Sinemada çöller hem Dünya’da hem uzak gezegenlerde hem de kahramanın iç dünyasında keşfedilmemiş sınırları temsil eder. Çölün alabildiğine genişliği ve ürkütücü boşluğu, kahramanda bir tür önemsizlik ve anlamsızlık hissi uyandırarak onu varoluşsal sorgulamalarla birlikte içsel çatışmalara ya da bir tür kefaret arayışına yöneltebilir. Kahraman çölde yalnız başınadır. Dikkatini dağıtabilecek tüm unsurlardan yoksundur. Düşünmek ve içe dönmek için bolca vakte ve ihtiyaç duyduğu sessizliğe sahiptir. Çöl, kahramanın kendini dinlemesi, kendisiyle ve içindeki boşlukla yüzleşebilmesi için muazzam bir ortamdır. Bu anlamda çöl, genelde sinemada özelde bilimkurgu sinemasında, sıklıkla kimlik arayışı ve ruhsal uyanış için metaforik bir sahne olarak kullanılır.
Bilimkurgu sinemasında çölün bilinmeyeni ve keşif olasılığını temsil ederek macera ve keşfetme duygusunu tetiklediğini söylemek de mümkündür. Çölün o uçsuz bucaksız kum yığınları, insana o yığınların altında keşfedilmemiş gizemler olabileceğini düşündürür. Çöllerde geçen bilimkurgu filmlerinde de genellikle çölün kuytularına gizlenmiş gizemli yaratıklar, gizli kalmış medeniyetler ya da keşfedilmeyi bekleyen gizemli nesnelerle karşılaşırız. Bu tarz durumlar, anlatıda merak unsurunu artırarak her daim çocuksu bir heyecanla bilinmeyenin peşinden koşmak isteyen bilimkurgu izleyicisinin seyir keyfini perçinler. Şimdi o koca kum yığınlarında kendileriyle ilgili keşifler yapan bilimkurgu kahramanlarına bir göz atalım…
Dune (2021)
Denis Villeneuve’ün Frank Herbert’ın 1965 tarihli harikası Dune roman serisinden büyük bir başarıyla uyarladığı Dune için rahatlıkla çöl filmlerinin tanrısı diyebiliriz. Bütün diğer filmlerin aksine bu filmde çöl, esas kahramanlardan biridir. Filmde özetle Paul Atreides’in hikâyesini takip ederiz. Çöl gezegeni Arrakis, suyun kıtlığı, Fremenlerin çok acayip yaşam biçimleri ve devasa kum solucanları gibi oldukça zorlu fiziksel engellere sahiptir. Ancak çöl bu filmde yalnızca hayatta kalmanın zor olduğu bir çevre olarak değil, aynı zamanda Paul’ün içsel dönüşümünün mekânı olarak da işlev görür.
Dune, Paul Atreides’in Arrakis çölünde verdiği mücadeleyi fiziksel zorlukların ötesinde bir ruhsal dönüşüm hikâyesi olarak işler. Çöl, Paul’ün korkularıyla yüzleştiği ve liderlik rolünü benimsediği yerdir. Fremenlerin yaşam biçimlerini öğrenmesi ve bu yolla vizyonunun netleşmesi, onun kimlik arayışının ve kaderiyle yüzleşmesinin bir parçasıdır. Çöl, Paul’ün kendini keşfettiği ve bir “Mesih” figürü olarak yeniden doğduğu ana rahmi gibidir. Kısacası Dune’da çöl, Paul’ün liderliğe yükseldiği ve kaderine boyun eğmekten ziyade onu kucakladığı yer olarak hikâyenin merkezindedir.
Star Wars: A New Hope (1977)
Star Wars: A New Hope filminde karşımıza çıkan Tatooine çölü, kahramanımız Luke Skywalker’ın macerasının başladığı yer ve kahramanın yolculuğunun da ilk aşamasıdır. Çöl burada hem fiziksel hem de metaforik anlamda bir durgunluğu temsil eder. Fakat aynı zamanda özgürlüğü ve geniş ufukları temsil eden bir “başlangıç noktası” olarak da işlev görür. İçinde fırtınalar esen ve kendini çok yalnız hisseden Luke, karakteriyle son derece çelişik olan bu ortamda sıkışmış, sıradan bir hayat sürmektedir. Obi-Wan Kenobi ile tanışması ve hemen ardından ailesini kaybetmesi, onun çölden kurtulup galaksiye yayılmış bir hikâyenin parçası olmasını sağlar.
Filmde çöl, Luke’un anlam arayışının ilk sahnesi olarak güçlü bir simgedir; onun kendisini ve potansiyelini keşfetme yolunda ilk adımlarını attığı yerdir. Çöl, bir durgunluk, durağanlık ve basitlik alanı olarak görülse de Luke’un galaktik bir kahramana dönüşmesi için gerekli olan başlangıç noktasıdır. Onun bir kahramana dönüşmeden önce durup düşündüğü ve kararını verdiği yerdir. Ezcümle, Star Wars: A New Hope filminde çölün, kahramanın yolculuğunun temel taşını oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Stargate (1994)
Roland Emmerich’in yönettiği Stargate filminde çöl, kahramanların hayatta kalma mücadelelerinin yanı sıra, kimlik keşfi ve ruhsal dönüşümlerinin bir sahnesi olarak da görülebilir. Filmde “yıldız kapısı” sayesinde başka bir gezegene taşınan kahramanlar hem bilinmeyenin hem de içsel sorgulamanın içine çekilirler. Stargate filminde çöl, bilinmeyen bir dünyaya yapılan yolculuğun fiziksel ve metaforik zorluklarını yansıtır. Fiziksel anlamda çölün genişliği ve sert koşulları, karakterlerin sınırlarını zorlar. Daniel Jackson ve Albay O’Neil, farklı amaçlarla bu dünyaya gelmiş olmalarına rağmen, çölün zorlukları onları birlikte hareket etmeye zorlar.
Metaforik anlamdaysa çöl, bilinmeyen bir gezegende yeni kültürlerle ve eski tanrılarla karşılaşmanın sembolü olarak işlev görür. Özellikle Antik Mısır temasının işlenmesi, çölü tarihsel ve mitolojik bir derinlikle donatır. Çölün insanın sınırlarını zorlayan bir mekân olduğunu söylemiştik. Aynı zamanda da bir geçiş ve keşif alanıdır. Daniel için çöl, teorilerinin gerçekliğe dönüştüğü yerdir; antik dil ve kültür bilgisi sayesinde, bir akademisyen olarak soyut dünyadan çıkıp somut liderlik rolüne geçer. O’Neil için çöl, travmayı aşma, bir amaç edinme ve yeniden insanlıkla bağ kurma alanıdır. Stargate filminde çöl bir yandan da yeni bir başlangıcı temsil eder. Hem karakterlerin hem de çöl halkının Ra’nın baskısından kurtulup özgürlüğe kavuşmaları, çölün bir değişim, dönüşüm ve kurtuluş mekânı olma niteliklerini de yansıtır.
Everything Beautiful is Far Away (2017)
İzleyicisine muazzam çöl manzaraları eşliğinde varoluşsal birtakım sorular yönelten Everything Beautiful is Far Away’in kahramanı, uzun süre önce şehrin kalabalığından bunaldığı için uygarlığı terk eden ve yalnızlığını paylaşması için yarattığı robotu Susan’la birlikte çölde dolaşan Lernert’tır. Çölün acımasız koşulları önce robot Susan’ı haşat etmiştir. Lernert’ın amacı, Susan’ı tamir etmek için yeni parçalar bulmaktır. Fakat bir süre sonra yolu, çölde hayatta kalmanın yollarını kendisi kadar iyi bilmeyen Rola’yla kesişir.
Lernert içinde bir boşlukla yaşayan biridir; anlamlarını ve değerlerini yitirmiş, yerine yenilerini koymamıştır. Bu konuda herhangi bir arayışı da yoktur. Onun için çöl, uygarlıktan kaçışı temsil etmektedir. Rola ise bir anlam arayışı içinde çöle gelmiştir ve Lernert’ı da bu arayışa dâhil etmek istemektedir. Bu ikili birlikte yeni bir anlam aramak için çölü arşınlarlar. Çöl bu filmde yalnızlığın, varoluşsal sorgulamaların ve içsel yolculuğun sembolik bir mekanıdır. Filmle ilgili daha detaylı bir inceleme için buraya tıklayabilirsiniz.
Logan’s Run (1976)
Michael Anderson tarafından yönetilen Logan’s Run’da teknolojik bir distopyadan doğal dünyaya kaçış işlenirken çöl, fiziksel olarak dış dünyaya, metaforik olaraksa bireysel özgürlüğe ulaşmanın bir sembolü olarak sunulur. Film, Logan’ın içsel yolculuğunu çöl sahneleriyle vurgular. Logan ve Jessica, yüksek teknolojiye sahip yapay bir şehirden kaçarak doğal bir dünyaya adım atar. Zira o yapay dünyada bireylerin otuz yaşından sonra yaşamalarına izin verilmeyen bir sistem hâkimdir. Dışarıdaysa bu türden sınırlamalar yoktur; özgürlük dışarıdadır. Ancak ona ulaşmak için kahramanların bir çölü aşmaları gerekmektedir ve çölün de kendi güçlükleri vardır.
Bir kere çölde kahramanlar tarafından bilinmeyen bir gerçeklik vardır ve bu gerçeklikte hayatta kalmak hayli zor olacaktır. Yine de Logan ve Jessica, çölü geçerek bireyselliklerini ve kendi iradelerini keşfederler. Çöl, kahramanların yapay bir sistemden arınma, gerçek hayatın güçlükleriyle tanışma ve sonunda zorlukları aşıp kendilerini bulmalarını simgeler. Şehirdeki düzenin sınırlayıcı yapısından farklı olarak çöl, bireyin kendi kaderini belirleyebileceği bir alandır…