden The Day the Earth Stood Still. Robert Wise tarafından yönetilen filmin müzikleri, Alfred Hitchcock’un Psycho‘su ve Orson Welles’in Citizen Kane‘i gibi filmlerin müziklerini de besteleyen Bernard Hermann’a ait. Oyuncu kadrosunda ise Michael Rennie, Patricia Neal, Hugh Marlowe gibi o dönemin yıldızları yer alıyor.
Harry Bates’in 1940 tarihli bilimkurgu hikâyesi Farewell to the Master’a dayanan film, ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki erken nükleer silahlanma yarışının yaşandığı Soğuk Savaş döneminde geçiyor. Uzaylı Klaatu, yanında başlıca görevi onu korumak olan robotu Gort ile Dünya’ya geliyor. Yegane amacı yetkilerle görüşmek ve yaklaşan küresel tehlikeye karşı insanlığı uyarmak. Ancak tahmin edilebileceği gibi bu çabaları pek de hoş karşılanmıyor. Klaatu’nun artık insanlara yıllarca unutamayacakları bir ders vermekten ve muazzam güçlerini sergilemekten başka çaresi kalmıyor.
Başrolünde Keanu Reeves’in oynadığı 2008 tarihli modern bir uyarlaması da bulunan film, bilinmeyene karşı duyduğumuz yersiz korkunun ve değişime olan isteksizliğimizin en başarılı sinema örneklerinden.
Forbidden Planet (1956)
Dickinson’ın listesindeki kronolojik sıraya göre bir sonraki film, yine 1950’lerin en iyi bilimkurgu filmlerinden biri olarak kabul edilen Forbidden Planet. Fred M. Wilcox tarafından yönetilen ve Cyril Hume tarafından yazılan film, Allen Adler ve Irving Block’un orijinal senaryosuna dayanıyor. Yıldızları arasında ise Walter Pidgeon, Anne Francis ve Leslie Nielsen var. Film, Shakespeare’in Fırtına (The Tempest) oyunundaki karakterlere ve mekânlara benzerliği ile bazı yorumcuların da beğenisini toplamakta zorlanmıyor.
Birçok yönden öncü bir film olan Forbidden Planet, bilimkurgu sinemasının geleceğine dair de etkileyici bir portre çiziyor. Yapım, insanların bir uzay gemisiyle ışıktan hızlı seyahat ettiği ilk film olarak tarihe geçti ve bu fikir 20 yıl sonra Star Wars tarafından popüler hâle getirildi. İlginç bir şekilde Forbidden Planet, Dünya’dan çok uzaktaki başka bir gezegende geçen ilk film olarak da öne çıktı ve bu da yine George Lucas’a esin kaynağı olan fikirler arasındaydı. Ayrıca Forbidden Planet’in müzikleri, Bebe ve Louis Barron tarafından tamamen elektronik olarak yapılan ilk film müziği olarak kayıtlara geçti.
23. yüzyılda, ışık hızını bile aşmayı başaran insanlık uzaya açılmış ve bilinmedik diyarları fethetmeye ve sömürgeleştirmeye başlamıştır. Birleşik Gezezenler Kruvazörü C-57D, sonunda araştırmak için yola koyuldukları Altair-4 adlı gezegene ulaşır. Mürettebatı karşılayanlarsa Dr. Morbius, güzel kızı Altaira ve Robot Robby olur.
Quartermass and the Pit (1967)
Dickinson’ın son tercihi ise Quartermass and the Pit. Hammer Film Productions’dan çıkan film, stüdyonun daha önceki filmleri olan 1955 yapımı The Quatermass Xperiment ve 1957 yapımı Quatermass 2‘nin devamı niteliğinde. Öncüllerine benzer şekilde, Nigel Kneale’in Quartermass and the Pit adlı BBC dizisine dayanıyor. Filmin yönetmenlik koltuğunda Roy Ward Baker yer alırken, başrollerinde ise Andrew Keir, James Donald, Barbara Shelley ve Julian Goliver var.
Hikâye, neredeyse tamamen orijinal TV dizisine sadık. Londra metrosunun yeni uzantısı için yapılan bir çalışma sırasında gizemli bir nesne bulunuyor. Nesnenin yakınlarında, beş milyon yıldan yaşlı birtakım canlı kalıntılarına da rastlanıyor. Quartermass, nesnenin aslında eski bir Marslı uzay gemisi olduğunu fark ediyor ve uzaylıların insan evrimine müdahale ettiği sonucuna varıyor. Ancak buldukları gemi bir bilince sahip ve çok geçmeden de insanları kötü amaçlar için etkilemeye başlıyor.